26 Şubat 2024 Pazartesi

ERMENİ İSYANLARI -17- YOZGAT OLAYLARI

Bu mesajı dikkat işaretle
<>[DipDalgasi:5392]<> ERMENİ İSYANLARI -17- YOZGAT OLAYLARI - BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞINDA
26 Aralık 2008 Cuma, 2:49
Kimden:
"© Özkan BOSTANCI"

17 Şubat 2024 Cumartesi

İBRAHİMİ DİNCİ SİYONİZMİN SAHTE TARİHÇİLERİNE, İŞBİRLİKÇİ PÜSKÜLLÜ GADİR VB. "KEŞKE YUNAN KAZANSAYDI DA DİNİMİZİ YAŞASAYDIK!" DİYEN, TARİHÇİ GEÇİNEN SEBETAY SEVİ'NİN MÜRİDİ KRİPTO MASONLARA İNANMAYIN!

https://www.facebook.com/100005919754740/posts/pfbid0D8BeZXmFtLisYKpAdASyMR3znGCD5MpEiFr7zVUtrgtS7udtgk53QtJvpFvKMrnnl/?app=fbl

Cihat Yaycı hocam çok doğru söylüyor!

https://www.facebook.com/share/r/6xYHWGvKNrM6CArE/?mibextid=oFDknk

ÜLKESİNİN SU KAYNAKLARINI BİTİREN, YABANCIYA PEŞKEŞ ÇEKEN AKEPE YÖNETİMİ, KAÇAK SARAYIN İÇME SULARINI HİMALAYA DAĞLARINDAN VE FRANSANIN BOP KOKAN SULARINDAN GETİRTİYOR! AYRANIMIZ YOK İÇMEYE, TAHTIRAVANLA GİDİYORUZ HOŞAF İÇMEYE!

https://www.facebook.com/share/p/PiLZkLo9ZHziQw73/?mibextid=oFDknk

İLİÇ'TE ÇIKARTILAN ALTININ %2'Sİ DEVLETE, %80'i ABD'YE, %18'İ TARİKATLAR KOALİSYONU AMERİKANIN KAHPE PALİKARYALARINA GİDİYOR! HALKIMIZA????!!!! %0,0000000000000...

https://www.facebook.com/share/p/k7UtJeJ6zXZY4Z69/?mibextid=oFDknk

1947'LERDE ANKARA'NIN ORTASINA KURULAN ABD ÜSSÜ!

https://www.facebook.com/share/r/k6XihaJMst41kJ31/?mibextid=oFDknk

TATLISU FRENKLERİ!

https://www.facebook.com/share/v6Xj2fw4345PDoe9/?mibextid=oFDknk

MEN DAKKA-DUKKA!

https://l.facebook.com/l.php?u=https%3A%2F%2Fwww.instagram.com%2Freel%2FC3V0BVetKkI%2F&h=AT0-M7ZYFDaYHAqdJLubh3tRMv3adfl6qu9E8wqx688gTjXGIx3syHEc91gi1_KIlCuYWq9pIg5vvrV5YvGvSSySsaFLVKytfnOebFy5ENVRA2tPJIw5IOMNcr7nf2m8jOo&s=1

SU UYUR DÜŞMAN UYUMAZ!

VAH ÜLKEMİN HALİNE!

YARGIDA DARBE! 
 
FETÖ POLİSLERİNİN SERBEST BIRAKILMASI İKİNCİ 15 TEMMUZ DARBESİDİR! 

UYAN TÜRKİYEM UYAN! 

HEM ANAYASA MAHKEMESİ HEM DE YÜKSEK YARGI ORGANLARI SİYONİZMİN FETÖ GLADYOSUNUN KISKACINDA BOĞULUYOR!

VAHHABİNİN FETÖ TARİKATLARI İKİNCİ KALKIŞMA İÇİN DEVREDE! 
BU İŞİN İÇİNDE Bİ PUŞTLUK VAR! 

HÜKÜMET UYUYOR! 
İREYİZ OSSURAKTAN HÖYKÜRÜYOR!, HALKIMIN GAZINI ALIYOR! 
GELECEK BOK İÇİNDE! 

NETENYAHU MOSSADI, BİDEN CİASI, KARISINI TRAFİK SUİKASTIYLA ÖLDÜRTEN İNGİLTERE PASAKLI KRALININ Mİ6 CANAVARLARI
FAALİYETTE! 
HAZIR KITA NATO DÖRT Bİ YANIMIZI SARMIŞ; BEKLEMEDE!
 
HDPKK-PYD-BARZANİ-DEAŞ-ASALA-DEM-USA-MUSA-FRENK, ALAMAN-YUNAN-NAZİ VOLODİMİR ZELENSKİ, İÇİNDE! 

YUH OLSUN!

TARİH BAŞA SARIYOR

Tarih Başa Sarıyor -1-



SUNUŞ
21. yüzyılın başında genel durum
Dün’ü “okuyoruz..” Bugün’ü “yaşıyoruz!..”
Dün;
Hükümet âciz, haysiyetsiz ve korkaktı!..
Devlet içten ve dıştan çökertilmeye çalışılıyordu..
Yabancı memurlar ve ajanlar yurdun her yanında faaliyette idi!..
Bir “lider” aranıyordu!..
“Demiryolları bizim değildi!
Kömür, şehir ışıkları ve suları, rıhtımlar, limanlar bizim değildi!
’Bu memleketin size ait olduğunu söylüyorsunuz. Neniz var bu topraklarda?’deseler, öz canımızı ve camilerimizi gösterebilirdik!
Değil bankamız, bankalarda çalışan Türk memuru yoktu!
İtalyan, Balkan, 1. Dünya Harbi ve Kurtuluş Savaşı sırasında iç ve dış tahriklerle irili ufaklı 60 kadar isyan olmuştu!
Padişah, halife, vezirler ve paşalar millete ihanet etmişlerdi!
Nice edebiyatçılar, şairler halka sövmüşlerdi!..”
“Ülkenin genel durumu ve görünüşü” şöyleydi. Mustafa Kemal anlatıyor:
“1919 yılı Mayıs’ının 19’uncu günü Samsun’a çıktım. Ülkenin genel durumu ve görünüşü şöyledir:
Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu grup, 1.Dünya Savaşı’nda yenilmiş, Osmanlı Ordusu her tarafta zedelenmiş, şartları ağır bir ateşkes anlaşması imzalanmış. Büyük Savaş’ın uzun yılları boyunca millet yorgun ve fakir bir durumda. (...) Saltanat ve hilâfet makamında oturan Vahdettin, soysuzlaşmış, şahsını ve bir de tahtını koruyabileceğini hayal ettiği alçakça tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşa’nın başkanlığındaki hükûmet, âciz, haysiyetsiz ve korkak. Yalnız padişahın iradesine boyun eğmekte ve onunla birlikte kendilerini koruyabilecekleri herhangi bir duruma razı.
Ordunun elinden silâhları ve cephanesi alınmış ve alınmakta...
İtilâf Devletleri, ateşkes anlaşmasının hükümlerine uymayı gerekli bulmuyorlar. Birer bahane ile İtilâf donanmaları ve askerleri İstanbul’da. Adana ili Fransızlar; Urfa, Maraş, Ayıntap (Gaziantep) İngilizler tarafından işgal edilmiş. Antalya ve Konya’da İtalyan askeri birlikleri, Merzifon ve Samsun’da İngiliz askerleri bulunuyor. Her tarafta yabancı subay ve memurlar ile özel ajanlar faaliyette. Nihayet, konuşmamıza başlangıç olarak aldığımız tarihten dört gün önce, 15 Mayıs 1919’da, İtilâf Devletleri’nin uygun bulması ile Yunan ordusu da İzmir’e çıkartılıyor.
Bundan başka, memleketin her tarafında Hıristiyan azınlıklar gizli veya açıktan açığa kendi özel emel ve maksatlarını gerçekleştirmeye, devleti bir an önce çökertmeye çalışıyorlar.
Sonradan elde edilen güvenilir bilgi ve belgelerle iyice anlaşılmıştır ki, İstanbul Rum Patrikhanesi’nde kurulan Mavri Mira Hey’eti’ illerde çeteler kurmak ve idare etmek, gösteri toplantıları ve propagandalar yaptırmakla meşgul.
(...)”
Şimdi tarihi başa sarıyor ve hikâyemizi baştan alıyoruz . .
İşgal başlıyor, halk sessizce seyrediyor
Güzel yurdumuzun incilerinden İzmir, 15 Mayıs 1919 tarihinde işgal ediliyor. Yıllarca bu ülkenin ekmeğini yiyen, para kazanan şehirdeki Rumlar ise, şenlikler yapıyor ve karaya çıkan Yunan silâhendazlarını büyük gösterilerle karşılıyor
Ünlü İtalyan ressam Vittorio Pisani’nin İzmir’i işgal eden Yunan askerlerinin Kordon’da Türklere yaptıkları mezalimi anlatan tablosu.


15 Mayıs 1919 Perşembe.. Atatürk’ün Samsun’a çıkmasından dört gün önce, güzel yurdumuzun incilerinden İzmir işgal ediliyor. Halk sessiz ve üzgün seyrediyor. Kolordu Komutanı Ali Nadir Paşa’nın “mukavemet edilmemesi” emri yüzünden Türk kuvvetleri kışlalarına çekildiler. İngiliz, Fransız, Yunan bahriye silâhendazları (deniz piyadeleri) öğleden sonra, mevkii müstahkemleri (savunma tesislerini), kaleleri işgal ettiler. Günlerden beri İzmir limanında toplanmakta olan yabancı harp gemilerinden öğleden sonra bahriye silâhendazları (deniz piyadeleri) indiler ve kentin çeşitli noktalarını işgal ettiler. İngiliz birlikleri, Karaburun ve Uzunada tarafını, Fransız kuvvetleri Urla ve Foçalar’ı, Yunan müfrezeleri de Yenikale’yi kontrolleri altına aldı.
Teslimiyetçi Şakir Paşa
Halk sokaklara, kordon boyuna yayılarak sessizlik içinde bu işgali seyretti. Yıllarca bu ülkenin ekmeğini yiyen, para kazanan şehirdeki Rumlar ise, şenlikler yaptılar ve karaya çıkan Yunan silâhendazlarını büyük gösterilerle karşıladılar.
Harbiye Nazırı Şakir Paşa, günümüzdeki “teslimiyetçiler” gibi, “Bu gibi şayialara (söylentilere) ehemmiyet vermeyin” açıklamasını yapıyor!.
Sabah saatlerinde, 17.Kolordu Kumandanı Ali Nadir Paşa, Harbiye Nezareti’ne (Savunma Bakanlığı’na) telgraf çekti. Komutanın telgrafından anlaşıldığına göre, resmi işgal, İstanbul Hükümeti tarafından komutana bildirilmedi. Yunan İşgal Komutanı ise, son dakikada tebligatta bulundu. Buna rağmen, Hükümetten bilgi verilmediği için, komutan kararsız.
İşgalcilerle “işbirliği” içindeki İstanbul Hükümeti, kendi ordusunun komutanını aldatıyor. Komutan da, basiretsiz ve aldanma eğiliminde.
Harbiye Nezareti suskun
Ali Nadir Paşa, telgrafında, “halktan duyduklarına dayanarak”, şöyle diyor:
“Halk arasındaki şayialara (söylentilere) göre, İzmir’in Yunan kıtaları tarafından işgal edileceği, yahut Yunanistan’dan daha evvel İzmir’e getirilmiş bulunan Yunan Kızılhaç ekiplerinin, el altından yerli Rumlar’dan teşkil edip silahlandırdığı kuvvetler tarafından, içeriden işgal altına alınacağı ihtimali vardır.” Komutan, işgal karşısında nasıl hareket edeceğini Bakanlığa sorarak, çok acele emir bekliyor. Fakat, Harbiye Nezareti İzmir’i savunacak olan komutana hiçbir cevap vermiyor!
O sırada, Midilli limanında bekleyen Averof Zırhlısı’nda, Yunan 1. İşgal Tümeni Komutanı Albay Zafiryo, son önlemlerini yazılı emre döküyordu:
“Türk mukavemetine (direnişine) imkan bırakmamak için İzmir’in etrafı süratle abluka (kuşatma) altına alınacaktır. Yabancı unsurların kent içinde kargaşalık çıkarmalarına imkan bırakılmayacaktır. Kent içinde meydana gelecek direnişleri kırmak için, Türk ve Rum mahalleleri birbirlerinden tecrit edilecektir.”
Şayialara önem vermeyin
İşgalin planı, sabah saatlerinde Amiral Kaltorp’un başkanlığında yapılan bir toplantıda kararlaştırılmış ve saat 09.00’da, Kolordu Kumandanı Ali Nadir Paşa ile Vali Kambur İzzet’e bir nota ile işgal tebliğ edilmişti.
Kolordu kumandanı, işgal notasını alır almaz, bu kez, telgraf makinesinin başına geçti, Bâbıâlî ve Harbiye Nazırı Şakir Paşa ile konuşmaya çalıştı. Harbiye Nazırı Şakir Paşa, mors alfabesinin başında cevap veriyor:
“İşgal vukuuna dair Bâbıâli’ye verilmiş bir malumat (bilgi) yoktur. Amiralin bu teklifi (işgale, ” teklif “ diyor!), Mütareke şartları hükümleri icabından olmakla, muvafakat edilmesi (uyulması) lüzumu tabiidir.”
“Efendim, bunun bir Yunan işgaline yol açacağı ısrarlı şayiaları vardır.”
“Bu gibi şâyialara (söylentilere) ehemmiyet vermeyiniz!”
Esef verici olay yaşanmasın!
Gece yarısına yaklaşırken, İngiliz Akdeniz Filosu Komutanı Amiral Kaltorp (Calthorpe) ikinci notasını (müzik notası değil, işgal notası!) veriyor ve “esef verici olaylara meydan verilmemesini” (!) istiyor:
“Mondros Mütarekenamesinin 7. maddesi gereğince, İtilaf Devletleri namına, İzmir Yunan askeri birlikleri tarafından işgal olunacaktır. Bu karar Bâbıâli’ye de bildirilmiştir. Çıkarma kuvvetleri yarın (15 Mayıs 1919) saat 08.00’de İzmir’e ulaşacaklardır. Yunan deniz silahlı müfrezeleri, saat 07.00’den itibaren iskeleleri işgal edecektir. Esef verici olaylara meydan vermemek üzere, Osmanlı kıtaları, bulundukları mahallerde kalmalıdır. Bir İngiliz deniz piyade müfrezesi tarafından işgal edilecek olan Telgrafhanede, sansür edilmek kaydıyla, resmi muhaberata müsaade edilecektir. Yunan askeri makamlarının emirlerini bekleyin.”
İzmir’in karşısındaki Midilli adasındaki 1.Yunan Tümeni, sabaha karşı İzmir’e hareket ediyor. İşgal başlıyor!..
İzmir’deki Türk Komutan Ali Nadir Paşa ise, emrindeki birliklere şu talimatı veriyor!:
“İzmir müstahkem mevkii tahkimat bölgesi, bugün öğleden sonra İtilâf Devletleri kıtaları tarafından işgal edilecektir. Toplar ve diğer her türlü harp malzemesi bu kıtalara teslim edilecektir. Bu bölgelerdeki komutanlar, subaylar ve erler, esef verici olayların olmaması için (!) garnizonlarından çıkmayacaklar ve bu bölge dışında ve gerilerinde toplanacaklar, kolorduca verilecek emre göre hareket eyleyeceklerdir. Bu işgal esnasında katiyen karşı konmayacak, işgale gelecek İtilâf müfrezelerine gereken kolaylıklar gösterilecektir.”
Bu emri veren komutan, daha sonra, Yunanlı bir işgal teğmeninden tokat yiyeceğini bilmiyordu!.. Kolordu emri nedeniyle, Türk birlikleri işgalden hemen önce sessizce çekiliyor ve düzenli hiçbir çatışma olmuyor. Ordu “tek kurşun atmadan” İzmir işgalcilere teslim ediliyor!..
Bugün bile pek çok insan, İzmir’i yalnızca Yunanlılar’ın işgal ettiğinin propagandasını yapıyor. Oysa, İzmir’e çıkanların başında İngiliz, Fransız ve İtalyanlar geliyor. Bu ülkeler, Yunanlılar’ı ileri sürerek, onlara “işgal taşeronluğu” yaptırıyor. Kendileri, tıpkı Irak işgalinde olduğu gibi, geriden idare etmeyi tercih ediyor. Görüyoruz ki, neredeyse 100 yıl önceki taktik de aynı. Bugün yaptıkları hiç de sürpriz değil.

Tarih Başa Sarıyor -2-

Türkiye: Sonun başlangıcı
18 Mayıs 1919 tarihli The New York Times gazetesi, “Türkiye: Sonun Başlangıcı” başlığı altında “Türkler’e Anadolu’da küçük bir bölge bırakılabileceğini” yazıyordu.
İzmir’in işgali, Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) tarih boyunca Türkler’e hangi gözle baktığının da bir göstergesi ve dahası “tarihi bir belgesi” oldu.18 Mayıs 1919 tarihli The New York Times gazetesi, “Türkiye: Sonun Başlangıcı” başlığı altında “Türkler’e Anadolu’da küçük bir bölge bırakılabileceğini” yazıyordu:
“İzmir’in işgali; Asya ve Avrupa Türkiyesi’nin her tarafında manda yönetimlerinin kurulması ve Türkiye Devleti’nin bağımsız bir imparatorluk olarak varlığının ortadan kaldırılması yolunda atılan ilk adımdır. Halen İstanbul’da bulunan Türk Sultanı’na Bursa ve civarında küçük bir bölgenin bırakılacağı tahmin edilmektedir.”
(...) Aynı kaynaktan verilen bir diğer habere göre, Avrupa Türkiyesi iki bölüme ayrılarak bir bölümü Yunanistan’a verilecek, diğer bölüm ise uluslararası bir devlet haline getirilecektir. İstanbul ve çevresini kapsamına alacak olan bu ikinci bölümün Amerika Birleşik Devletleri mandası altında yönetilmesi öngörülmektedir. Oysa, Gandhi’nin ifadesiyle, “Öldü sanılan Türkler, cenaze törenleri için hazırlanan tabutlarını, katillerinin başlarına geçirecek” idi.
Westermann’ın itirafı
Bu mektubu yayınlayan The New York Times, 4 yıl sonra (Aralık 1922’de) yazar W.L.Westermann imzasıyla bir itirafta bulunacaktı:
“Batı’ya karşı duyulan tepkiyi yaratmakta bizim de payımız olduğu bir gerçektir. Siyasi ve ekonomik yayılma (sömürgeleşme) yöntemlerimizin zaman zaman korkunç ve pervasız niteliklere bürünmesi, Batı’nın kötü bir görüntü yaratmasına yardım etmiştir. Batı sömürücülüğünün kötü etkileri yüzünden misyonerlerimizin suçlanmış olması üzücü bir olaydır. Biz misyonerlerimizin, kendi iradeleri dışında meydana gelen bu itibar kaybını, kısa zamanda gidererek yararlı faaliyetlerine yeniden başlamak fırsatına kavuşacaklarına inanıyoruz.”





İtalyan ressam Pisani katliama tanık olmuştu
1899’da doğan Vittorio Pisani, 1906 yılında geldiği İzmir’de 13 yıl kaldı. İzmir’in işgali sırasında Yunan ordularının halka yaptığı mezalimi gördü. Annesi Yunan asıllı olmasına rağmen evleri talan edildi. Pisani, Mısırlı Prenses Kadriye Hüseyin’in ricası üzerine yaşadıklarını tablolara döktü. 15 Mayıs 1919 günü Patris vapurundan inen Yunan askerlerinin gerçekleştiridği faciayı anlattığı tablosunda olayın gerçekleştiği yer olan Kordon’a,
88 yıl sonra eserleriyle dönen Vittorio Pisani, İzmir’imizin kurtuluşunun 85’inci yıl coşkusuna da iştirak etmişti.
Direniş öncesi muhteşem miting
Sultanahmet’te toplanan ve ellerinde “Yaşamak istiyoruz. Müslümanlar ölmez, öldürülemez” yazılı pankartlar taşıyan Türk kadınları ve Türk kızları, İzmir işgalini protesto etmişti.
Maşatlık’ta (Musevi Mezarlığında) dün toplanan binlerce vatandaş, işgali protesto etti. “Yunanistan yerine Amerika, İngiltere, İtalya bizi işgal etsin” istekleri ortaya çıkınca gençler, “silahlı direniş” hazırlığına girdi. Gece geç vakitte toplanan mitingdeki konuşmacılar, Yunan işgaline karşı “silâhlı mukavemetten” başka çare kalmadığını dile getirdiler. Ancak, çaresizlik öyle bir boyuttaydı ki, “Bizi Yunan işgal etmesin de, diğerleri işgal etsin” diye bir heyet de, limana giderek İtilaf Devletleri temsilcileri ile görüşmek zorunda kaldı. Limandaki savaş gemileri ise, zaten mitingin yapıldığı Musevi Mezarlığı’nı ışıldaklarla tarayarak, ne olup bittiğini görmeye çalışıyordu. Yerli Rumlar da, mitinge sızmışlar, oradaki konuşmaları Yunan Konsolosluğu’na ihbar ediyordu. Reddi İlhak Heyeti Milliyesi, işgale saatler kala (14 Mayıs 1919 gecesi) bütün illere (vilâyetlere), sancak, kaza ve nahiye belediye başkanlıklarına acil telgraflar çekti. “İmdat” çığlıklarının karıştığı bu yardım telgraflarında, protestolar düzenlenmesi ve “vatan ordusuna katılım” çağrısı da yapılıyordu:
“İzmir ve çevresi Yunan’a ilhak edilip, egemenliği altına giriyor, işgal başladı. İzmir ve ona bağlı yerler tümüyle ayakta ve heyecanda. İzmir son ve tarihi günlerini yaşıyor. Son imdadımız sizin göstereceğiniz yardıma bağlıdır. Mitingler, telgraflarla her yere başvurunuz ve vatan ordusuna katılmaya hazırlanınız. Olgunluk ve sakinliği son derece koruyarak, kimsenin incinmemesine özen ve dikkat ediniz.”


ATATÜRK’ten anlamlı mesaj
Ülke adım adım işgal ediliyor, Mondros Mütarekesi’ni bahane eden ülkenin valisi ve kolordu komutanı, “silahlı direniş” başlatmak isteyen gençleri, askeri mahkemeye vermekle tehdit ediyor; ordunun garnizondan dışarı çıkmamasını emrediyorlardı!..
Bu günleri yaşayan, hüznünü içinde hisseden Mustafa Kemal, gerekli dersi çıkarmıştı. 14 yıl sonra, 5 Şubat 1933’deki Bursa Nutku’nda, gençlere bugün için de çok anlamlı mesajını verecekti.


(Kaynak: Atilla Oral / Jotun-Kuva-yı Milliye)

Bursa Nutku
Türk genci, devrimlerin ve Cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Rejimi ve devrimleri benimsemiştir. Bunları zayıf düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir hareket duydu mu, “Bu memleketin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır” demeyecektir. Hemen müdahale edecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi eserini koruyacaktır.
Polis gelecektir; asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, “Polis henüz devrim ve Cumhuriyetin polisi değildir” diye düşünecek, ama asla yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek; “Demek adliyeyi de düzeltmek, rejime göre düzenlemek gerek!..”
Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla itirazlarını yapmakla beraber; bana, başbakana ve Meclis’e telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için tahliyesine çalışılmasını, kayırılmasını istemeyecek. Diyecek ki, “Ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Müdahale ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı meydana getiren neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir.”
İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği!..



Tarih Başa Sarıyor -3-1
Damat Ferit’in sözde Türk (!) hain bakanı
*Damat Ferit
Hain ve işbirlikçi Damat Ferit’in kendisi gibi hain İçişleri Bakanı Cemal Bey de, “Türkiye’de 800 bin Ermeni katledildi” diyebiliyordu
Bu gelişmeler yaşanırken, Türk yurdunda Türkler’i savunanlar görevlerinden alınıyor, askerî mahkemelere bile Ermeni hâkim atanabiliyor, Patrikhâne azıtıyor, Yunanistan yeni işgaller istiyordu.
Bugün de “Ermeni soykırımı iddiası” olarak karşımıza getirilen konu, o tarihte, “Ermeni mezalimi” olarak Türkler’in önüne konuyordu. Hain ve işbirlikçi Damat Ferit’in kendisi gibi hain İçişleri Bakanı Cemal Bey de, “Türkiye’de 800 bin Ermeni katledildi” diyebiliyordu. Mustafa Kemal, bu işbirlikçi İçişleri Bakanını, Sivas’ta kendi yayınladığı İrade-i Milliye Gazetesi’nde, ağır biçimde şöyle eleştiriyordu:
Çirkin bir iftira lekesi
“Ferit Paşa Kabinesi’nde İçişleri Bakanı sıfatıyla aziz milletimizin bağımsızlık ve geleceğini yok etmeye azimli hainlerden biri olan Cemal Bey, ilk icraatına milletin namus ve tarihini lekelemekle başlamış, İstanbul’daki Türkçe gazeteleri bırakarak, Galata’da yayınlanan Fransızca bir gazeteye, yabancı kamuoyunu etkilemek için hain telkinlerde bulunmak üzere, Türkiye’de (tamamı 800 bin) Ermeni katledildiğini açıklamış, Ermeni davasını Paris’teki Bousturyar Paşa’dan daha ateşli bir kalp ile savunurken masum Türk Milleti’nin soyluluğuna çirkin bir iftira lekesi sürmüştür. Erivan’dan tehcir ve doğu illerinin enkaz ve harabesi altında Ermeni mezalimi ve ihanetinin kurbanları olan yüz binlerce Müslüman kardeşimizin iskeletleri ortadayken, Osmanlı Devleti’nin bir bakanı sıfat ve yetkisiyle Fransızca bir gazeteye tamamı kayd ile 800 bin Ermeni’nin katledildiğini açıklayan bu akılsız, vicdansız bakan, bu sözleri ile Paris’te çalışan Büyük Ermenistan kurma hayallerine hizmet etmiş ve hiç kuşkusuz bu hizmet ile ödülsüz kalmamıştır.”
Kemal Paşa’nın dehası, yıllar sonrasını da görmüştü.. Bu tür hizmetler, yıllar sonra da ödülsüz kalmayacaktı!..
*(Kaynak: Atilla Oral / Jotun-Kuva-yı Milliye)


İşgalciler ve işbirlikçileri
İşbirlikçi İstanbul Hükümeti’nin liderleri, işgalcilerle bir karede. Ortada Sadrazam Ferit Paşa, sağında kendisi gibi hain olan Ali Kemal Bey, solunda işgalci güçlerin komutanı ve diğer ileri gelenler...
Ermeni iftirasına cevap
Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk’ta Ermeni yalanlarına karşı şu ifadeleri kullanıyor: Ermeniler, koruyucularından yüz bularak bulundukları yerlerdeki Müslümanlar’a saldırmakta idiler.
Mustafa Kemal, yıllar sonra Nutuk’ta bu konuya daha da açıklık getirdi : “Kuşku edilmemek gerekir ki, Ermeni kırımı üzerine söylenen sözler gerçeğe uygun değildi. Tam tersine güney bölgelerinde yabancı kuvvetlerce silahlandırılan Ermeniler, koruyucularından yüz bularak bulundukları yerlerdeki Müslümanlar’a saldırmakta idiler. Öç alma düşüncesiyle her yerde acımasızca öldürme ve yok etme yolunu tutmakta idiler. Maraş’taki o acıklı olay, bu yüzden meydana gelmişti. Yabancı kuvvetlerle birleşen Ermeniler, top ve ağır makineli tüfeklerle Maraş gibi eski bir Müslüman kentini yerle bir etmişlerdi. Binlerce güçsüz ve günahsız ana ve çocukları tepeleyip yok etmişlerdi.
Tarihte bir benzeri görülmemiş olan bu yırtıcılığı yapanlar Ermeniler’di. Müslümanlar ancak namuslarını ve yaşamlarını korumak kaygısıyla karşı koymuşlar ve savunmada bulunmuşlardı. Yirmi gün süren Maraş kırımında Müslümanlarla birlikte, kent içinde kalan Amerikalılar’ın, bu olay üzerine İstanbul’daki temsilciliklerine çektikleri tel, bu acıklı olayı yaratanları, yalanlanamaz biçimde göstermekte idi. Adana ili içindeki Müslümanlar, tepeden tırnağa kadar silahlandırılan Ermeniler’in süngü baskısı altında, her dakika ölüm tehlikesiyle karşı karşıya idiler. Canını ve bağımsızlığını korumaktan başka bir şey istemeyen Müslümanlar’a karşı uygulanan bu kıyım ve yok etme politikası, uygar insanlığın dikkatini çekecek, acıma duygularını uyandıracak nitelikte iken, olayların tam tersini ileri sürmek ve bundan vazgeçilmesini istemek gibi bir davranışa nasıl güvenilebilirdi?”







Tarih Başa Sarıyor -3-2



İzmit’in Kollar köyünde Ermeniler tarafından balta ile katledilen Türkler (Üstte sağda). 25 Nisan 1918’de, Subatan’da Ermeniler tarafından öldürülen Türk çocuklar, kadınlar (Altta).

AB bir kasaplar kulübüdür
Yine Ceviz Kabuğu’nda, Emekli Büyükelçi ve tarih araştırmacısı Bilâl Şimşir, AB’nin, tam üyelik için iyi ilişkiler kurmamızı şart koştuğu Ermenistan’ın, 23 Ağustos 1990’da, “soykırımı tanımamız şartını anayasa hükmü haline getirdiğini” söyledi. Prof. Dr. İlber Ortaylı da, bu durumun yorumunu yaparken, şunları söyledi:
“AB bir kasaplar kulübüdür. Kendi soykırım suçlarını bize yaymak istiyorlar. Bunun ezikliğinden kurtulmak istiyorlar. Geçmişleri kasaplıklarla doludur. AB gelip geçer. Tarih bir sürü birliği, politik yapılanmaları sürükler götürür ama, böyle bir genosit damgası adamın üstünde kalır.”
Asla bölücü emellerinden vazgeçmeyen ABD, her fırsatta başka adlar ve projeler adı altında (en son, BOP denen “Büyük Ortadoğu Projesi” ) ısrarını sürdürüyor. Bu haritadan 86 yıl sonra, 2006’da da aynı harita ortaya çıktı.
Tekrar 1919’a dönüyoruz.
“Ermeni mezalimi iddiaları çok fazla büyütülüyor” diyenleri, Ermeni cemaati protesto ediyor, yabancı bile olsalar, görevlerinden aldırıyordu. Bunlardan biri de, Amerikan Robert College (Kolej) müdürü Dr.Gates idi.
Mahkemeler bile sömürgecilerin etkisine girmişti.
Ermeniler’e işkence, zulüm yaptıkları iddiası ile tutuklamalar yapılıyor, bunların arasında Prof. Fuad Köprülü, milletvekilleri, tüccarlar ve gazeteciler de bulunuyordu. Askerî mahkemeye bile, Ermeniler’e zulüm yaptıkları iddia edilen Türkler’i yargılamak için Garabet Ayciyan adlı bir Ermeni atanıyordu!..

ABD Başkanı Wilson:Türkiye dörde bölünsün
Wilson’un, Türkiye’yi dörde bölen (Ermenistan, Lazistan, Kürdistan ve diğer etnik parçalar) harita Türk halkından gizleniyor
YIL 2005.. Ermeniler’in Türkler’e yaptığı soykırımın belgeleri açıklandı. Devlet Arşivleri Genel Müdürü Doç. Dr. Yusuf Sarınay, Ceviz Kabuğu Programı’nda “Ermeniler’in 524 bin Türk’ü soykırıma uğrattığını” açıkladı:
“Bu konuyla ilgili belgeler ve tarihi gerçekler Türkler’den yana. Ermeni Taşnak örgütlerinin 3-4 yıl içinde katlettiği 524 bin Türk ve Müslüman nüfusun listesini çıkardık. Nüfus bilimcilerin ve Justin McCarty’nin de söylediği gibi, 2 milyona yakın kayıp var, ama belgeleyemediğimiz, faili belli olmayanları bu listeye dahil etmedik.”
Ermeni belgeseli hazırlayan yazar Sadık Usta da aynı programda, çok önemli belgeleri -bir kez daha- topluma sundu:
“ABD Başkanı Wilson’un, 1920 yılında Dışişleri Bakanlığı’nın Kafkasya Bölümü’ne hazırlattığı, Türkiye’yi dörde bölen (Ermenistan, Lazistan, Kürdistan ve diğer etnik parçalar) harita Türk halkından gizleniyor.
Aslında en büyük tehcir Türkler’e ve Müslümanlar’a yapılmıştır. 1912’de Edirne’nin işgali ile milyonlarca Türk’e işkence yapılmıştır. Hazırladığımız belgeselde bunların görüntüleri var. Türk Ordusu’ndan kaçan Ermeni birlikleri Fransız ve Rus üniforması giyerek Türk Ordusu’na karşı savaştılar.
Ermeniler’in sürekli kullandıkları, kafataslarından oluşan bir piramit resmi var. Bunları bir Rus ressamının, 1915 sözde Ermeni soykırımına atfen yaptığı söyleniyor. Oysa ressam, bu tarihten çok önce, 1904 yılında öldü.
National Geographic’de yayımlanmış sahte görüntüler de var. Türkler’in zulmünden kaçan Ermeniler’in giysileri lime limedir, açlık içindedirler. Ama fotoğrafta gördüğünüz gibi iç mintanları tertemiz. Suratları ise pudralanmıştır.”


* Wilson





Tarih Başa Sarıyor -4-

Yunan İşgal Kuvvetleri’ni taşıyan gemiler, saat 07.30’da limana girdiler. İlk işgalci birlikler, saat 08.40’da, karaya çıktı. Yunanlılar’ı, İzmir’in yerlisi Rumlar limanda sevinç gösterileri yaparak karşıladı. Metropolit Hrisostomos, Yunan bayrağını öptü, ilk çıkan işgal taburunu, abartılı bir törenle “takdis” etti, tuz serpti ve onlara şöyle hitap etti:
“Asker evlatlarım, Elen çocukları!
Bugün ecdat (ata) topraklarını yeniden fethetmekle, İsa’nın en büyük mucizesini göstermiş oluyorsunuz. Bu uğurda ne kadar Türk kanı döküp, içerseniz, o kadar sevaba girmiş olacaksınız. Ben de bir bardak Türk kanı içmekle onlara karşı kin ve nefretimi teskin etmiş (yatıştırmış) olacağım. Haydi, buyurunuz, bütün Azizler sizin arkanızda olacak. Atalarınızın toprakları sizleri bekliyor.”
Hrisostomos, Yunan ordusu sanki cesurca Türk ordusuyla savaşmaya geliyormuş gibi, -halk deyişiyle- “gaz” veriyordu!.. Oysa, Mondros Mütarekesi (Ateşkesi, Bırakışması) ile Türk ordusu silahsızlandırılmış ve dağıtılmıştı. İşgal ordusu yalnızca, karşısına çıkacak masum sivilleri katletmek için geliyordu. Hıristiyan azizlerin desteğini almasına gereksinimi yoktu!.. Sözde din adamının söylediği “içilecek Türk kanı”, savaş meydanında olmayan masum kadın ve çocukların kanıydı!..
Katliam için kışkırttı
Kısa bir zaman içinde bu kanın içinde boğulacaklarını hiç tahmin bile etmiyorlardı!.. Nitekim, Türk balıkçılar ve sandalcılar, zincirlere bağlanarak denize atılıp öldürülmeye başlandı. Büyük bir hızla öldürme ve yağma başlatılmıştı. Sanat Okulu öğrencisi İhsan (Efendi) boğazlanarak öldürülüyor, Sütçü Ahmet Ağa Cedit Mahallesi’nde parçalanıyor, karakollarda polisler boğazlanıyor, direnenlerin bir kısmı bulunan kuyulara atılıyor, yakalanan askerler ya kurşuna diziliyor ya da bıçaklanıyordu. Yerli Rumlar yan yana yaşadığı Türkler’in evlerini basıp kızların ve kadınların ırzına geçiyordu. Kordon boyunda birçok ceset karaya vurmaya başlamıştı.
Papaz Hrisostomos, Yunan askerlerine bağırıyordu : Ne kadar Türk kanı döküp içerseniz, o kadar sevap...

Birleşmiş Avrupa’nın işkence kriteri
İşkenceler daha sonra büyüyerek devam edecekti. “Birleşmiş Avrupa’nın işkence kriteri” ile karşılaşan dünya, bugün Irak’ta, Filistin’de yapılanlara olduğu gibi, işgal döneminde Türkler’e yapılanlara da göz yumdu, susarak destekledi. Dahası, işgal kuvveti içinde yer alarak işkencenin göbeğinde yer aldı. Bu işkenceler ve insanlık dışı askeri faaliyetler, İstanbul Hükümeti’nin İçişleri Bakanlığı tarafından, “Türkiye’de Yunan Fecayii” adıyla iki ciltlik işkence kitabı biçiminde yayınlandı. Resmi belgelere göre, “Sessiz kalan dünyayı ve Avrupa’yı utandırması gereken” işkencelerden bir kısmını kayıtlara bir kez daha geçirelim:
* “Orhangazi’de çırılçıplak soyulan erkekler, ellerine kırbaçlar verilerek kendi eşlerini dövmeye zorlanmışlardır. (15 Ekim 1921 tarihli rapor)
İnanılmaz mezalim
* Yerli Rumlar’la birlikte Çınarcık köyünü çeviren Yunanlılar, anneleri erkek evlatlarına peşkeş çekmek istemişler, fakat ölüm pahasına bunu yapmayan delikanlıları süngüleyerek öldürmüşler, süngü ucuna taktıkları bebekleri kuzu kızartır gibi ateşlere tutmuşlar, genç kızların göğüslerini keserek kebap yapmışlardır. Çınarcık’ta öldürülen 24 kişinin adları verilmektedir. Bunlardan kadın olanların adları ve öldürülme biçimi şöyle sıralanmaktadır: İmam Hafız’ın kızı Emine (başı kesilerek), Emine kızı Hatice (süngü ile), Emine kızı Nerime (süngü ile delik deşik), Celal Efendi’nin torunu 4 yaşındaki Nigâr (kazığa vurularak), İbrahim Çavuş’un annesi Fadime (yakılarak), Arnavut Mehmet Çavuş’un 9 kişilik bütün ailesi (balta ile). (24 Nisan 1921 tarihli rapordan)
Diri diri yaktılar...
* Cihanköy’de 5 yaşına kadar olan çocuklar evlerinden toplanarak annelerinin gözleri önünde süngüye takılıp diri diri ateşe atılmışlardır. Yeniköy’de tutulan raporda, 70 yaşındaki bir kadının üzerine erkek uzuvları konulduğu, 13 yaşında kadar olan bir genç kızın memelerinin delindiği, deliklere tahta parçası sokulduğu yazılıdır. (19 Ekim 1921 tarihli rapora göre)
* AŞaĞI ve Yukarı Karadere’de 70 yaşındaki bir kadının doğranmış parçaları, bir küçük yığın haline getirilmiş ve kesik baş bu yığın üzerine konulmuştur. Araştırma Kurulu tarafından yakalanan bir Yunanlı’nın çantasından bir avuç kınalı kadın parmağı, bilezikler ve altınlar çıkmıştır. (15 Mayıs 1921 tarihli rapor)
* 13 Nİsan 1921’de Yunanlılar’ın yerli Rumlar’dan kurduğu çeteler, çevre köylerden bütün genç kızları, Çalcı Köy’e toplamışlardır. Erkekler de toplu olarak oraya getirilerek ağaçların altına serilmiş yataklarda, kurşun tehdidi altında yapılan âlemleri seyre mecbur tutulmuşlardır.
Kızılhaç temsİlcİsİ Gehrİ’nin raporu: Hıçkırıklar gökleri sarsıyordu
Müttefik İnceleme Kurulu’nda görevli Kızılhaç temsilcisi M. Gehri’nin 10 Temmuz 1921 tarihli, İzmit’te kaleme aldığı 5 numaralı raporunda şöyle bir manzara anlatılıyor:
* Daracık bir sokaktaki kadınlar hamamının önünden geçtiğimiz sırada, kalın çivili bir kapı birden açıldı ve içinden yüzlerce genç kız, değirmen oluğundan akan bir su gibi bir anda dışarı fırladı. Saçları başları darmadağınık, elbiseleri yırtık ve kan içinde idi. Birçoğu elbiselerini yırtıp külot yerine örtmüştü. Deliler gibi sağa sola kaçışmaya başladılar. Kadın gözlerinin bu kadar yuvalarından fırladığını, ağızlarının bu kadar çirkin olduğunu ve yüzündeki çizgilerin böylesine derinleştiğini o dakikaya kadar görmemiştim. Korkunç bir ağlama sesi, âdeta gökleri sarsıyordu.
Delice nazarlarla beni süzüyordu
Ayaklarıma kapananların, yalvaranların hesabı yoktu. Kocalarının, erkeklerinin nerelerde olduklarını soruyorlardı. Güzelliği karşısında bir anda hayran olduğum genç bir esmer kız, iri yeşil gözlerini gözlerime dikmiş, akıl hastalarının bakışlarına benzeyen delice nazarlarla beni süzüyordu. Kendisine doğru bir adım atınca hafif sağa döndü, başını önüne eğdi. Sonra yüzünü çevirerek manasız, soğuk bir tebessümle baktı. Kendisine bozuk bir Türkçe ile ’Nasılsınız?’dedim. Birden ağız dolusu bir tükürük savurdu. Sonra şu satırları yazdığım anda kulaklarımda çınlayan berrak, temiz bir kahkaha attı; çıldırmıştı zavallı!..
Kızların bir çoğu payimal edilmiş!
Sonra öğrendiğimize göre Yunanlılar ve yerli Rumlar, bir mahallenin ne kadar genç kızı varsa, geceden toplamağa başlamış ve üçer beşer bu hamama tıkmışlar. İçlerinden bir çoğu payimal edilmiş, sabaha karşı kadınlardan en güzel ve tazelerini ayırarak çirkin ve cılız olanları serbest bırakmışlar. Maksatları bu kızları yanlarında götürüp, Yunan askerlerine kadın temin etmekmiş.
M.Pierre gece kiliseden çıkarak Türk evlerini teker teker gezmiş ve Yunanlılar’ın kendilerini öldüreceklerini söyleyerek kiliseye sığınmalarını istemiş. Kiliseye 3 bin kadar Türk toplanmış. Yunanlılar bunu duyup kiliseyi basmak istemişlerse de, Fransız Yüzbaşı Allen Goumard’ın sert tutumu üzerine girememişler.”
Yerli Rumlar da, şehit düşen asker ve komutanlara bile işkence yapıyor, kafalarını kesmek gibi uygarlık dışı her türlü yolu deniyordu. Manisa Papazlı Köyü’nün yerli Rumlar’ı, iyice azıtmışlar ve yakaladıkları Halit Paşa’nın da kafasını kesip, bir köylü ile Paşa’nın alayına göndermişlerdi.

İngiliz subayı Yunan zulmünü anlatıyor
HAMİLE KADINLARIN KARINLARINI DEŞTİLER !
29 Mayıs 1921 tarihli başka bir raporda, İngiliz Subayı, Yunanlı Teğmenin Türkler’e yaptığı zulmü anlatmaktadır:
Türkler evlerine girip kapıları kapayınca Yunanlılar köye girdiler ve hemen bütün evlere taksim oldular. Başlarında bir teğmen vardı. Evden çıkarılan kadın, kız, çocuk ve erkekler süngülerle dürtülerek meydanlığa toplandı. Hepsi durmadan dövülüyordu. Genç kızlara feci sarkıntılıklar yapılıyor ve elbiseleri süngü ile yırtılıyor ve göğüsleri kesiliyor. Yunan teğmenin yanına gittim. Bu vahşete neden lüzum gördüğünü sordum. Rumca bir şeyler söyledi ve beni azarladı. Tüylerim diken diken olarak daha feci manzaralara şahit oldum. (...) Kızlar, kadınlar bağırıp çağırıyorlardı. Yunan askerlerine yalvarıyorlar ve ayaklarına kapananlara merhamet edilmiyordu. Evlerin pencerelerinden alevler çıkmağa başlamıştı. Büyük ağacın altında bir genç kadın koyun gibi boğazlandı ve sonra karnı deşilerek çocuğu süngüye takılıp bir Türk erkeğine uzatıldı. Bu feci manzara bir saat sürdü. (...) Hava kararıncaya kadar vahşet devam etti.
Yunanlıların süngüledikleri Kara Ahmet Ömer’in karısı Fatma Hanım...



Yunan vahşeti Baltayla katlettikleri bir Türk köylüsünün naaşı başında poz veren Yunan askerleri (Üstte).






* İtalyan ressam Pisani’nin, evleri talan eden Yunan askerlerinin, Türkler’e reva gördüğü zulmü anlatan tablosu.




Tarih Başa Sarıyor -5-


Askere ‘attırılmayan’ kurşunu, bir sivil atıyor
Teslimiyetçiler gibi düşünmeyen Osman Nevres (Hasan Tahsin), Yunan müfrezelerinin karşısına atladı. Aynı anda, birkaç el tabanca sesi duyuldu. Yunan Efzun Alayının en önde yürüyen sancaktarı yere yığılmıştı
Osman Nevres (Hasan Tahsin), 30 yaşında, uzun boylu, yakışıklı, güler yüzlü ve “silahlı direnişi” savunan genç vatanseverlerden biriydi. Hukuk-u Beşer Gazetesi’nde başyazarlık yapıyordu. İşgali kabullenemiyor, “düşmana direnç gösterilmemesine” içerliyor, “Uyan, ey Türk oğlu, uyan!” diyerek ulusal bir görev yapıyordu:
“O Yunan gelsin (...) silâhlarımızı toplasın. Evlâtlarına silâh dağıtsınlar. Benliğimizi parçalasınlar. Ruhumuzu ezsinler. Fakat asla, asla unutmasınlar ki Türk ölmedi, yaşıyor. Kalbinin, ruhunun, Müslümanlığı’nın, peygamberinin telkin ettiği ilhamat (ilâhi düşünceler) ile yaşıyor. Ve burayı Yunan’a vermeyecektir. Vermek isteyecek kuvvetle paylaşacak kozumuz var. Hatta süngülerimiz, silâhlarımız olmasa bile... Asî ruhumuzla, coşkun kanlarımızla, hararetli vicdanlarımızla, sökülmeyen dişlerimizle bu memleketi müdafaa edeceğiz. Ne kadar zehirli olurlarsa olsunlar, o dişlerle, üstün maneviyatla kuvvetlenen dişlerimizle kalplerini parçalayacağız.”

Onurlu bir direniş
Osman Nevres (Hasan Tahsin), teslimiyetçiler gibi düşünmüyordu. Aklında “kahraman” olma düşüncesi yoktu, bu yüzden “gerçek bir kahraman” oldu. Teslimiyetçi hükümetin (İstanbul Hükümeti) “direnmeyin” emri onu etkilemedi.
Direnecekti.
Canı pahasına olsa da..
Mutlaka “onurlu bir direniş” verilmeliydi. Asker, sivil yüzlerce Türk’ün, “Zito Venizelos” diye bağırtılarak, süngülerle itip kakılarak, antrepolara, zindanlara ve gemi ambarlarına doğru götürüldüğünü gördükçe, dayanamadı. Kordon boyunda kilise çanları çalarken, ülkesinin işgalini seyreden zavallı kalabalıkları birdenbire yardı ve Yunan müfrezelerinin karşısına atladı:
“Yaşasın ulusumuz!”
Aynı anda, birkaç el tabanca sesi duyuldu. Yunan Efzun Alayının en önde yürüyen sancaktarı yere yığıldı. Ardından yanındaki.
O anda şehit düştü
İlk panik atlatılınca, ateş edenin tek kişi olduğunu gören işgalciler, Osman Nevres’e peş peşe kurşun yağdırmaya başladı. Elindeki tabancasının mermileri biten gazeteci Nevres, o anda şehit düştü. Yunanlılar hırsını alamamış, yerde cansız yatan 30 yaşındaki genç gazeteciyi süngülemeye başlamıştı. Tabanca sesini duyan limandaki Yunan savaş gemileri de, bir direniş olduğunu anlamış, korkudan, kıyıları ateşe tutmaya başlamıştı. Bu arada, Yunan’a “ilk kurşun”u atan, Osman Nevres’in o mübarek bedeni, işgalciler tarafından paramparça edilmişti... Yunanlılar, kentte “sıkıyönetim” ilan etti. Türkler dışarı çıkamazken, daha önce yan yana yaşadıkları Rumlar, silahlarıyla onların evine girerek, yağma, soygun, tecavüz ve katliamlara başladı. Yunan işgaline karşı koymak arzusundaki “direniş yanlısı, vatansever Türk gençleri”, Anadolu içlerine çekilmenin uygun olacağını düşündü. Fener Patrikhanesi’ne bağlı İzmir Metropoliti, ölen iki Yunanlı işgal askeri (Basile Delaris ve Jorj Papakostos) için görkemli bir cenaze töreni hazırlığına girişti.







İzmir’in işgali dünya basınında. 21 Haziran 1919 tarihli The Graphic dergisinin 83. sayfasında yayınlanan bu çizimde, karaya adım atan Yunan askerlerinin vahşeti gözler önüne seriliyor. Bir muhabir, o güne dair şunları yazıyor: Bir anda rıhtımın arkalarından makineli tüfek ateşi açıldı. Kalabalık panik içinde dağıldı. Askerler, önlerine çıkan her şeye ateş açmaya başladı. 20 kadar masum Türk yere yığıldı. (Kaynak: Atilla Oral / Jotun-Kuva-yı Milliye)













Yunan Efzun Alayının sancaktarını öldüren vatansever Hasan Tahsin, işgalciler tarafından şehit edilmişti. Alttaki fotoğraf ise, ilk kurşun atılmadan hemen önce çekilmişti.


İşgale tahammül edemeyen kahraman : Hasan Tahsin



Türk milliyetçileri ABD’lileri tutukluyor
İstanbul’un işgal edildiği gün (16 Mart 1920), Mustafa Kemal Anadolu’daki bütün İngiliz subay ve erlerini tutuklattı. Mustafa Kemal, gelişmeleri daha önceden gördüğü için önlemini de önceden almıştı. İstanbul’un işgalinden 2 ay önce (22 Ocak 1920’de), Kolordu Komutanlarına emir verdi. Bunu Nutuk’ta açıkladı. Öte yandan, bir Türk askerine (jandarmasına) karşı koyan ve onu tehdit eden Amerikalı Yakın Doğu’ya Yardım Komisyonu üyesi (Raymond Custer) yargılandı ve 6 ay hapse mahkum edildi. ABD Yardım Heyeti üyesini kurtarmak için girişilen tüm uluslararası girişimler sonuçsuz kaldı.
Mustafa Kemal’e darbe teklifi!..
Kara Kemal ve Sabri Toprak, “sahibi oldukları zengin mirası, İstanbul’da yapılacak bir hükümet darbesi ile Mustafa Kemal’in emrine vereceklerini” garanti etti
Mütareke yıllarında Dolmabahçe Sarayı önünde demirli Amerikan savaş gemileri.



Osmanlı Mebusan Meclisi’nin feshinden sonra İstanbul’da geniş bir tutuklama başlatıldı. Fethi (Okyar) Bey de bunlar arasındaydı. Vatanseverler Sansaryan Hanı’na yığılıyordu.
İstanbul’da başlayan bu tutuklamalar üzerine vatanseverleri bir dehşet almış, medenî işgalcilere ilk koyu kin bağlanmaya başlamıştı. Yalnız düşmanların emellerine hizmet eden İtilâf ve Hürriyetçi geçinenler az çok kendi işgüzarlıkları saydıkları bu rezilliği onur kabul ediyorlardı. Hıristiyan unsurlar silahlandırılıyor ve örgütleniyordu.
Silik adlılar, meçhul kimlikliler, İzmir’e kadar bile vatanı tanımayan belirsiz hânedan damatları meydana çıkartılıyor, işbaşına getiriliyordu. Her haliyle ölüme ortak olmuş vezirler (bakanlar), vekiller (milletvekilleri) ve subaylar diriltiliyor, (ellerinde) ilâç şişeleriyle devletin en ağır sorumlu makamlarına oturtuluyordu.
Ölüm mahkûmları
Değerli ve özverili vatandaşlara “sürgün ve ölüm mahkûmları” unvanı verenler; asil kökün kurutulması için ülke ve ulusun can damarlarını kesmekle ve bu vatanseverleri uzun yıllar hapse mahkûm etmekle ulusal varlığı boğuyorlar, ülkeyi düşmanlarla birlikte uçuruma yuvarlıyorlardı.
Bu kanlı maceraları her gün yakından gören ve bu gidişattaki acılığın ağırlığını büyük hassasiyetle en çok duyan Atatürk’ün evini bile aramaya ve annesinin mânevi evlâtlarını alıp götürmeye işgal kuvvetleri polisi cür’et gösteriyordu.
Evvelce o coşkun kaynaktan kuvvet ve kudret almaya, teselli bulmaya ya da kırılan ümitlerini canlandırmaya gelmiş olanlar, şimdi Atatürk’ün evinin kapısını çalmaya cesaret edemiyorlardı.
Bir terörün bütün şiddetiyle başladığı dehşet, bir aralık hızını kaybeder gibi oldu. Fethi Okyar tahliye edildi. Fethi Okyar’ın bu kurtuluşuna kendisinden çok Atatürk sevinmişti. Olayların alacağı şekle göre pusuya sinmiş olanlar, yavaş yavaş Atatürk’le görüşmek için fırsat aramaya başladı. İttihat ve Terakki, parti ve örgütünü, kaçan reislerinin değiştirdiği adıyla ve var olan parasıyla ve malıyla Sabri Toprak ve Kara Kemal’in eline bırakmıştı.
Halk örgütlenmeli
İşte bu koşullarda Kara Kemal ve Sabri Toprak, Paşa’yı ziyarete geldiler. “Sahibi oldukları zengin mirası, İstanbul’da yapılacak bir hükümet darbesi ile Mustafa Kemal’in emrine vereceklerini” garanti ettiler.
Mustafa Kemal ise, çok az tanıdığı ve güven duymadığı bu kişilere “Hükümet darbesinin sonuç almayacağını, temel olanın ulusal yapıyı harekete geçirmek ve bunun için yalnızca İstanbul’da değil bütün vatanda halkı örgütlemek olduğunu” anlattı.

Tarih Başa Sarıyor -6-


Hektor’un öcünü aldım!
Mustafa Kemal, “Anadolu’nun sahipliği” konusunda safsatalara göndermede bulunacak ve “Türkler’in Anadolu’da 7 bin yıldır var olduğunu” söyleyecekti.
Tıpkı, Çanakkale zaferi ve Kurtuluş Savaşı’ndan sonra, “Hektor’un öcünü aldım” demesi gibi..
1071’den bu yana süregelen “Türkler’i Anadolu’dan atmak” düşüncesi hiçbir zaman unutulmuyordu. Rum gazeteleri artık azıtmış, gemi azıya almış ve dizginlenemiyordu: “Türkler geldikleri yerlere artık dönmelidir..”
Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda imzalanan Mondros Anlaşması’ndan cesaret alan Rumlar, azmamak için ancak bir ay bekleyebilmiş ve sonunda patlamıştı. (Bu savaşta 600.000 Türk şehit olmuş, 1912 ve 1922’yi kapsayan
10 yıl içinde ise 1.200.000. Türk yerinden yurdundan edilmiş, göç etmek zorunda kalmıştı!..) 2 Aralık’ta (1918) ise Yenigün Gazetesi, Rumlar’a cevap veriyordu: “Buradayız ve kalıyoruz!..”
Yaptığı hiçbir şey “tesadüf olmayan” Mustafa Kemal ise, yıllar sonra, “Anadolu’nun sahipliği” konusunda bu safsatalara göndermede bulunacak ve “Türkler’in Anadolu’da 7 bin yıldır var olduğunu” söyleyecekti.
Anadolu’nun Türkleşmesi
Tıpkı, Yunanlılar’ın “Ege” dediği denize “Akdeniz” diyerek onların tezlerini reddettiği gibi ( “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!..” ) Tıpkı, Alparslan’ın Malazgirt Savaşı’nı kazandığı “26 Ağustos’u”, Anadolu’nun yeniden Türkleşmesinin başlangıcı olan Büyük Taarruz’un başlangıç günü olarak seçmesi gibi.
Tıpkı, Çanakkale zaferi ve Kurtuluş Savaşı’ndan sonra, “Hektor’un öcünü aldım” demesi gibi..
“Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği bir seçkin varlığın yüksek belirlemesine, yüksek sahne oldu. Bu sahne 7 bin yıllık, en aşağı, bir Türk beşiğidir. Beşik, doğanın rüzgârlarıyla sallandı; beşiğin içindeki çocuk, doğanın yağmurlarıyla yıkandı; o çocuk doğanın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvelâ korkar gibi oldu; sonra onlara alıştı; onları doğanın babası tanıdı; onların oğlu oldu. Bir gün o doğa çocuğu, doğa oldu; şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu. Türk budur: Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir.”
(Atatürk’ün el yazısı)
Medeniyetin varisleriyiz
Yaşayan en büyük Osmanlı tarihçisi Prof. Dr. Halil İnalcık da, 2007 yılında Batı’nın süregelen bu iddialarına şu bilimsel yanıtı verdi:
“Bundan bir asır önce, T.G.Djuvanr adında bir Fransız ’Türkiye’nin 100 Parçalanma Projesi’ diye bir kitap yazdı. Bir asır önce biz, 100 defa parçalandık ama yine ayakta kaldık. Bugün dünyanın sayılı devletlerindeniz. Gelecek çok parlaktır. (...) Kendimizi küçük görmeyelim. Bu topraklar üzerinde 7 bin senelik bir kültürün, medeniyetin varisleriyiz ve yine de dünyada yerimizi alacağız. (...) Türkiye’nin geleceğine büyük itimadım, büyük umutlarım var.”
Mustafa Kemal: Muvaffak olamazsam ölmüş olurum”
Dokuzuncu Ordu Müfettişliği’ne atanmayı başaran Mustafa Kemal Paşa, Akaretler’deki evinde annesine vedaya gitti. Sevgili annesinin elini öptü, kız kardeşi Makbule’nin hatırını sordu ve yer sofrasına bağdaş kurup oturdu. Ertesi gün Samsun’a hareket edeceğini annesine nasıl söyleyecekti?.. Bu heyecanla yediği yemekten zevk almıyor, annesini üzmemeyi düşünüyordu. Birdenbire söze başladı: “Anne, ben yarın Anadolu’ya gidiyorum. Buraların hâli malûm değil. Selânik nasıl elden gittiyse, buralar da öyle olabilir. Ben, kurtarmaya çalışacağım. Ne elimden gelirse onu yapacağım. Fakat bu işte tehlike çoktur. Hesapta ölmek, gidip gelmemek vardır. Bana hakkını helâl et!.. Sen de bunları iyi dinle Makbuş (Makbule). İşler fenaya dönerse, sakın buradan ayrılmayın. Bütün paranızı sarf edersiniz, paranız biterse halılarınızı, kıymetli eşyalarınızı satarsınız. Bir kere daha söylüyorum. Ne olursa olsun yola çıkmaya kalkmayacaksınız. Muvaffak olamazsam zaten sizi öldürürler, o zaman elbet, ben de ölmüş olurum.”

Evde derin bir teessür...
Bu sözler annesi ve kız kardeşi için “beklenmedik bir darbe” idi. Gerisini kız kardeşi Makbule (Atadan) anlatıyor:
“Onun sözlerini anne kız bir bardak zehir gibi yutmuştuk. Benim boğazım kurumuş, ciğerlerim sanki birbirine kenetlenmişti. Annem çok sevdiği Mustafa’sının bu sözlerinden derin bir teessüre (üzüntüye) düşmüş ve hemen şiddetli bir kalp krizi ile sarsılmaya başlamıştı. Bu şiddetli kriz, bize her şeyi unutturdu.
Zavallı anacağıma nefes aldırmak için pencereleri açtık, kucağımızda onu sofaya çıkardık. Atatürk heyecan içinde söylediği sözlerin tesirini izale etmek (gidermek) istermiş gibi annemi:
- Anne merak etme, bu kadar üzülme... Ben size en kötü ihtimali anlattım, muvaffak olmam ihtimali de kuvvetlidir. Tekrar buraya dönerim. Sizi yanıma aldırırım. Üzülme... diye teselli etmeye çalışıyordu.
Doktor Rasim Ferit (Talay) vaktinde yetişmemiş olsaydı, o akşam annem ölebilirdi. Sabaha kadar onunla uğraştık, şafak sökerken biraz rahatlar gibi oldu ve o zaman da ayrılık vakti geldi.”
Sabahleyin, annesinin doktor denetiminde kendisine geldiğini gören Mustafa Kemal, tekrar anneciğinin elini öptü ve İngilizler’in kontrolündeki Galata rıhtımına geldi; kendisini bekleyen Bandırma Vapuru’na binerek kıyıdan açıkta beklemeye başladı.
Annesinden helallik istedi
Dokuzuncu Ordu Müfettişliği’ne tayin edilen Mustafa Kemal, Samsun’a hareketinden önce helallik istemek için Akaretler’deki evine gitti.


Annesi Zübeyde Hanım ve kardeşi Makbule’ye veda eden Mustafa Kemal,


Bandırma Vapuru’na binerek Samsun’a doğru yola çıktı.
İşgal hatırası!
İngiliz işgali altındaki İstanbul’dan iki görünüş. Tarihi Galata Köprüsü’nde gezintiye çıkan ve Bakırköy sahilinde çay keyfi yapan İngiliz subaylar...
Anafartalar Kahramanı
Albay Mustafa Kemal’in Anafartalar Grubu Komutanlığı’na atanmasından sonra saldırı emri vermesi, savaşın seyrini değiştirmişti.



Geri püskürtülen İngilizler, 19-20 Aralık 1915 gecesi Anafartalar’ı ve Arıburnu’nu boşaltarak geri
çekilmek zorunda kalmıştı.





Mütareke basını ülkesine küfrediyor!..
Yıllar sonra, satılmışlığın ifadesi olarak “mütareke basını” biçiminde anılacak olan gazetelerden Alemdar Gazetesi, direniş gösteren “ulusalcılara” kızıyor, şöyle yazıyordu:
“Protestocuların ’İzmir’in Yunanistan’a ilhakından’söz etmeleri, böyle telgraf çekmeleri yanlıştır. Karşımızda Yunanistan’ı bile görmüyoruz. Sadece İtilaf Devletleri mevcuttur. Bunlara karşı Hükümet zaten gereken girişimlerde bulunmaktadır.”
Sözde İslâm’ı Yükseltme (Teâli) Cemiyeti ise, ulusalcılara hakaret yağdırırken sömürgeci (emperyalist) işgalcilere nasıl sevgiyle (!) yaklaştığını da ortaya koyuyordu:
“Ey Anadolu’nun masum ve mazlum ahâlisi!
(...)
On iki sene evvel ’İttihâd ve Terakkî’adıyla ülkemizde bir bid’at çıktı. Selânik dönmeleriyle (Sabetayist demek istiyor!. -HC) aslı, soyu, mezhep ve meşrebi belirsiz çeşitli türedilerden oluşan bu cemiyet, ’İstibdâdı (baskıyı) kaldıracağız, meşrutiyet ve hürriyet getireceğiz, hükümet halka zulmetmeyecek, halk rahat edecek, devletlerin yanında değerimiz bilinecek’ diye bizi aldattı.
(...)
... bu defa da Anadolu’da Mustafa Kemal ve Kuvâ-yi Milliye maskaraları, Yunan askerlerinin önünden korkakça kaçarken, zavallı saf ve gafil halk ve askerden topladıkları kuvvetleri düşmanla savaştırarak ... zavallı askerlerimizi ve halkımızı boşu boşuna kırdırmak yöntemini izliyorlar. Çaresiz millet! Bu yankesicilerin hilelerini hâlâ tümüyle anlayamamıştır... Memleket bunların fitne ve fesadı uğruna milyonlarca evlâdını telef ediyor da Talât, Enver, Cemal, Mustafa Kemal gibi beş on eşkıyânın bedenini ortadan kaldırmak için gereken küçük özveriyi göze aldıramayarak ülkeyi ve kendilerini ebedî tehlikeden kurtarmak ve esenliğe çıkarmak yolunu kavrayamadı ve hâlâ da kavrayamıyor!
(...)
İngilizler’i kızdırdınız, üzerimize Yunanlılar’ı musallat ettiler. Savaşta yenildikten sonra uslu oturmak ve yenilginin sonucuna katlanarak sabırla telâfi etmekten başka çare var mıdır? Yunanlılar’la savaşa tutuşuyor, sonra da bir taraftan kaçıyor ve bir taraftan ’Şöyle direndik, böyle kayıp verdik’ gibi yalanlarla halkı kandırmaya çalışıyorsunuz! Düşünmüyorsunuz ki, Yunanlılar’a fazla kayıp verdirmek bile bundan sonra bizim için hayırlı ve yararlı bir şey olamaz.
(...)
Ey yalancı ve azılı eşkıyâlar! (...) Yağmacılar.. Kendinize ne hakla, ne yüzle, ne utanmazlıkla Kuvâ-yi Milliye unvanını veriyorsunuz? Milleti öldürerek, mahvederek milletin hakkını savunacaksınız, öyle mi? Utanmaz hâinler, artık yetişir, yakamızı bırakın: Cenâb-ı Hakk’ın gazap ve lâneti sizin üzerinize olsun!
(...)
Kuvâ-yi Milliye eşkıyâsı İstanbul’u da elimizden çıkarmak ve ülkeye son hizmet biçiminde son ihânetlerini de yapmak için çalışıyorlar.”
Bu sözlere karşı söylenecek sözcük var mı günümüzde? (Sizler bulabiliyor musunuz?..)




Tarih Başa Sarıyor -7-

Kuvayı Milliye’nin en ateşli düşmanı
Mütareke basınının önde gelenlerinden Peyâm-ı Sabah Gazetesi de, Kuvayi Milliye’ye yapılan hakaretlere geniş yer ayırıyordu. Bu gazetede, Kuvayi Milliye iyice ortaya çıkıp, tanındıktan sonra bile, sözde “Türk Teâli (Yükseltme) Cemiyeti” nin “Vatandaşlara Bildiri” adı altında yayınladığı yazıda ağır hakaretler yer almaya devam ediyordu:
“Millî Teşkilâta aldanmayınız.
(...)
Şimdiye kadar Türk olmadıkları halde Türk Milleti’nin başına geçerek, kendilerini öz Türk gösteren ve Türk’ün malını, canını, ırzını yok eden, çocukları öksüz, kadınları dul, evleri yoksul bırakan, bunu kendisine iş ve güç edinerek çeşitli ad ve unvanlar takınarak ortaya çıkan ve her gün Türkler’i aldatan hainlere aldanmayınız.
Türk Milleti böyle korkunç kara çok kara günler görmüş geçirmiştir. Böyle günlerde, peygamber postunda oturan ulu padişahlarının taç ve tahtı etrafında güçlü olarak toplanmış ve kendilerini esenliğe çıkarmıştır. Şu zamanlarda tarihten ibret alalım. Süslü ve yaldızlı sözlerle ortalığı velveleye veren, Arnavut’u Türk’ten, Kürt’ü Türk’ten ve arada kalan Çerkez’i bu defa Türk’ten ayırmaya çalışan ve bugünkü durumun oluşumuna neden olan Kuvayi Milliye adıyla çıkar sağlayan ve Moskof elindeki Bolşeviklik kafasını taşıyanlar gibi yersiz yurtsuz serserileri, eski zamanlarda padişahlarımız birer birer tepelediler ve milletin gayretine güvenerek milleti kurtardılar. (...)
Ey Türk ve Müslüman kardaş! Seni aldatmak isteyene, hamiyetten, milliyetten, dinden söz edene sor, necisin? Çiftin, çubuğun, öküzün, tarlan var mı? Nerelisin? Hangi köydensin? Anlarsın ki bunlar, şeytan gibi kovulmuş ve seni de ülkeden kovdurtmaya, öldürtmeye ve en sonunda malını, paranı soymaya gelmiş, yersiz yurtsuz Türk olmayan yabancılardır.(...) Bilmeyerek şu toprağa ihanet etme, hilâfet ve saltanata bağlanmaktan ayrılma.”
“İşgalcinin merhametine sığınarak” devlet yönettiğini sanan Vali İzzet gibileri için, Atatürk, “...Yüreksizlerin, yabancı hayranlarının, umutsuzların ve korkakların Anadolu’nun bağrında yeri yoktur” diyordu. 1927’de de ulusu şöyle uyaracaktı:
“...Sırası gelmişken, saygıdeğer ulusuma şunu öğütlerim ki: Bağrında yetiştirerek, başının üstüne dek çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki öz mayayı çok iyi incelemek dikkatinden, bir an vazgeçmesin!”
Kuvayı Milliye’nin en ateşli düşmanı Peyâm-ı Sabah Gazetesi’nin başyazarı hain Ali Kemal, İzmit’te linç edilerek öldürülmüştü.


Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkmasıyla yeni bir devir başlıyordu
Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu grup, I. Dünya Savaşı’nda yenilmiş, şartları ağır bir ateşkes antlaşması imzalanmıştı
Mustafa Kemal’in 1919’da Samsun’a ayak basmasıyla, son yüzyıl Türkler’i için yeni bir Ergenekon’un kapısı açılıyordu
19 MAYIS : Yeni bir Ergenekon
İstanbul’da 80 bin kişinin büyük bir protesto mitingi yaptığı saatlerde Mustafa Kemal Samsun’a çıktı. “Son yüzyıl Türkler’i için yeni bir Ergenekon’un kapısı açılıyor ve yeni bir devrin tarihi başlıyordu.”
Mustafa Kemal Samsun’a çıktığında “ülkenin genel durumu ve görünüşü” şöyleydi. Mustafa Kemal anlatıyor:
“1919 yılı Mayıs’ının 19’uncu günü Samsun’a çıktım. Ülkenin genel durumu ve görünüşü şöyledir:
Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu grup, 1.Dünya Savaşı’nda yenilmiş, Osmanlı Ordusu her tarafta zedelenmiş, şartları ağır bir ateşkes anlaşması imzalanmış. Büyük Savaş’ın uzun yılları boyunca millet yorgun ve fakir bir durumda. (...) Saltanat ve hilâfet makamında oturan Vahdettin soysuzlaşmış, şahsını ve bir de tahtını koruyabileceğini hayal ettiği alçakça tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşa başkanlığındaki hükûmet âciz, haysiyetsiz ve korkak. Yalnız padişahın iradesine boyun eğmekte ve onunla birlikte kendilerini koruyabilecekleri herhangi bir duruma razı.
Ordunun elinden silâhları ve cephanesi alınmış ve alınmakta...
İtilâf donanmaları ve askerleri İstanbul’da
İtilâf Devletleri, ateşkes anlaşmasının hükümlerine uymayı gerekli bulmuyorlar. Birer bahane ile İtilâf donanmaları ve askerleri İstanbul’da. Adana ili Fransızlar; Urfa, Maraş, Ayıntap (Gaziantep) İngilizler tarafından işgal edilmiş. Antalya ve Konya’da İtalyan askeri birlikleri, Merzifon ve Samsun’da İngiliz askerleri bulunuyor. Her tarafta yabancı subay ve memurlar ile özel ajanlar faaliyette. Nihayet, konuşmamıza başlangıç olarak aldığımız tarihten dört gün önce, 15 Mayıs 1919’da, İtilâf Devletleri’nin uygun bulması ile Yunan ordusu da İzmir’e çıkartılıyor.
Bundan başka, memleketin her tarafında Hıristiyan azınlıklar gizli veya açıktan açığa kendi özel emel ve maksatlarını gerçekleştirmeye, devleti bir an önce çökertmeye çalışıyorlar.
Sonradan elde edilen güvenilir bilgi ve belgelerle iyice anlaşılmıştır ki, İstanbul Rum Patrikhanesi’nde kurulan Mavri Mira Hey’eti illerde çeteler kurmak ve idare etmek, gösteri toplantıları ve propagandalar yaptırmakla meşgul. (...)”
İşgalciler cephaneye el koydular
Birinci Dünya Savaşı’nda yenilen Osmanlı Devleti, imzaladığı ateşkes antlaşması gereği elindeki silah ve cephaneleri teslim etmek zorunda bırakılmıştı. İşgalciler tarafından el konulan Osmanlı Ordusu’na ait silah ve mühimmatlar, depolara istif ediliyordu. Amaçları, Türk halkını silahsız bırakabilmekti...






Cumhuriyet hiç bu kadar tehditle karşılaşmadı
Türk Ordusu’nun 25. Genelkurmay Başkanı olan Orgeneral Yaşar Büyükanıt da, aynı dönemi, “Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu günden bu güne kadar hiçbir zaman, bu kadar tehditle aynı anda karşı karşıya gelmemiştir” sözleriyle ifade etti. Bir yıl önce, “Ulusal kimliğimizi parçalamak, ’bölünmeye hazır bir Türkiye’görmek isteyenler var” diyen Orgeneral Büyükanıt, “Kendi ulusumuzu tabii ki seveceğiz ve daha açıkçası sevmeyenlerden de nefret edeceğiz.(...) Avrupa Parlamentosu’nda, terörle mücadelemizi ’saldırgan askeri operasyonlar’olarak niteleyen düşünce ve ifade şeklini esefle kınıyorum.(...) Bu tür ifadeleri, Türkiye Cumhuriyeti’ni uyandırması gereken çan sesleri olarak izlemekteyim.(...) Türkiye’nin ve ulusumuzun güçlü ve dinamik yapısı, ülke sevgisi, bu düşünceleri ifade edenlerin yüzüne bir şamar gibi çarpacaktır” diye devam etmişti.
2000’li yılların başlarında genel durum: Kurtuluş Savaşı’ndan sonraki en zor dönem!..
2000’li yılların başlarında “mütareke dönemi” ne geri dönüldü.. Falih Rıfkı Atay’ın sözüyle, “Bize ait olduğunu söylediğimiz bu memlekette”, bize ait hiçbir şey kalmıyor!.. Topraklarımız ve bankalarımız yabancılara satılıyor; her türlü ulaşım ve haberleşme sistemimiz yabancıların denetimi altına giriyor; limanlarımız bizim olmaktan çıkıyor; dev iletişim şirketlerimiz (kablolu ve kablosuz telefon şirketlerimiz, Türk Telekom, tüm cep telefonu şirketleri) yabancıların eline geçiyor; televizyon, radyo ve gazeteleri yabancı parası satın alıyor; Sevr hortlatılıyor; ABD ve AB destekli Kürt isyanları çıkarılıyor; madenlerimiz satılıyor; hayat damarlarımız Dicle ve Fırat nehirlerinin denetimi uluslararası yabancılar yönetimine bırakılmak üzere; sözde Türk(!) kimi edebiyatçı, şair ve yazarlar Türklüğe, Türk bayrağına, ulusal marşımıza ve dinimize sövüyor; bizi almayacaklarını kesinlikle ve defalarca açıklayan AB’ye hayâli üyelik uğruna ulusal egemenliğimizi parça parça elden çıkarıyoruz; savaş nedeni olarak açıklanan kırmızı çizgilerimiz birer birer yok oluyor; “müttefikimiz” (!) ABD Kuzey Irak’ta (Süleymaniye’de) “Türk askerinin başına çuval” geçiriyor; Türkiye’de (Adana’da) İncirlik Üssü’nde Türk Binbaşı, yine Amerikan askerleri tarafından “kelepçeleniyor” ; resmi ziyaretle Yunanistan’a giden askerlerimizin odasına giren Yunanlılar Türk bayrağını yırtıyor, üzerine çirkin yazılar yazıyor; Genelkurmay Başkanının resmi davetlisi olarak Türkiye’ye gelen Yunanistan Genelkurmay Başkanı, “ekümenik” (evrensel) olduğunda ısrar eden Fener Rum Patriği Bartholemeos’un elini öpüyor; Türkiye’yi ziyaret eden ABD Başkanı George W. Bush’un korumaları, kendisiyle tokalaşmak isteyen bakanlarımıza kendi yurdunda “terörist” muamelesi yapıyor ve bileklerinden tutarak avuçlarının içini kontrol ediyor; Türk yurdu KKTC’yi kendi elimizle Rumlar’a teslim ediyoruz; Batı Trakya’daki (Yunanistan’daki) soydaşlarımız Türkler ile Irak’taki soydaşlarımız Türkmenler’e sahip çıkamıyoruz; ve kan uykularında ihanetleri görüyoruz!.. 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, 2000’li yılların başlarında yaşanan bu süreci Çankaya Köşkü’nde şu sözlerle özetledi!: “Cumhuriyet’in kurtuluş ve kuruluş döneminden sonraki en zor dönem!..”

ABD’nin başına çuval geçirdiği Türk askeri.

YARIN: Hükümet yabancıların elinde esirdir

GURURLANACAĞIMIZA EZİLİYOR, HAYKIRACAĞIMIZA SUSUYORUZ!

FW: ‏
Kimden: halil babacan (tolgababacan_8@hotmail.com)
Gönderme tarihi: 31 Aralık 2008 Çarşamba 01:12:00


6 ek
ozurdiler...jpg (52,2 KB), ozurdiler...jpg (59,6 KB), ozurdiler...jpg (86,3 KB), ozurdiler...jpg (65,8 KB), ozurdiler...jpg (65,0 KB), ozurdiler...jpg (81,8 KB)




--------------------------------------------------------------------------------


ÖZÜR DİLERİZ

anavatanımız bozkırlardan gelip Anadolu'nun verimli topraklarını aldığımız için
Bizans imparatorluğunu yıkıp,İstanbulu fethettiğimiz için,
Preveze'de haçlı donanmasını denize gömdüğümüz Andrea Doryanın karizmasını çizdiğimiz için,
Hazır Sevr varken,kurtuluş savaşını başlatıp Lozan'ı imzalattığımız için;
Halen bağımsız bir Türkiye olduğumuz için herkesten özür dileriz...

Bizim özür dilememizle tatmin olmayacaksınız biliyoruz,zulüm ve mezaliminizden kurtulmayan kurtulan kim varsa onlar da sizden özür dilemeye hazırlar...evet bunu da istersiniz buyrun öyleyse,

Gururlanacağımıza eziliyor, haykıracağımıza susuyoruz!

içime sindiremiyorum. ..

SOYKIRIM YAPMADIK, VATAN SAVUNDUK.. ÖZÜR DİLEMİYORUZ...

From: ilkaygunay82@hotmail.com
Subject: Soykırım yapmadık, vatan savunduk.. özür dilemiyoruz...
Date: Thu, 18 Dec 2008 09:32:03 +0200



Soykırım yapmadık, vatan savunduk.. özür dilemiyoruz...



çağrımıza siz de katılın! Katılmak için www.ozurdileme.com

Kendilerini “aydın” olarak niteleyen ancak kesinlikle Türk bayrağının dalgalandığı bütün yurt topraklarında yaşayan hiçbir insanımızı temsil etmeyen bu şahısların “Özür Diliyoruz” adı altında başlattığı kampanyayı nefretle kınıyoruz.

Tarihsel belgeler ortadadır;

Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı İmparatorluğu topraklarını paylaşım savaşıdır.

Bu savaşta, yüzlerce yıl Türkler, Kürtler, Lazlar, Çerkesler ile kardeşçe yaşayan Ermeni halkı, 1830’lu yıllardan itibaren topraklarımıza giriş yapan Amerikan misyonerleri tarafından kışkırtılmıştır.

Bazı Ermeniler, Çarlık Rusyası, Fransa ve diğer emperyalist güçlerle birlikte hareket etmiş, çeteler oluşturmuş ve Anadolu’da yıllarca kardeşçe yaşadıkları Türkleri kırıma uğratmıştır.

Ermeni Taşnak Partisi lideri ve bağımsız Ermenistan'ın (1918-19) ilk başbakanı Ovanes Kaçaznuni bile 1923 Parti Kongresi'ne sunduğu ve daha sonra kitap halinde yayımlanan raporunda geçmişin şu özeleştirisini yaparak 1914-1923 yılları arasındaki süreci savaş hali diye tanımlar ve şu tespitleri yapar: "Türklere karşı milis birlikleri oluşturulması ve Rusya'ya koşulsuz bağlılık gösterilmesi hatadır... Osmanlı yönetimi zorunlu göç kararını savunma güdüsüyle almıştır..."

Arşivlerde, Çarlık Rusya’sı destekli Ermeni çetelerinin 525 bin Türk’ü katlettiği belgelenmiştir.

Hal böyleyken, İttihat ve Terakki yönetimi, 1915’te vatan savunması için, cephe gerisini garantiye almak için Ermenilerin tehciri yönünde bir karar almıştır. Bu süreçte karşılıklı kırımlar olmuştur. Ancak bu asla ve asla bir soykırım değildir.

Bu tartışma tarihi değil, siyasidir. Amerika Birleşik Devletleri Temsilciler Meclisi’nde ve daha birçok emperyalist ülkenin parlamentolarındaki tasarılarda “1915-1923” tarihleri arasında “sözde Ermeni soykırımı yapıldığı” iddia edilmiştir. Bu tarihler bile bu kararın siyasi olduğunu kanıtlamaktadır.

Kurtuluş Savaşımızı “Soykırım”, Türkiye Cumhuriyeti’ni “Soykırım üzerine kurulmuş bir devlet”, başta Atatürk olmak üzere Kurtuluş Savaşımızın önder kadrolarını da “soykırımcı” ilan edeceklerdir.

Atalarımız (ne Osmanlı yönetimindeki İttihat ve Terakki yöneticileri ne de başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere liderlerimiz) soykırımcı değil, vatan savunması yapan bağımsızlık savaşçılarıydı. Bu oyuna gelmeyeceğiz. Bu oyunu bozacağız.

Biz, Türk Milleti olarak ÖZÜR DİLEMİYORUZ. Yüzlerce yıldır bulunduğumuz coğrafyada kardeş halkları birbirine düşüren emperyalistlere, başta Mehmetçiklerimizin kanları olmak üzere, dökülmesinde payları bulundukları her damla kan için özür diletmeye Türk Milleti ve gençliği olarak YEMİN EDİYORUZ.



Sizde destek vermek isterseniz www.ozurdileme.com adresine imzalarınızla katılabilirsiniz.

TAYYİBİMİZE BİR ÖDÜL DE BİZ VERELİM

Tayyip ve F-Tipi kaderdaşlarının Türk Milleti'nin ayrılmaz parçası şanlı Türk Ordusunun başına Süleymaniye'den sonra Tekirdağ ve Silivri'de de çuval geçirtilmesinden dolayı Gösterdikleri Üstün Hizmetler Nedeniyle "TÜRK ORDUSUNUN BAŞINA ÇUVAL GEÇİRTME CESARETLERİNDEKİ AZİMLİLİĞİN ARTARAK DEVAM ETMESİNE HAMDOLSUN ÖDÜLÜ!"nü gerçekten haketmişlerdir!

Bu nedenle, Türk Ordusunu efendileri AB-D'ye şikayet ederek AB-D-İSRAİL EVANGELİST-SİYONİST HAÇLI İTTİFAKININ SÜLEYMANİYE'DEKİ ASKERLERİMİZİN BAŞINA ÇUVAL GEÇİRMESİNDE ÜSTÜN GAYRETLERİ VE HİZMETLERİ OLAN MUTENA KİŞİLERİMİZİN (bebecanımız, ayıbımız ve gülümüzün) BAŞIMIZDAN EKSİK OLMAMASI, EVANGELİST-SİYONİST HAÇLI İTTİFAKININ BOP EŞBAŞKANI RÜTBESİYLE TALTİF EDİLMELERİNE JEST OLARAK TERÖRİSTBAŞI APO'YA 'SAYIN', ŞEHİTLERİMİZE 'KELLE' DEDİKLERİ İÇİN BİR TON KÖMÜR İKİ ÇUVAL PATATESLE MAKARNA PAKETİNE FİTLEŞTİRİLMİŞ F-TİPİ KULLARINCA %47 OYLA ÖDÜLLENDİRİLEN İŞBU BOP EŞBAŞKANLARIMIZIN, başımızın üzerine çıkardığımız bu üstün şahısların, en son 2009 yılı başından beri Gazze'de Filistinlileri çoluk çocuk demeden soykırıma tabi tutan siyonist-faşist din devleti İsrailin TBMM tarafından kınanmasını engelleyerek kadim Siyonizm dostluğunu hakeden üstün gayretleri, Türk Milletini ve Türkiye Cumhuriyetini insanlık tarihi önünde rezil etmede gösterdikleri üstün yeteneklilikleri Yüce Türk Milleti'nce 29 Mart 2009 Yerel Seçimlerinde de ödüllendirilmeli ve Evangelist-Siyonist efendilerinin yanına en kısa zamanda avdet etmeleri sağlanmalıdır.
İletişim Bilgileri
Yer:
Ankara, Türkiye

Bebek Katili Artin Öcalanyan'ın (APO=AB-D KÖPEĞİ) psikolojisi mi bozulmuş?

Apo'nun Derdi Türkiye'yi Gerdi: Apo Öcalanyan'ın Bozulmuş Psikolojisini Sevsinler...

Avrupa Devletleri kendi milletlerinin kanını içen İkinci Dünya Savaşı Suçlusu vampirlerini hapishanelerinde ömür boyu mahkum edip hiç kimseyle konuşmasına müsaade etmeden tek başına hapishanelerinde hapsedebilirken, İmralı'da bize zorla beslettikleri kadim finolarından Bebek Katili Artin Öcalanyan'ına sahip çıkıp "Psikolojisi bozulmasın diye yanına pkk köpek sürüsünden seçecekleri" sohbet arkadaşlarını göndermek istiyor. Apo canisinin canı sıkılmasın diye sohbet için yanına yandaşlarını göndereceklerine, ikinci dünya savaşı suçlusu olarak Nuremberg'de yargılayıp bir ömür boyu tek başına kimseyle görüştürmeden tuttukları Nazi Savaş Suçlusu Rudolf Hess'in hapsedildiği Berlin Spandau Hapishanesi koşullarında mahkumiyetine devam edilmesi için çalışmaları daha doğru olmaz mı? İkibin yüzlü Avrupa, kendi Nazi katillerinden Rudolf Hess'i tek başına Berlin Spandau Hapishanesinde ölünceye kadar tutmuşken, Türkiye Cumhuriyetini bölmek için AB-D'ye uşaklık eden Bebek Katilini himaye ediyor ve cani ruhlu psikopat ermeni dönmesi Apo köpeğinin psikolojisinin bozulmaması için onu yalnız bırakmıyor; köpeğinin olmayan insanlığının hakkını savunuyor. Madem insan haklarına bu kadar saygılıydınız; Bebek Katilinizi ne diye insan sınıfına sokuyorsunuz. Yoksa, Avrupalı Emperyalist devletler olarak kadim köpeğiniz Apo için istediğiniz insani yaşam hakkını niye pkk'lı terörist köpeklerinizin vahşice katlettiği, henüz siz Emperyalistlerin pisliklerini tanıyamadan öldürülen masum bebeklerimizden ve yurttaşlarımızdan esirgiyorsunuz? SİZİ GİDİ SAHTEKÂRLIK ÜSTATLARI AVRUPALI HAÇLI İRTİCACI EVANGELİST-SİYONİST İKİBİNYÜZLÜ SOYTARILAR!!!!??? SİZİ GİDİ SİZİ!!!!... Türk Milletinin siz Avrupa'lı soytarıları ve köpeklerini bilmediğini mi sanıyorsunuz?!!... HADİ ORDAN SERSEMLER!!! SİZİ GİDİ SİZİ!!!...... Apo köpeği için Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne sömürge muamelesi yapamazsınız! Türkiye Cumhuriyeti Makamlarının, vatanına ihanet eden hainleri nerede ve nasıl hapsedeceği konusunda yabancı devletlerin tavsiyelerine ihtiyacı yoktur! Sözünüzü ancak işbirlikçi Bop eşbaşkanı memurlarınıza geçirtebilrsiniz; Yüce Türk Milletine asla!!!!!.........

ATATÜRK'ÜN KORKU VEREN NOTU (NOTASI)

Aslan Tektaş
16 Aralık 2008

Atatürk’ün korku veren notu

Hergünüm haberle, hareketle gelişmeleri takip etmekle geçtiği için akşamları biraz daha sakin vakitler geçirmek amacıyla evde genelde kitap dergi gibi yayınlar okur, eşimle sohbet eder, kızımla vakit geçirmeye gayret ederim. Sabahtan akşama kadar ofisimdeki televizyonda hep haber kanalları açıktır. İşyerinde sürekli izlediğimden evimde televizyon izlemem çünkü yoktur. Evlenince eşimle eve televizyon almama kararı vermiştik, bugüne kadar sürdürdük, bir süre daha evde televizyon olmadan yaşayacağa benziyoruz. Kimi akşamları bir şeyler okurken bazen de bu yazıyı hazırladığım an gibi haber ve yorumlarımı da kaleme aldığım olur. Bazen bir komşuya bir arkadaşa yada akrabalara akşam oturmasına gittiğimde ise televizyon izlerim.

10 Kasım günü de komşumuzun daveti üzerine evlerine gittik, önce televizyonsuz sohbet ettik anılar paylaştık, sonra evin yumurcağı televizyonu açıp kumandayla şöööyle bir kanalları dolaşıp ardından da bırakıp gitti. Bu sırada ekranda beliren isim ve resim tanıdık olduğu için dikkatimi çeken programı ilgiyle takip ettim.

Atatürk’ün ebediyete intikalinin 70. yılı olması nedeniyle Ata’ya özgü bir program yapan Avrasya Televizyonu Anıtkabir’deki Kurtuluş Savaşı müzesinden canlı bir program yapıyordu. Öteden beri tanıdığım, yazılarını, araştırmalarını takip ettiğim, bir dönem milletvekilliği de yapan Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş Hocanın başından geçen ilginç bir hatıra benim de dikkatimi çekti. Olay şu şekildedir.

Yıl 1981, Bülent Ulusu Başbakan, Turgut Özal Başbakan Yardımcısıdır. Atatürk’ün doğumunun 100. yılı olması nedeniyle kapsamlı bir program düzenlenecektir. Programın ilmi ayağını idare etmek için Özal, Yalçıntaş Hocayı görevlendirir. Nevzat hoca Ankara’da çalışmalara başlar. Dışişleri Bakanlığı arşivlerinden, Atatürk’le ilgili bazı arşivlerden faydalanılması için de Hüsnü Kuran isimli bir uzmandan yararlanılır. Dışişlerinde araştırma yapan Hüsnü Kuran birgün heyecanla Nevzat hocayı arar ve çok mühim bir evrak nedeniyle yüzyüze görüşmek ister.

Hemen Hocayla buluşur evrakı inceleyen Yalçıntaş’ta hayrete ve heyecana kapılır. Nevzat Hoca evrakı şöyle özetlemektedir. Arap ülkeleri Suudi yönetiminin ülkedeki türbelerin yıkılarak yok edilmesi girişiminde bulunduğunu hatta Hz Muhammed’in türbesinin de yıkılmasının planlandığını ancak buna cesaret edilemediği ve bu girişimi engellemek için de Osmanlı’nın torunları olan ve her ne kadar da savaştan çıkmış olsa da İslâm ülkeleri arasında Türkiye’nin etkili olabileceği hususuyla yardım istemektedir.

Mustafa Kemal Paşa aldığı bu yazının ardından kendi imzasıyla Suudi yönetimine şu sözlerin yer aldığı tarihi uyarıyı iletir. "…Ülkenizde bazı türbelerin yıkıldığını hatta Hz. Muhammed’in türbesinin de yıkılmak istendiği gibi bir takım sözler duymaktayız. Eğer böyle bir harekette bulunmaya kalkışırsanız kuvvetlerimiz (askerlerimiz) derhal güneye doğru hareket edecektir, bunu bilesiniz…" Suudi yönetimine gönderilen bu tarihi yazı kayıtlarda yerini almıştır. Yalçıntaş Hoca evraktan derhal yetkililerin haberdar olmasını ister ve konu zamanın Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreterine kadar ulaştırılır. Ancak ondan sonra çok ilginç ve garip bir gelişme yaşanır. Genel Sekreterin talimat vererek; "Bu evrakı basında yayınlanmayacak şekilde arşive kaldırınız" dediği öğrenilir. Yalçıntaş ayrıca bu bilginin çok az kimse tarafından bilindiğini, konudan haberdar olanların hâlâ hayatta olduğunu da hatırlattı.

Nevzat Yalçıntaş Hoca Suudi Arabistan’da uzun süre kaldığı için orada "Hz Peygamberin türbesinin dışında zaten bir türbe kalmamış hepsi yıkılmıştır. Cenab-ı Allah habibinin kabrini mutlaka korur, ona zeval gelmesine müsaade etmez. Bu güzel işe vesile olarak işte o zaman Atatürk onlara bu korkuyu vererek felaket denecek bir kararın önüne geçmiştir. Atatürk’ün dine ve maneviyata bağlı olduğunun bu olay açık bir işaretidir" dedi.

Çok önemli olduğunu düşündüğüm bu bilgiyi okurlarımızla paylaşmak istedim. Kim bilir arşivlerde daha nice böylesine değerli evraklar vardır.

***

Geçen gün eski arşivleri incelerken Gürün’e gelen Reisi Cumhur ve Başbakanlara ilişkin gazete küpürlerini gördüm. Malatya’dan gelirken coşkuyla karşılanan Celal Bayar’ın şehir kulübünde bir süre dinlendiği, halka yaptığı kısa konuşmayı heyecanla okudum. Başbakan Ecevit’in gecenin saat 23.00’ünde Gürün’e gelerek vatandaşlarla görüşüp (banda kaydedilip daha sonra çözülen) konuşmasının ardından Sivas’a geçtiği haberini ilgiyle inceledim. Gürün’e Cumhurbaşkanı ve Başbakan düzeyinde kaç defa ziyarette bulunulmuştur ki, bu sayı çok azdır.

Böylesi örnekleri görünce yaptığım işten biraz daha keyif alıp memnuniyet duyuyorum. İşte basın tarihe not düşen olayların yıllar sonra canlanması ve hatırlanılmasının en iyi aracıdır.







Bu yazı 201 defa okundu.


yorumlayorum ekle




Yorumlar (1)

*
Adsız / 24 Aralık 2008 17:12
TEKTAŞ'A TEŞEKKÜR..

İşte böyle. Yazar çizerler zaman zaman değil her daim halkımızın bilinçlendirilmesi adına ,araştırmacı ruhlarıyla gizli kalmış belgeleri açığa çıkarıp, onları halkın dikkatlerine sunmalıdırlar.İşte böylece insanların belleklerine ard niyetle yerleştirilen olumsuz düşünceler silinir,yalan dolandan uzak gerçeklerle yüzyüze kalmış oluruz. . Suudilerin, Hz.Muhammed'in türbesini dahi yıkma noktasında yapacakları yanlışlıkların önüne geçmek için yazınızda da belirttiğiniz gibi Atatürk 'ün bir çaba içerisinde olması ,onun bazılarının dediği gibi bir din düşmanı değil tam tersine islamın en kutsal yaşanacak bir din olduğunu ve gerçek dindarlara saygılı bir şahsiyet olduğunun kanıtıdır.. Teşekkürler..

BOP EŞBAŞKANI TAYYİP FİLİSTİN'DEKİ ZULMÜN ORTAĞIDIR

BOP'un Eşbaşkanı BAŞBAKAN istemiyoruz diyen 1.000.000 kişi bulabilirim!
Evrensel
Temel Bilgiler
Tür: Organizasyonlar - Genel
Açıklama: BOP EŞBAŞKANI FİLİSTİNDEKİ ZULMÜN ORTAĞIDIR!!!!!!!

BOP EŞBAŞKANINDAN İNCİLER :!!!

BOP’un “Baş-başkanı Vatikan Papazı” ve “ikinci başkanı Bush oğlu Bush’u” destekler misiniz?

“Zinhar hayır...”

BOP terör örgütünü yukarıdan aşağıya anlatmaya devam edelim.

“Biz BOP eşbaşkanıyız, bu görevi yapıyoruz biz...”

“ABD ile anlaştık. 22 Müslüman ülkenin rejimi değişecek.”

“Başkan Bush ile her konuda tam bir mutabakat içerisindeyiz hamdolsun.”

“Dünya barışı için en çok ABD askeri ŞEHİT oldu.”

“ABD askerlerinin evlerine sağ salim dönmeleri için DUACIYIM.”

“Barzani kardeşimiz, Talabani dostumuz...Kürdistandan gelen haberler bizi mutlu ediyor.”

“Sayın Öcalan... aldığı KELLE’ler sebebiyle hapis yatıyor.”

“Papa Hazretleri, hoş geldiniz, şeref verdiniz...”

“Biz BOP eşbaşkanıyız... Bu görevi yapıyoruz biz. Kuzey Afrika ve Asya ülkelerini demokratikleşme projesi olan BOP’un en büyük destekçisi ve taraftarı biziz.”


■ ■ ■ ■ ■ ■ ■ ■ ■ ■ ■
■ d a v e t e d i n i z ■
■ ■ ■ ■ ■ ■ ■ ■ ■ ■ ■
★ Yapmanız gerekenler :
1 ► Önce gruba katılın.
2 ► Daha sonra sayfanın sağında ki "İnsanları Gruba Davet Et"e tıklayın.
3 ► Bütün arkadaşlarınızı seçin.
4 ►"Davetiye Gönder"e tıklayın...
★ Grubu SHARE ya da PAYLAŞ butonuyla profilinize postalamayı da unutmayınız ki kimsenin gözunden kaçmasın! Admin olduğunuz gruplar ve ya size ait siteleriniz varsa üyeleri lütfen grubumuzdan haberdar ediniz.


ERDOĞAN FİLİSTİN SALDIRISINI ÖNCEDEN BİLİYORDU!!!

İsrail'in Filistin'e saldırısının ardından Tayyip Erdoğan sert görünen bir açıklama yapmış ve İsrail'i kendisine "saygısızlık" yapmakla suçlamıştı. Ancak, İsrail'in Gazze'ye yaptığı saldırının, Ehud Olmert'in Türkiye ziyaretinin hemen ardından olması dikkatlerden kaçmamıştı. Olmert Türkiye ziyaretinde Erdoğan'la 5 saate yakın görüşmüştü. Bu nedenle kulislerde, Tayyip Erdoğan'ın saldırıyı önceden bildiği dahi konuşuluyordu. İşte bu iddiaya İsrail'in Türkiye Büyükelçisi Gabby Levy tarafından gerçeklik kazandırıldı. Levy katıldığı bir televizyon programında, Olmert'in Erdoğan'a askeri hareket yapacaklarını açıkladığını belirtti.



İsrail'in Filistin'e yönelik saldırısı ve yaptığı katliamlar Cumartesi gününden beri devam ediyor. Tayyip Erdoğan ise İsrail'i kendisine "saygısızlık" yapmakla suçladı. Ancak, Tayyip Erdoğan'ın İsrail'in saldırısını önceden bildiği kulislerde konuşuluyordu. Zira İsrail Başbakanı Ehud Olmert geçen hafta Türkiye gelmiş ve Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan'la görüşmüştü. Olmert'in Erdoğan ile görüşmesi 5 saate yakın sürmüştü. Başbakanlık'tan yapılan açıklamada iki liderin, Gazze'deki durum, ateşkes ve Filistin-İsrail barış sürecini ele aldıkları belirtilmişti.


Erdoğan'ın Olmert'le 5 saat görüşmesi ve İsrail'in bu görüşmeden hemen sonra Gazze'ye saldırması, Tayyip Erdoğan'ın saldırıyı önceden bildiği kuşkularını güçlendiren verilerdi.
Ancak şimdi bu iddiaları kuşku olmaktan çıkaran bir açıklama geldi. Hem de İsrail'in Ankara Büyükelçisi Gabby Levy'den. HaberTürk televizyonuna konuşan Gabby Levy, Tayyip Erdoğan'ı yalanlayarak, "Ehud Olmert'in Tayyip Erdoğan'ı kandırması kesinlikle doğru değidir ve kabul edilemez" dedi. Levy, Olmert'in Türkiye ziyaretinde hem Abdullah Gül hem de Tayyip Erdoğan'ın, İsrail'in askeri operasyonları konusunda bilgilendirildiğini açıkladı.


Bu gelişmeler Tayyip Erdoğan'ın "timsah gözyaşları döktüğü" görüşünü savunanları destekliyor. Zira İsrail ile AKP ilişkileri 2002'den bu yana hiç bozulmadı. Tayyip Erdoğan İsrail'i kollayan politikalarıyla dikkat çekti. Hatta bu nedenle, 2004'te Amerika'yı ziyareti eden Erdoğan'a “Amerikan Musevi Komitesi” tarafından "Yahudi Cesaret Ödülü" bile verilmişti.

İletişim Bilgileri
E-posta:
Web Sitesi: http://www.millikurtulus.org
Ofis: İstanbul

Son HaberlerBaşsavcı'nın hazırladığı iddianamede yer alan AKP-BOP ilişkisini, savunma dosyasında reddeden ve hatta iftira diye nitelendiren AKP'ye İşçi Partisi delilli belgeler ile ispatlayarak Anayasa Mahkemsine sundu..
İşte deliller :

1. KANAL D / TEKE TEK
(16 Şubat 2004)
“Şu anda Amerika’nın da ‘BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ’ var ya
‘GENİŞLETİLMİŞ ORTADOĞU’, yani bu proje içerisinde Diyarbakır
bir yıldız olabilir. Bunu başarmamız lazım”.

2. ÇIRAĞAN SARAYI / ABD-TESEV-ALMAN
MARSHALL FONU TOPLANTISI
(25 Haziran 2004)
“Üstlendiğimiz misyon gereği Ortadoğu ve Avrasya ülkelerine
yöneleceği…EŞBAŞKANI OLDUĞUMUZ GENİŞLETİLMİŞ
ORTADOĞU PROJESİ için…”

3. YENİ ŞAFAK / İSTANBUL NATO ZİRVESİ ÖNCESİ
(25 Haziran 2004)
“GENİŞ ORTADOĞU ve KUZEY AFRİKA ülkelerinin buraya
katılması…EŞBAŞKANLAR OLARAK Türkiye, İtalya, Yemen
ÜZERİMİZE DÜŞEN GÖREVLERİ YERİNE GETİRMEYE
ÇALIŞACAĞIZ”.

4. İRAN / BASINA
(28 Temmuz 2004)
“Demokratik ortak olarak GENİŞ ORTADOĞU ve KUZEY AFRİKA
PROJESİ içinde, bu projenin EŞBAŞKANLARI ARASINDAYIM”.

5. DAVOS / KLAUS SCHWAB’LA SÖYLEŞİ
(28 Ocak 2005)
“Türkiye işlevini BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ içinde, bu bölgede
etkin bir şekilde yerine getirecektir. Her görüşmede, attığımız her
adımda bunun UYGULAMASINI YAPIYORUZ”.

6. ZAMAN / ABD YOLCULUĞUNDA RÖPORTAJ
(7 Haziran 2005)
“Biliyorsunuz GOP, bir alt biriminin EŞBAŞKANLIĞINI
ÜSTLENDİĞİMİZ bu proje. Olay sadece Ortadoğu’yu
kapsamıyor…Bu konuda yapacağımız çalışmalara komşu ülkelerden
başladık. Suriye, Lübnan, Fas, Tunus gibi ülkelere geziler
düzenliyoruz. Yakında Cezayir’e gideceğiz, Ürdün’e gideceğiz”.

7. ABD / WILLARD OTEL, BASIN TOPLANTISI
(8 Haziran 2005)
“’Sea Island’ sürecinde Türkiye, İtalya ve Yemen GENİŞ BÜYÜK
ORTADOĞU PROJESİ’NDE BİR GÖREV ÜSTLENDİK ve
EŞBAŞKANLIK bu üç ülkeye VERİLDİ”.

8. ABD / AMERİKAN DIŞ POLİTİKA DERNEĞİ (FPA) TOPLANTISI
(10 Haziran 2005)
“Biz Türkiye olarak, bildiğiniz gibi, GENİŞ ORTADOĞU ve KUZEY
AFRİKA İNİSİYATİFİ ÇALIŞMALARINDA ROL ALDIK.
EŞBAŞKAN OLARAK BU SÜRECİ İŞLETMEYE DEVAM
EDİYORUZ”.

9. ESENBOĞA HAVALİMANI / ABD DÖNÜŞÜ
(12 Haziran 2005)
“Biz BÜYÜK ODTADOĞU PROJESİ’ne bu seyahatte başlamadık.
Biliyorsunuz adı değişti, GENİŞ ORTADOĞU ve KUZEY AFRİKA
İNİSİYATİFİ olarak belirlendi. Bunun içerisinde Türkiye, İtalya ve
Yemen, EŞBAŞKAN OLARAK ÇALIŞMAYA BAŞLADIK”.

10. ESENBOĞA HAVALİMANI / LÜBNAN’A
HAREKETİNDEN ÖNCE
(15 Haziran 2005)
“GENİŞ ORTADOĞU ve KUZEY AFRİKA İNİSİYATİFİ çerçevesi
İçerisinde Türkiye EŞBAŞKANLIK olarak paylaştığı bir GÖREVİ
YÜRÜTECEK”.

11. ABD / DÜNYA İŞ KONSEYİ
(WORLD AFFAIRS COUNCIL) TOPLANTISI
(7 Temmuz 2005)
“TÜRKİYE’NİN AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ’YLE
YAPABİLECEĞİ ÇOK ŞEY VAR. Türkiye’nin Sea Island
Süreci’nde, GENİŞ ORTADOĞU ve KUZEY AFRİKA
İNİSİYATİFİ’NDE EŞBAŞKAN OLARAK YER ALMIŞ
OLMASI BUNDAN KAYNAKLANMAKTADIR”.

12. ABD / DIŞ İLİŞKİLER KONSEYİ (CFR) TOPLANTISI
(13 Eylül 2005)
“GENİŞ ORTADOĞU ve KUZEY AFRİKA GİRİŞİMİ İÇİNDE
ÖNEMLİ BİR ROL OYNUYORUZ. Amerika’nın Ortadoğu’da
oynayacağı önemli bir rol var. ONUN BİR PARÇASIYIZ ve ŞU
ANDA ONUN DAHİLİNDE ÇALIŞIYORUZ”.

13. ANKARA / AKP MYK TOPLANTISINDAN SONRA BASINA
(16 Kasım 2005)
“Dışişleri Bakanı Gül, Bahreyn’de ABD Dışişleri Bakanı Condellize
Rice ile GENİŞ ORTADOĞU ve KUZEY AFRİKE PROJESİ ile ilgili
görüşecek. Söz konusu projede EŞBAŞKANLIK GÖREVİ
YAPIYORUZ ve YAPMAYA DEVAM EDECEĞİZ”.

14. DENİZLİ POLİSEVİ / İŞADAMLARIYLA TOPLANTI
(19 Kasım 2005)
“Eğer bugün GENİŞ ORTADOĞU ve KUZEY AFRİKA
PROJESİ’NDE TÜRKİYE EŞBAŞKAN OLARAK GÖREV
YAPIYORSA…ŞU ANDA BU GÖREVİ YAPMAYA
ÇALIŞIYORUZ”.

15. TBMM / AKP GRUBU
(29 Kasım 2005)
“…Onun için BİZ ŞU ANDA GENİŞ ORTADOĞU ve KUZEY
AFRİKA PRJESİ İÇERİSİNDE EŞBAŞKANLIK GÖREVİNİ
ÜSTLENMİŞİZ”.

16. ATV / SİYASET MEYDANI
(28 Aralık 2005)
“Biliyorsunuz, GENİŞ ORTADOĞU ve KUZEY AFRİKA PROJESİ
İÇİNDE EŞBAŞKANIZ, bunun gereği olarak da inisiyatif alma
gayreti içindeyiz”.

17. TBMM / AKP GRUBU
(21 Şubat 2006)
“…GENİŞLETİLMİŞ ORTADOĞU ve KUZEY AFRİKA
İNİSİYATİFİ’NDEKİ rolümüz, EŞBAŞKANLIK GÖREVİMİZ bize
özellikle Ortadoğu’da önemli görevler yüklemektedir. Bugüne kadar
başlattığımız bütün dış politika hamleleri, bu parametre üzerine
kurulmuştur. Az önce bir kaçını hatırlattığım bu girişimler, aynı dış
politikanın, aynı vizyonun tutarlı ve tamamlayıcı parçalarıdır”.

18. İSTANBUL ÜSKÜDAR / AKP İLÇE KONGRESİ
(26 Şubat 2006)
“Biz Ortadoğu’da GODKA denilen GENİŞ ORTADOĞU ve KUZEY
AFRİKA PROJESİ’NİN İÇİNDE EŞBAŞKANIZ. BİZ ORADA
GÖREV İFA EDİYORUZ. BÖYLE BİR GÖREV TÜRKİYE’YE
SEÇİLEREK VERİLMİŞTİR”.

19. İSTANBUL TUZLA / AKP İLÇE KONGRESİ
(4 Mart 2006)
“BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ’NİN EŞBAŞKANLARINDAN
BİRİYİZ”.

20. İSTANBUL BAYRAMPAŞA / AKP İLÇE KONGRESİ
(4 Mart 2006)
“BOP’UN EŞBAŞKANLARINDAN BİRİYİZ. BU GÖREVİ
YAPIYORUZ”.

21. SAİT HALİM PAŞA YALISI / UBS BANK’IN YEMEĞİ
(28 Nisan 2006)
“GENİŞ ORTADOĞU ve KUZEY AFRİKA PROJESİ’NE bundan
dolayı GİRDİK”.

22. AVUSTURYA
(11 Mayıs 2006)
“BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ’NE, GENİŞLETİLMİŞ
ORTADOĞU PROJESİ’NE niye katıldınız, niye bunların içinde yer
aldınız diye eleştiriler geliyor. BİZ DE ‘OLACAĞIZ’ DİYORUZ”.

23. ZAMAN / G-8 ZİRVESİ’NE GİDERKEN RÖPORTAJ
(13 Mayıs 2006)
“GENİŞLETİLMİŞ ORTADOĞU ve KUZEY AFRİKA PROJESİ
EŞBAŞKANI OLARAK TÜRKİYE’YE BÜYÜK GÖREV
DÜŞÜYOR”.

24. YENİ ŞAFAK / G-8 ZİRVESİ’NE GİDERKEN RÖPORTAJ
(13 Mayıs 2006)
“Bölgemizdeki gelişmeler karşısında Türkiye olarak üzerimize büyük
Görev düşüyor. Bunun için de ABD’ye bir ziyaret
planlıyorum…TÜRKİYE, GENİŞLETİLMİŞ ORTADOĞU ve
KUZEY AFRİKA PROJESİ EŞBAŞKANI
OLDUĞU İÇİN BUNU ABD’YLE KONUŞMAMIZ GEREKİYOR”.

25. ESENBOĞA HAVALİMANI / MISIR’A GİDERKEN
(20 Mayıs 2006)
“Ziyaretim sırasında GENİŞ ORTADOĞU ve KUZEY AFRİKA
PROJESİ ÇERÇEVESİNDE YAPMAYI PLANLADIKLARIMIZI
DA ANLATMA FIRSATINI BULACAĞIZ”.

26. TBMM / AKP GRUBU
(30 Mayıs 2006)
“TÜRKİYE, GENİŞ ORTADOĞU ve KUZEY AFRİKA PROJESİ
İÇERİSİNDE ORTAK ÜYELİĞE KABUL EDİLMİŞTİR. Bizler
bunun için burada bir ortak üyeliği ve ardından da EŞBAŞKANLIK
GÖREVİNİ İtalya ve Yemen ile birlikte KABUL ETTİK”.

27. ARTVİN
(15 Temmuz 2006)
“Biz Türkiye olarak GOKAP içerisinde yer aldıysak, bunun için
bizlere davet yapıldı, bunlar olacak diye BİZ EŞBAŞKAN OLARAK
KABUL ETTİK”.

28. CNN / LARRY KING SHOW
(27 Temmuz 2006)
“Daha önce GENİŞ ORTADOĞU ve KUZEY AFRİKA GİRİŞİMİ
İÇERİSİNDE ZATEN YER ALMIŞTIK. BURADA EŞBAŞKANLIK
GÖREVİ ÜSTLENMİŞTİK”.

29. CNN TÜRK / “EDİTÖR” PROGRAMI
(6 Kasım 2006)
“BOP İÇERİSİNDE davet edilen ülkeler kimlerdir? TÜRKİYE VAR,
Yemen vardı, ÜÇ TANE EŞBAŞKAN VAR”.

30. BEYRUT DÖNÜŞÜ
(4 Ocak 2007)
“BİZ GENİŞLETİLMİŞ ORTADOĞU ve KUZEY AFRİKA
PROJESİ’Nİ BUNUN İÇİN KABUL ETTİK…Türkiye, İtalya ve
Yemen’le EŞBAŞKANLIK GÖREVİ ÜSTLENDİK”.

31. ALMAN “SÜDDEUTSCHE ZEITUNG” GAZETESİ / MAKALESİ
(7 Şubat 2008)
“Bu sebeple TÜRKİYE, G-8 ülkelerinin de desteklediği
GENİŞLETİLMİŞ ORTADOĞU ve KUZEY AFRİKA PROJESİ
İÇİNDE İNİSİYATİF ALMAKTADIR”.

*************************************************

AKP'nin resmi internet sitesinden çıkardığımız Mahkeme delili sayılabilecek kanıtlar!

Kapatma davası için başsavcının hazırladığı iddianamede "BOP eşbaşkanlığı" konusu da yer almış, AKP hazırladığı savunmada buna karşı "BOP'a değil 'Medeniyetler İttifak'ına Eşbaşkanız" açıklaması yaparak Başsavcının iddialarını gazete küpürlerine dayandırdığını ve doğru olmadığını söylemiştir.
Ancak AKP'nin resmi sitesi ( www.akparti.org.tr ) öyle demiyor!

Sitenin arama bölümüne "Büyük Ortadoğu yahut diğer bir adı olan Kuzey Afrika Projesi" yazdığımızda karşımıza bir çok haber çıkıyor ve bu haberlerin 7sinde Erdoğan ve Gül'ün Büyük Ortadoğu Projesi (Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi) 'ne hizmeti ve eşbaşkanlığı açıkça dile getiriliyor.

Anlaşılan o ki, Erdoğan, Anayasa Mahkemesi'nde görülen bir davaya yalan beyanda bulunarak "mahkemeyi aldatmaya yönelik beyan vermek" suçundan dolayı yeni bir dava ile de karşı karşı kalacak!..

İşte AKP'nin resmi sitesinden alıntılar:

VARAN 1 / Recep Tayyip ERDOĞAN
Tarih : 28.07.2004

" 'Büyük Ortadoğu Projesi'nde ortak hedef olarak İran gösteriliyor. Bu konu gündeme geldi mi?' sorusu üzerine Erdoğan, şu anda demokratikortak olarak geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika projesi içinde bu projenineşbaşkanları olarak Türkiye, İtalya ve Yemen'in yer aldığını ifade etti. "

http://www.akparti.org.tr/haber.asp?haber_id=4808&kategori=1


VARAN 2 / Abdullah GÜL
Tarih : 09.11.2004

Milletvekillerinin Büyük Ortadoğu Projesi'ne ilişkin görüşlerine de değinen Gül, bu konunun çok hassas bir konu olduğunu bildirdi. Bunun, 'Gizli emelleri, projeleri içerebileceğini' vurgulayan Bakan Gül, Türkiye'nin buna kayıtsız olması durumunda yanlışlığa seyirci kalabileceğini bildirdi. 'Türkiye'nin aktif katılımının birçok yanlışları önleyebileceğini' belirten Gül, 'Çünkü Türkiye bir taraftan çoğunluğuyla Müslüman bir ülkedir, öte yandan demokrasiyi gerçekleştirmiş bir ülkedir. Türkiye burada çok önemli bir işlevi yerine getirmektedir. Türkiye, Orta Doğu ülkelerine ilham kaynağı olmaktadır. Türkiye şeffaflığın, hesap verilebilirliğin örneğidir. Proje, reformların gerçekleşmesi, halkın yönetime katılması anlamında ise Türkiye'nin yapacağı çok şey vardır. Kenarda durup seyrederseniz işler yanlış gidebilir' dedi.Projenin ortaya çıkışı ile bugün geldiği nokta arasında büyük farklılıklar bulunduğunu ifade eden Bakan Gül, ülkelerin bu sürece kendi inisiyatifleri ile katılmasının önemine dikkati çekti. 'Ben inanmadığım projeyi savunmam' diyen Gül, bu görüşlerini Washington'da da Paris'te de dile getirdiğini söyledi.

http://www.akparti.org.tr/haber.asp?haber_id=4899&kategori=1


VARAN 3 / Recep Tayyip ERDOĞAN
Tarih : 08.06.2005

'Genişletilmiş Ortadoğu Projesi'nin Kafkaslar'a ve Ortadoğu'ya dayayıldığı, Türkiye'nin neler yapmaya hazır olduğu ve nasıl bir işbirliği sergileneceği, Türk demokrasisinin liderlik özelliğinin nerede devreye gireceği?' sorusu üzerine Başbakan Erdoğan, 'Sea Island' sürecinde Türkiye, İtalya ve Yemen'in geniş Büyük Ortadoğu Projesi'nde demokratik ortak olarak bir görev üstlendiğini ve bu görevle birlikte eş başkanlığın bu üç ülkeye verildiğini anımsattı.

http://www.akparti.org.tr/haber.asp?haber_id=10522&kategori=1

VARAN 4 / Recep Tayyip ERDOĞAN
Tarih : 21.02.2006

Bizim AB perspektimizin altında bu vizyon vardır;Irak ve Suriye meselelerine bakışımız da bunu esas almaktadır;Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika İnisiyatifindeki rolümüz buna dayanmaktadır;Burada bizim bir eşbaşkanlık görevimiz var.Başlattığımız Medeniyetler İttifakı projesinin
temelinde de bu vizyonumuz yer almaktadır.

Not : Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi ile Medeniyetler İttifakının farklı şeyler olduğunu bu konuşmasında kendisi dile getirmiştir.

http://www.akparti.org.tr/haber.asp?haber_id=10928&kategori=1


VARAN 5 / Recep Tayyip ERDOĞAN
Tarih : 04.03.2006

Başbakan Erdoğan, Irak'la ilgili gelişmelere de değinerek sözlerini şöyle sürdürdü:'Ortadoğu'da fonksiyon icra ediyoruz. Bazıları çıkıyor; 'Zamanlı mıydı, zamansız mıydı?' Sana ne? Onun zamanını sen mi vereceksin? Zamanını sen mi bileceksin? Onun zamanını belirleyecek olan biziz. Bizim de kendimize ait müşavere edebileceğimiz heyetlerimiz var. Biz heyetlerimizle müşaveremizi yaparız. Parlamento'ya getirilmesi gerekirse de Parlamento'ya getiririz. Biz yol haritamızı çizdik. Yolumuza devam ediyoruz. Türkiye'nin Ortadoğu'da bir görevi var. Biz Büyük Ortadoğu Projesi'nin eş başkanlarından biriyiz. Bu görevi yapıyoruz. Bunun içinde İtalya, Yemen var.

http://www.akparti.org.tr/haber.asp?haber_id=11245&kategori=1


VARAN 6 / Recep Tayyip ERDOĞAN
Tarih : 30.05.2006

Bakınız burada bir inceliğe daha dikkat çekmek istiyorum;
Türkiye Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika projesi içerisinde ortak üyeliğe kabul edilmiştir.

http://www.akparti.org.tr/haber.asp?haber_id=5591&kategori=1


VARAN 7 / Recep Tayyip ERDOĞAN
Tarih : 02.10.2006

Başbakan Erdoğan bir başka gazetecinin 'Oval Ofiste sayın başkan sizden 'arkadaşım ve barış adamı' diye bahsetti. Siz de yaptığınız görüşmeye ilişkin açıklamaları yaparken 'çok önemli stratejik ortağımız' ifadesini kullandınız. Sayın Başkan görüşmede Türkiye'nin ABD ile olan ilişkisi için stratejik ortaklık tanımını kullandı mı? ve görüşme planlanan dan daha uzun sürdü bunun nedeni neydi?' sorusuna da, şu karşılığı verdi: 'Planlanan görüşme süreci 1 saatti. Ama görüldüğü gibi 1 saat 45 dakika gibi bir süre aldı. Tabi bu görüştüğümüz konuların gerek ehemmiyetiydi gerekse içeriğiydi. Yani bu içerik üzerinde daha detay durma gereğinden kaynaklandı. Ve stratejik ortaklık noktasında zaten Sayın Başkan'ın herhangi bir şüphesi yok. Onu her bir araya gelişimizde ifade ediyor, kullanıyor. Ve kaldı ki zaten Orta Doğu'da şu anda attığımız adım ve Geniş Orta Doğu-Kuzey Afrika Projesi içerisinde Türkiye'nin yer alması da bu tür bir ortaklığın neticesi.

http://www.akparti.org.tr/haber.asp?haber_id=13669&kategori=1


TÜRK MİLLETİ GÖREVE!!!
************************************************


Üye8 / 199 üye gösteriliyorTümünü Gör
Yener Güneş

Ecem Şener

Selin İlhan

Tarık Tekgözli

Soner Adiyaman

Alperen Tamer

Gökan Pirinççi

Erkan Durmaz


Tartışma Panosu3 tartışma konusu gösteriliyorYeni Konu Başlat|Tümünü Gör"ERDOĞAN SALDIRIYI ÖNCEDEN BİLİYORDU" 2 kişiden 2 gönderi. 09 Ocak 2009, 13:12'da güncellendiTayyeap'ten WOLFOVİTZ'e :MEktup!1 kişiden 1 gönderi. 03 Ocak 2009, 13:45'da güncellendiTayyip Erdoğan'ın Gafları 1 kişiden 1 gönderi. 03 Ocak 2009, 13:26'da güncellendi
Duvar4 duvar yazısının tamamı gösteriliyorTümünü Gör

Bir şeyler yaz...
max 1,000 characters

Eren Erdem yazdı
05 Ocak 2009, 09:14'da
Zulüm, zalimin ebedi yaftasıdır.
Ortakları da bu yafta ile yaftalanacak, ebediyette bu nam ile anılacaklardır...
Şikayet Et

Batcell Petrolium yazdı
04 Ocak 2009, 02:09'da
SON DAKİKA HABERİ – İSTANBUL AYAKTA

Şerefsiz İsrail’in Mazlum Filistin halkına gerçekleştirmiş olduğu soykırıma sesiz kalamayan İstanbullular gece 00:10 itibarı ile İstanbul İsrail konsolosluğu (levent’te) önünde toplanıp protesto gösterisine başladı. Gösterici sayısı çığ gibi büyüyor.

Gösterinin gündüz yapılacak büyük mitinge kadar devam edeceği gözüküyor.

İsrail konsolosluğu önünde ki görüntüleri canlı olarak hilal TV den izleyebilirsiniz:

Şikayet Et

Batcell Petrolium yazdı
04 Ocak 2009, 01:00'da
ACİL HABER -İSTANBUL-

İstanbullular saat 00:50 itibarı ile İsrail İstanbul konsolosluğu(levent'te) önünde filistine lehine gösteriye başladı. Göstericilerin yaklaşık 3 bin kişi olduğu gelen bilgiler arsında.. Sayının giderek artacağı tahmin ediliyor..
Şikayet Et

Batcell Petrolium yazdı
04 Ocak 2009, 00:09'da
Bu satılmış için ilk sözlerde benden olsun.. Bu şerefe ben nail olayım..

Çokça şey yazmaya gerek yok işte.. Ortam kirliği yapmayayım... Satılmış işte!

Şikayet Et


Fotoğraflar5 fotoğraf gösteriliyorFotoğraf Ekle|Tümünü Gör






Paylaşılan Öğeler3 / 6 paylaşılan öğe gösteriliyorTümünü GörBağlantı gönder:
TÜRKİYE GENÇLİK BİRLİĞİ ::: TGB
Kaynak: www.tgb.org.tr
1 Ekim 2008 tarihinde yürürlüğe giren Sosyal Güvenlik Yasası ile gelir sıkıntısı içindeki 20.000'den fazla üniversite öğrencisi mağdur edildi. Genel içeriğiyle devletin anayasada belirten "sosyal" niteliğine ...
Paylaşan: Erkan Durmaz
Milli Kurtuluş Seferberliği!
"Tam Bağımsız Türkiye için, omuz omuza!"
Bu etkinliğin İSTANBUL'da 12 Ocak 2009 tarihinde saat 12:20 itibariyle başlaması planlanıyor.
Paylaşan: Eren Erdem
Yahudi cesaret madalyalı İslam mücahidi haberi - Sabahattin Önkibar haberleri - Rota Haber Ekonomini
Kaynak: www.rotahaber.com
Adı: AJC (ABD Yahudi Kongresi) 1906’da New York’ta Yahudi bankerler tarafından kuruldu.
İsrail'in Filistine uyguladığı soykırımın en şiddetli zamanında tekrar eden Ergenekon sizce de,hükümetin dış politkadaki bu acizyeti örtbas etmek için horlatılmaış olamaz mı?
Paylaşan: Batcell Petrolium

ARAMIZDA KALSIN!

Eylül Ekmen'in Notları

ARAMIZDA KALSIN

Bugün, 04:25'da
ARAMIZDA KALSIN
SUS SAKIN SÖYLEME,
OKŞADIĞIN YÜZÜMÜ SANCILI GEZİŞLERİMİ
ÜZERİNDE KIVRANDIĞIM PUSLU GECELERE..

SAKLI KALAYIM İÇİNDE
SUS SAKIN SÖYLEME,
EVİMDE KÜLLERİMDEN YARATTIĞIN BENİ
KIRMA HEVESİMİ,SAKIN ANLATMA GECELERE..

SANA NASIL GEBERDİĞİMİ
SUS SAKIN SÖYLEME,
ANLATMA AŞK YOKSUNLARINA
ANLAMAZLAR
SANA AĞLAYAN YALNIZ KADINA..

DUYURMA SAKIN
HİLALİ ÜZERİNDE TAŞIYAN GECELERE,
SANA AŞIK BENİ
SUS SAKIN SÖYLEME
ARAMIZDA KALSIN..

EYLÜL EKMEN- 6 TEMMUZ 2009

ECEVİT'İN ARŞİVİNDEN ÇIKAN BELGE

Ecevit'in arşivinden çıkan belge

Türkiye'yi sıkıyönetime götüren, 12 Eylül ihtilalinin yolunu açan Maraş olaylarının üzerinden 30 yıl geçti.

Samanyolu Haber

Sağ-sol ve Alevi-Sünni çatışması olarak lanse edilen olayların sis perdesi, son yıllarda aralanmaya başladı.

111 kişinin hayatını kaybettiği kanlı tertibin faiili kimdi, fitili kim ateşledi? Bu soruyla ilgili en ciddi cevap, 2006 yılında eski başbakanlardan Bülent Ecevit'in arşivinden çıktı. Merhum Ecevit'in 1979'dan beri sakladığı belgeye göre, Maraş katliamı MİT görevlilerince planlanmıştı. Üzerinde 'çok ciddi bir kaynaktan verilmiştir' notu düşülen belgede şu ifadeler yer alıyordu: "CHP iktidarı devraldıktan sonra vuku bulan büyük olayların (Malatya, Sivas, Maraş) çıkacağına dair 1-2 ay evvelinden haber verilmediğinden yüzlerce vatandaşımızın can ve mal kaybına sebebiyet vermişlerdir. Önceden haber vermek bir tarafa, olayın yaratılmasında en etkin rol oynamışlardır. Nitekim Kahramanmaraş olayı MİT'ten... müşterek planlamaları ile çıkarılmıştır. MİT olayın içinde olmasaydı, Maraş'tan her türlü istihbaratı aylar evvel alır ve olayın zuhur etmesine meydan vermezdi."

Türkiye'nin son 30 yılı adeta provokasyonların tarihi gibi. Oyuncular farklı olsa da aynı film, onlarca kez vizyona sokuldu. Faili meçhul cinayetler ve tırmandırılan terör, olağanüstü hal vb. uygulamalara kapı araladı. 1980 darbesinin yolunu açan en önemli unsur 1978'de ilan edilen sıkıyönetim oldu. Yüzlerce faili meçhul cinayetin işlendiği karanlık dönemin finali Kahramanmaraş olayları oldu. 19-26 Aralık 1978 tarihleri arasında çıkan olaylarda onlarca insan hayatını kaybetti. Provokasyonun kıvılcımı bir sinema salonunda çakıldı. Maraş olayları, Stalin zulmünden kaçan Kırım Türklerinin anlatıldığı bir gösterim sırasında başladı. Cüneyt Arkın ve Oya Aydoğan'ın başrol oynadığı 'Güneş Ne Zaman Doğacak' adlı film, Maraş Çiçek Sineması'nda gösterime girdi. Filmin şehre getirilmesine Ülkücü Gençlik Derneği öncülük etmişti. 19 Aralık günü 20.00 seansının sonuna doğru sinema salonunda bomba patladı. Ülkücülerin yoğunlukta olduğu sinemaya atılan bomba ile aylardır altyapısı hazırlanan provokasyonun fitili de ateşlenmiş oldu. "Bombayı solcular attı." söylentisi şehrin her tarafına yayıldı. 20 Aralık'ta bu kez Alevilerin gittiği Akın Kıraathanesi'ne bomba atıldı. İtinayla alevlendirilen provokasyon 23 Aralık'ta kitlesel olaylara dönüştü. 111 kişi öldü, binin üzerinde insan yaralandı. 552 ev ve 289 işyeri tahrip edildi. 26 Aralık'ta Maraş'ın da içinde bulunduğu 13 ilde sıkıyönetim ilan edildi.

Aydınlatılamadığı için vicdan azabı çekiyorum

Olaylardan sonra İçişleri Bakanlığı'na atanan Hasan Fehmi Güneş: Maraş olayları büyük bir tertipti. Planlama sonucu gerçekleşmişti. Ben olaydan sonra göreve geldim. Bu olayı ortaya çıkarmak için, bakanlık dahilinde bütün imkânlar seferber edildi. Olayı açığa çıkarmak için her şey yapıldı. Ancak buna rağmen, ben de yeterli aydınlatma olmadığı kanısındayım. Olayın perde arkası ve tertipleyicileri ile ilgili bir devlet görevlisi olarak ben de vicdan azabı çekmekteyim.

Ankara 78'liler Derneği Başkanı Ruşen Sümbüloğlu: Maraş katliamı, darbe düzeninin Türkiye'yi 12 Eylül darbesine götüren en kanlı provokasyon. O dönemde gündemde olan kontrgerilla yapılanması bu eylemde aktif rol aldı. Bugün 30 yaşına gelmiş darbe düzeninin bu gayri meşru çocuğundan hâlâ hesap sorulmamış olması utançtır. Malatya, Sivas, Çorum gibi diğer tüm olaylar da darbe düzeninin ülkeyi faşist iktidara götürme yolunda uygulamaya soktuğu kanlı tertiplerdir.

Gizli servislerdeki arşiv belgeleri açıklanmalı

Pir Sultan Abdal Kültür Dernekleri Genel Başkanı Fevzi Gümüş: Tertipleyenlerin asıl amacı, 12 Eylül askerî darbesine zemin hazırlamak için halklar ve inançlar bahçesi olan Maraş'ta Alevi, solcu, demokrat insanları kıyıma uğratıp, sağ kalanları ise baskı altına alarak göçe zorlamaktı. Başarılı olan bu senaryonun, CIA'dan ve onun yönlendirdiği devlet içindeki derin güçlerinden icazet alınmadan yapılması mümkün değildi. Türkiye, geçmişindeki bu utancı temizlemek, geleceğini de aydınlatmak zorunda. Bunun çözümü katliamın, gizli servislerdeki arşiv belgelerinin açıklanması, gerçek suçluların yargılanması ve başta Aleviler olmak üzere tüm demokratik kamuoyundan özür dilenmesi.

Olaylar, 12 Eylül'e giden en önemli dönemeçti

Olayın tanıklarından Ökkeş Şendiller: Hükümet ve yönetimin ciddi ihmali var. Aynı zamanda kastı var. Olayların üstünün örtülmesi ve kapatılması da söz konusu. Maraş olayları 12 Eylül darbesine giden en önemli dönemeçti. Bu olay üzerine sıkıyönetim ilan edildi. Sıkıyönetimle birlikte olaylar durmadı, daha da arttı. Tezgâhlanan olay, tertipleyenlerin bile hayal edemeyeceği bir noktaya geldi. 2 yıl önce dönemin başbakanı Bülent Ecevit'in arşivinden çıkan belgenin açıklığa kavuşturulması lazım. Orada açık açık olayın MİT tarafından tezgâhlandığı yazıyor. Dönemin MİT müsteşarı askerdi. Bu konuda MİT, Genelkurmay, Emniyet ve hükümet zan altında.


1980 darbesine götüren provokasyonlar

16 Mart 1978'de İstanbul Üniversitesi'nin önünde bomba patlatıldı, 7 öğrenci öldü, 47 kişi yaralandı.

24 Mart 1978'de Ankara'da savcı Doğan Öz öldürüldü. Öz, Başbakan Bülent Ecevit'in talimatıyla kontrgerilla konusunu araştırıyordu.

17 Nisan 1978'de Malatya Belediye Başkanı Hamid Fendoğlu (Hamido), evine gönderilen bombalı paketin patlaması sonucunda hayatını kaybetti.

11 Temmuz 1978'de Ankara'da Doçent Bedrettin Cömert öldürüldü.

10 Ağustos 1978'de Ankara'nın Balgat semtinde kahvehane tarandı. 5 kişi öldü, 14 kişi yaralandı.

Eylül 1978'de Ankara Ulubey Mahallesi'nde taranan kahvehanede 2 kişi öldü.

8 Ekim 1978'de Ankara Bahçelievler'de 7 TİP'li öğrenci öldürüldü.

20 Ekim 1978'de Prof. Bedri Karafakioğlu öldürüldü.

18 Aralık 1978'de Adana'da TMMOB Başkanı Akın Özdemir suikasta uğradı.

1 Şubat 1979'da Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi öldürüldü.

16 Mayıs 1979'da Ankara Piyangotepe'de kahvehane taranması sonucu 7 kişi hayatını kaybetti.

28 Eylül 1979'da Adana Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul öldürüldü.

27 Ekim 1979'de İstanbul Bayrampaşa'da kahvehane tarandı, 6 kişi can verdi.

20 Kasım 1979'da Prof. Y. Ümit Doğanay öldürüldü.

28 Kasım 1979'da Kayseri'de kahvehane tarandı, 5 kişi hayatını kaybetti.

7 Aralık 1979'da Prof. C. Orhan Tütengil öldürüldü.

16 Aralık 1979'da İstanbul Beşiktaş'ta kahvehaneye bomba atıldı, 5 kişi katledildi.

27 Mayıs 1980'de MHP'li Gümrük ve Tekel Bakanı Gün Sazak faili meçhul bir suikasta uğradı.

Mayıs ve temmuzdaki Çorum olaylarında 57 kişi öldü.

22 Temmuz 1980'de DİSK ve Maden İş Sendikası Genel Başkanı Kemal Türkler öldürüldü