3 Kasım 2008 Pazartesi

BU OYUN, BİLMEDİĞİMİZ OYUN DEĞİL; ALDANMAYALIM

BU OYUN, BİLMEDİĞİMİZ OYUN DEĞİL; ALDANMAYALIM…

ŞEYTANIN İŞİ YOK…
Haddim olmasa da sizlere bir tavsiyede bulunmak isterim. Eğer ülkede ve dünyada neler olduğunu daha net görmek istiyorsanız, belli bir dönemdeki tüm olayları gözlerinizin önüne getirmeniz gerekir.
Örneğin, ülkemizde son yaşananlar hakkında kafa yormak istiyorsanız en az son 3 ayda ülkemizde yaşanan sizce önemli olayları büyükçe bir kâğıdın üzerine kutucuklar halinde ve tarih sırasıyla yazın. Sonra da karşınıza koyup, olaylar arasındaki bağlantıları yakalamaya çalışın. Kısa sürede, oynanan oyunu fark edeceksiniz; eminim.
Ben de alışkanlığım olduğu üzere bunu yaptım ve bir sonuç elde ettim:
Türkiyemiz için, bizim için, milletimiz için yeni bir iktidar gücü oluşturuluyor. Çarpışmaya sokulanlar ve sürüklenenler zayıflıyor, yıpranmamış bir başka işbirlikçi güç için iktidar taşları döşeniyor.
Daha önceden oluşturulan güçler kısmen tasfiye ediliyor, ancak tamamen elden çıkarılmayıp hurda deposuna çekiliyor; yeni ancak yine sahte/sanal bir umudun tohumları ekiliyor.
Bu arada, kurumlar, kişiler arasında biriken kin, nefret ve kuyruk acısının bir şekilde deşilmesine izin veriliyor. Bu durum, çıbanı zonklamaya başlayan bir insanın çıbanını deşerek bir süreliğine rahat ettirmekten başka bir şey değildir.
Dikkatlerinizden kaçmamıştır, Vatansever Kuvvetler Güç Birliği Hareketi çerçevesinde başlatılan “GİRDAP” Operasyonunu kısa bir süre sonra “ERGENEKON” Operasyonu izledi. Bu güne kadar gözaltına alınan insanlara baktığımızda çarpıcı çelişkilerin olduğu farkedilir haldedir. Bence yapılan, “İYİ”lerin arasına bir tutam PİSLİK, iki ölçü ŞİRRETLİK, üç tutam EDEPSİZLİK, biraz NAMUSSUZLUK, az biraz MADDİYAT, miktarı kâfi CİNSELLİK, bolca İFTİRA, kaldırabildiği kadarıyla KİRLETME katmak ve bunu birbirinden ayrılmayacak derecede karıştırmak, sonra da toplumun önüne koymak, ardından da “Hadi ayırın bakalım İYİ ile KÖTÜYÜ; HAKLI ile HAKSIZI” demekten başka bir şey değildir.
Daha başlangıçta Operasyona “ERGENEKON” adının verilmesi ve bu kodun ardına YANDAŞ MEDYA’nın “ÇETE”yi/”SUÇ ÖRGÜTÜ”nü oturtması da TESADÜF DEĞİLDİR. Evrensel Hukuk Normlarına göre bu ilanat ile yani “ERGENEKON ÇETESİ” yaftası altında gözaltına alınan, tutuklanan hatta -hüküm giyen değil, hüküm giydirilen- herkes BERAAT ettirilmek zorundadır. Çünkü suçlu, suçsuz herkes daha başlangıçta YARGILANMADAN suçlanmış, karalanmış, peşin hükümle kirletilmiştir. Bu durum bırakınız Evrensel Hukuk’u, kötürüm T.C. ANAYASASI dikkate alındığında dahi gerçekleşecektir.
Diğer taraftan, GİZLİLİĞİ ZORUNLU ve YASA EMRİ olmasına rağmen HAZIRLIK SORUŞTURMASI’nın temelini oluşturan DELİLLERİN, BİLGİLERİN, BELGELERİN işportaya düşmesi, “iki kazı güdemeyecek” yaratıklar tarafından EMREDİLDİĞİ ÜZERE kitaplaştırılması ise bu süreci ÇADIR TİYATROSU haline getirmeye yeter de artar bile…
Türk Ceza Kanunu’na göre barış ve savaş tanımı ile “casusluk” için farklı hükümler vardır. Kasıtlı ve planlı olarak FETTOŞ yani MAÇA KARDİNALİ’nin sadık evlatlarından oluşturulan Emniyet baskın ekipleri eline geçen bütün bilgiler, para ya da dua (!) karşılığı yandaş medyaya servis edilmekte günümüz istihbarat faaliyetlerinin aslını oluşturan ve değeri çok büyük STARATEJİK istihbarat ile BİYOGRAFİK istihbarat verileri de medya yolu ile tüm iç ve dış hasım güçlere bedavaya aktarılmaktadır. Bu suçun karşılığı barışta müebbed, savaşta idamdır. İçişleri Bakanlığı’nın, Adalet Bakanlığı’nın, iktidarın ve özellikle de Başbakan’ın namusu, onuru sayılması gereken hazırlık soruşturması bilgi ve belgeleri, MAÇA KARDİNALİ’nin talimatları ile ortaya saçılmaktadır. Baskında elde edilen ve üstünkörü zabıt altına alınan “deliller” içine, başta yazılan senaryoyu haklı çıkartacak CD, VCD, DVD, yazı, doküman ve bilgiler, savcılığa teslim edilmeden sokuşturulmaktadır. Böylelikle hedeflenen sonuca ulaşmak kolaylaşmaktadır. Bütün bunlara rağmen bakanlar, kendi onurları ile oynayanlara karşı eyleme geçmemekte/geçirilmemekte, bu konuda yapılması zorunlu olan uygulamalar yapılmamakta/yaptırılmamaktadır. Sadece bu yönü ile bile bu dava düşmeye mahkûmdur.
Benim ilk merak ettiğim, bir zamanlar bu ülkenin CUMHURBAŞKANINI, BAŞBAKANINI, BAKANLARINI, GENELKURMAY BAŞKANINI Yassıada’da YARGILAYAN “ÇADIR TİYATROSU”nda da dile getirildiği gibi; mahkeme heyetinden herhangi bir kişinin çıkıp da sanıklara “SİZİ BURAYA TIKAN KUVVET BUNU İSTİYOR” deme cesaretini (!) gösterip gösteremeyeceğidir…
İkinci merak konum ise, İKTİDARIN BAŞI EMRETTİĞİ İÇİN “İDDİANAME”yi LÜTFEN tamamlayacakların İDDİANAMELERİNDE, İŞPORTAYA DÜŞMÜŞ bilgi, belge ve delillerin ne kadarına yer vereceğidir.

MİNİK BİR ANI VE “NOKTA” DERGİSİNİN İDDİALARI
Yıl 1975, Rahmetli Babam Müezzin; ya askeri liseye, ya sanat okuluna; oralarda dikiş tutturamazsam da İmam Hatip’e gitmemi istiyordu. Ben kendi çabalarımla Işıklar Askeri Lisesi’ne girmeyi başardım. Babam çok memnundu. Er Recep’in oğlu, en azından teğmen olabilecekti… Bir de Işıklar Askeri Lisesi gibi, 27 MAYIS ihtilali sonrası kapatılan bir kutsal yuvaya yıllar sonra alınan ilk öğrencilerden biri olacaktı.
Benimle aynı dönemde askeri liseyi kazananlar olarak kısa pantolonlarımızı, ceplerimizdeki gazoz kapaklarını ve bilyelerimizi ailelerimize verip üniforma giymiştik. Sonra da “Orta Bahçe”de toplanıp, asker gibi dizildik Sınıf subayımız Sabri Yüzbaşı’nın bizlere ilk söyledikleri daha doğrusu ilk emirleri askerliğin A,B,C’siydi. Emirlerin ve temel prensiplerin arasında şu husus çok önemliydi.
“Bundan sonra, cicili-bicili, asma kilitli ‘hatıra defteri’ (yani günlük) tutmak yok! Bu alışkanlıkları olanlar ya bundan vaz geçerler ya da aramızdan ayrılırlar. Asker günlük tutmaz, tutamaz. Anladınız mı !”?
Burası askeri lise, Kör Agop’un Meyhanesi değil ki isteyen her istediğini söylesin, istediğini yasaklasın… Sabri Yüzbaşı’nın o anda bize söylediklerini eminim ki Kuleli Askeri Lisesi’ndeki sınıf subayı da, Deniz Lisesi’ndeki sınıf subayı da yeni askeri öğrencilere söylemişlerdir.
Ben bunu 1975 yılında yaşadığıma göre benden yıllar önce Türk Silahlı Kuvvetleri’ne kabul edilerek Oramiralliğe kadar yükselebilme onurunu yaşamış bir kişi, haydi haydi yaşamıştır. Kısaca bir Oramiral GÜNLÜK TUTMUŞ olamaz. En azından GÜNLÜK TUTMAMASI gerekir. Hem de o ifadelerle, yani BOHÇACI HAYRİYE ağzıyla ve tarzıyla; tuttuysa da rütbesinin “ER”e indirilmesi ve onur timsali KILIÇ ile “beylik tabancası”nın elinden alınması son derece normaldir…
“ERGENEKON”a kafayı takanların, öncelikle bu GÜNLÜK konusunu aydınlatması gerekir.
Çünkü altıncı gözaltı furyasından adı geçen orgenerallerin orada ne işi olduğunu kimse çıkıp açıklayamaz.
Bu aşamada bir başka çatal yol daha ortaya çıkıyor.
Eğer bu orgeneraller, görevleri esnasında iddia edildiği üzere darbecilik oynamış ancak başaramamışlarsa, yargılanacakları yer Askeri Mahkeme’dir. Yok, hayır; bu orgeneraller emekli olduktan sonra iddia edildiği üzere darbecilik oynamışlarsa, onlarla kim kalkar da darbeye soyunur. Adama sormazlar mı;
‘Kardeşim kuvvet komutanıyken yapamadıklarını şimdi CZ marka beylik tabancanla mı yapacaksın? diye…
Ancak, bana kalırsa aslında istenen de bu; yani, bu orgeneraller YETKİ nedeniyle Askeri Mahkeme’de yargılanır ve BERAAT ederlerse; yandaş ve hatta taşeron medya manşetlerinde yer alabilecekleri şimdiden yazabiliriz.
* ASKERİ MAHKEME orgeneralleri AKLADI…
* Olacağı buydu…
* Demokrasinin ırzını kurtarmak bir başka sefere kaldı…
Hatta daha da fazlası…
Bunun üzerine, Masud BARZANİ’nin Lübnan’daki El Medine Bank üzerinden Türkiye'ye transfer ettirdiği paralarla bir gazeteyi satın alan Faşist Kürtçü’nün malum gazetesinin Ankara Temsilcisi birkaç kitap daha yazar herhalde…
(Aynı bankada adına hesap açılmış birkaç ünlü Türkiyelinin isimlerini de verelim isterseniz: A.A.; İ.M.G.; İ.T.; O.C.Ç; İ.Ç…)
O Ankara temsilcisini gördüğümde aklıma hep muziplik geliyor nedense; nasıl mı?
Masud BARZANİ’nin Irak’ın Kuzeyi’ndeki medya faaliyetlerinin en başında Ferda adında namlı bir hatun var. Türkiye’den oraya giden, işbilir delikanlılar hemen onun yanına uğrar, Türkiye aleyhinde beyanat verir, TV’lerinde zırıldayarak ya da kükreyerek Türkiye’ye küfür ederler. Program bitince Ferda ile halvet olurlar; genelde Ferda onlara Paris’te Son Tango filminin “butter” takviyeli sahnesini yaşatır. Sonra da “hamam parası” olarak ceplerine birkaç bin USD koyar gönderir.
Adını, Kafkas Şahini’nin adından alan bu Ankara Temsilcisi de acep bu tezgâhtan geçti mi?
Ama bakıyorum temsilci “dolmakalem” gibi, hariçten mürekkep koymadan yazma kabiliyeti olmayan biri, hatta okuduğunu anlayabildiği bile şaibeli… Acaba, orta malı Ferda bu kadara düştü mü? Yoksa fakir sevinsin, eli boş dönmesin diye sadece tumanında mı salladı…

BENCE MALUM AMA GENELDE GÖZDEN KAÇAN TERCİHLER
Hatırlarsınız eminim MHP Genel Başkanı her yıl yapılan ve genelde kükrediği meşhurrrr YAYLA etkinliklerini İPTAL ediverdi. Neden? Yoksa yaylada toplananların iktidardan ya da kendi partisi haricindeki işbirlikçilerden önce kendisinden ve avanesinden hesap soracaklarından mı korktu? Ne dersiniz? Belki de kendine malum oldu ve 6'ncı gözaltı furyasından sadece bir hafta önce bu kararı veriverdi…
Tesadüf mü? Yok daha neler…
Bir başka konu daha; Rahşan Hanım ne oldu da birdenbire “Partiden önce Türkiye gelir” diyerek sağlı-sollu bir birleştirme sürecine kalkıştı?
Peki, bu süreç ne zaman başladı? Altıncı gözaltı furyasından kaç gün önce?
Amaç neydi?
Türkiye’de ERGENEKON’un altıncı gözaltı furyasıyla iyice belirginleşen, merkezde güçlü ve sahte milliyetçi/ulusalcı bir partinin oluşmasını engellemek üzere, çekirdeğini DSP’nin oluşturacağı bir halk hareketi başlatabilmek için mi?
AKP Genel Başkan Yardımcısı, nam-ı diğer “İspanyol Asilzadesi” (!) D.M.M. FIRAT, “TRAVMA” salvosuna neden ihtiyaç duydu?
AKP sözlü savunma için, yapıcılığından çok yıkıcılığı ve hesapçılığı ile bilinen Cemil ÇİÇEK’i neden görevlendirdi?
İktidarın başı, “Ölmesini bilmeyen generaller…”den neden bahsetti?
Bu olayların süreçle İLGİSİZ oluştuğuna inanan var mı?

ORGENERAL BAŞBUĞ İLE İKTİDARIN BAŞI ARASINDAKİ KONUŞMA…
Her iki taraf da, görüşmelerinde 6'ncı gözaltı furyasının konuşulmadığını ifade ediyorlar. Kuvvetle muhtemel, doğrudur. Ama acaba aralarında şöyle bir konuşma geçti mi geçmedi mi?
- “Suç örgütlerine ve çetelere göz açtırmıyoruz, ucu nereye varırsa varsın üzerine gitmekte kararlıyız. Bu en azından Türk Silahlı Kuvvetlerimizin terörle olan mücadelelerine de moral teşkil eder, terörün lojistik desteğini en azından aksatır diye düşünüyoruz. Haksız mıyım paşam?
- Haklısınız; yasadışı her türlü oluşumun üzerine gidilmesi ve özellikle de teröre destek veren unsurlara karşı mücadele, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin de talebidir. Ucu nereye varırsa varsın bu faaliyetlerdeki siyasi kararlılık herkesten çok Türk Silahlı Kuvetlerini memnun eder…
- Evet, ucu nereye varırsa varsın…
- Evet, ama bu faaliyetler için çok ciddi istihbarata, bilgi ve belgelere dayandırılmalıdır. Aksi takdirde, bu zanla gözaltına alınanların, tutuklananların suçsuz olduklarının anlaşılması, salıverilmesi Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin manevi şahsiyetini zedeler. Sonra, statü ve rolü ne olursa olsun bunun hesabını kimse veremez. Ve bu hesap mutlaka sorulur…
- Haklısınız paşam…”
Ben bu kısmı tarihe emanet ediyorum.
“Gün olur, devran döner” ve gerçekler ortaya çıkar. Terörden bahsedip de, teröre “lojistik” ve “moral” destek veren oluşumlardan, ya da organizasyonlardan bahsetmemek mümkün müdür?
Ancak bu aşamada, çok daha önemli bir şeyi daha ifade etmek isterim.
İktidarın başı, gözaltılar konusunda önceden haberinin olmadığını ifade ediyor, sonra da Kara Kuvvetleri Komutanı ile görüşmenin kendi talebi doğrultusunda gerçekleştiğini beyan ediyor.
Sizlere sormak istiyorum, Orgeneral BAŞBUĞ görüşmesinin zamanlaması dikkate alındığında, İktidarın Başı’nın ‘bilgim yoktu’ açıklaması sizce ne kadar doğru?
Biz bu filmi Orgeneral BÜYÜKANIT döneminde de seyretmedik mi?

ZEVAHİRİ KURTARAYIM DERKEN ZEVAHİRİ KÖTÜ YOLA DÜŞÜRMEK…
İktidarın başı, altıncı gözaltı furyasından sonra kendisine soru yönelten gazetecilere “İddianamenin de en kısa sürede hazırlanacağını düşünüyorum” demişti. Ardından, iddianamenin 2.500 sayfadan oluştuğu ve muhtemelen 4 Temmuz günü Mahkemeye sunulabileceği haberi yayıldı. Hatta iddianamenin UYAP’a “uydurulmaya” çalışıldığı (!) ama çok kalın olduğundan (!) UYAP’ı da göçerttiği –bu nasıl bir yazılım ve donanımsa-; savcılığın İDDİANAMEYİ CD olarak vermeyi düşündüğü, aksi takdirde iddianamenin çoğaltılmasının çok da “masarifli” olacağı bile ifade edildi. Bu son ifade bile, yaklaşık 13 aydır İDDİANAME bekleyen tutukluların bedelinin FOTOKOPİ bedelinden daha düşük olarak algılandığının bir İFŞAATI değil midir?
Diğer taraftan bu ifadeler, “ERGENEKON” Operasyonunun aslında SİYASİ İNTİKAM ve TÜRKİYE’Yİ FAŞİZME SÜRÜKLEME çabasını da ortaya koymuş olacak ki savcılık İDDİANAME’nin “yeni tutuklama”lar ile BİRAZ DAHA ZAMAN ALACAĞINI belirterek İLLİYET’i kaybetmeye çalıştı. Ama nafile, zevahir de kurtarılamadı…
Son olarak bir başka “bomba” daha patladı. Dürüstlüğüne, ciddiyetine ve şahsiyetine gönülden inandığım E.Kur.Alb.SARIZEYBEK, ERGENEKON Savcısının kendisini arayarak, kendinden beklenmeyecek ifadelerle kendilerini İFADE vermeye çağırdığını, ancak ifadesini zapta geçirmediğini söylediler. Efendi sanki PATAGONYA savcısı… Ardından SARIZEYBEK, savcının TARAFSIZLIĞINI yitirdiğini belirterek, görevden alınmasını talep etmiştir. Aslında savcılar TARAFTIR, bu durumda TARAFSIZLIK değil CİDDİYETSİZLİK, SEVİYESİZLİK, LİYAKATSİZLİK, hatta İNSANİ ve İLMİ KİFAYETSİZLİk söz konusu olması gerekir.
Bu aşamada sorulması gereken bir başka soru ise şudur; madem bu operasyon TÜRK DEMOKRASİSİNİN NAMUSUNU KURTARMA OPERASYONU’dur, neden hala üç savcıda ısrar edilir de savcı sayısı arttırılarak süreç hızlandırılmaz? Yoksa görevlendirilebilecek diğer SAVCILAR bu operasyon sürecinin RUHUNA (!) uygun değiller midir?
Hatta 29 Haziran’da yapılması gereken operasyon, ilgili adliyede UYGUN MAHKEME (!) üyeleri denk getirilemediği için mi 01 Temmuz günü yapılmıştır?
E. Orgeneraller TOLON ve ERUYGUR mahkeme huzuruna neden diğerlerinden sonra çıkarıldılar? Yoksa bir gün önceki nöbetçi mahkemenin tutumu mu beğenilmedi?
Cezaevine sapasağlam girip, gerekli tedavisine izin verilemeyen ve sonunda ölümünün dışarıda gerçekleşmesi için tahliye edilen ve beklendiği/istendiği gibi yaşamını yitiren Kuddusi OKKIR’ın bebek katili ÖCALAN kadar bile değeri yokmuş… Adaya, soysuzun tedavisi ya da tetkiki için nadide cihazları gönderen iktidar, günahsız bir vatandaşa hem de “iftira atılmış” bir vatandaşa yeterli donanıma sahip bir hastanede tedavisini çok görmüş. UYDURUK terör örgütünü finanse ettiği iftirası atılarak gözaltına aldırılan ve sonra da tutuklattırılan Kuddusi OKKIR, meğerse o kadar zenginmiş ki (!), hastanede tedavisi için gerekli birkaç bin YTL’yi bulamamış… Adalet Bakanı, 07 Ağustos günü 3 müfettiş gönderecekmiş… Peki, bu müfettişler iktidar partisinin üyeleri ile onların azmettirdiği ve/veya tehdit ettiği bürokratları da sorgulayacak mı? Kuddusi OKKIR’ın ölümüne neden olanlar KATİLDİR, peki ya bu KATİLLERİ azmettirenler…
Sorun bununla da bitmiyor; iktidar partisi içindeki işbirlikçiler son gözaltı furyasına öyle birini dâhil ettiler ve sonunda tutuklattırdırlar ki adada bostan gibi yatıp mabadını büyüten çağın teröristi ÖCALAN’ın da göbek atmasına vesile oldular. Cani, kendisini paket edip getiren ve ilk sorgusunu yapan E.Albay Atilla UĞUR’un bırakınız tutuklanmasını, gözaltına alınmasını bile kendisine iktidar tarafında takılan en büyük nişan olarak nitelendirdi. Böylece, çok önemli bir bilgi ve şahıs da FETTOŞ & TAYYOŞ Co. tarafından deşifre edilmiş oldu. Kısaca ATATÜRK Devrimleri ile TRAVMA yaşayanlar Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden bu yolla da TRAVMA intikamını almış oldular… Siyah lüks makam arabalarıyla muteber insanlar gibi Ankara’da fink atanlar da dâhil bütün faşist bölücüler ve Kürtçüler, bu yolla taltif edildiler…



TÜRKİYEYİ YENİDEN FORMATLAMANIN VE İŞBİRLİKÇİLİĞİN MİLADI
Hemen herkes, medyanın neredeyse tamamı, hatta Yargıtay’da daha üst statü ve rol uman bazıları “Yargıtay-Mit-Çakıcı” operasyonunda safça ve hatta salakça “demokrasi” ve “hukuk” havarisi kesilirken ben o günlerde yazı yazdığım Anayurt Gazetesi’nde, “Bu Türk Yargısına ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temel unsurlarına karşı bir “operasyon”dur” diye seri yazı yazıyor, nefesim çıktığı, kalemimin ulaşabildiği kadar feryat ediyordum. Yazılarımı takip edenler Eylül 2004’teki “Yargıtay MİT sahnesin derin kodları-Türkiye yeniden formatlanıyor” yazı dizimi hatırlayacaklardır. Ne olduğunu merak edenler için bu diziye yeni kitabım “CACIKİSTAN-Eşkiya Artık Hükümdar-Akasya/İma Kitap”da bir kez daha yer verdim. Bu kitabımı okuyanlar ve okuyacaklar “ERGENEKON” uydurmasında bundan sonra neler olabileceğini de öğreneceklerdir.
Bu arada birileri bana “Sen nereden biliyorsun da yazıyorsun? Nereden bilgi alıyorsun? Nereden besleniyorsun?” diye sorabilir. Cevabım basit; FETTOŞ & TAYYOŞ Co. ürünü medya adı verilen pislik yuvalarını takip etmek yeterli olur derim. Aslında başka bir cevap daha vermek isterim ama İDDİANAME’nin ortaya çıkmasından önce bunu açıklayarak SAVUNMA’nın elini zayıflatmak istemem…
Bir başka saldırıyı meşhurrrrr genç “okur dolandırıcısı”nın meşhuuuuuur anası, ortada fol-yumurta yokken Türk Metal’in Başkanı Mustafa ÖZBEK’e karşı yapmıştı… O zaman da gerçek amacın ne olduğunu o gün çalıştığım gazetede yazmış ve “Mustafa ÖZBEK’e sahip çıkın!” diye adeta yalvarmıştım…

SAKLAMBAÇ OYNAYAN “HÂKİMLER VE SAVCILAR ÜST KURULU”
VE ADALET BAKANLIĞI
Her şey bir yana, 6'ncı gözaltı operasyonunda gözaltına alınanlardan bazıları gözaltına alınmalarının üzerinden 4 (dört) gün geçmesine rağmen yargıç karşısına çıkartılmamışlardır. Bu yasalara göre suçtur, yasaları tanımamazlıktır hatta buna sebebiyet verenler hukukçu olduğu sanılanlardır. Bu nedenle de bu tavır Türkiye Cumhuriyeti Yasalarına “MEYDAN OKUMA”dır. Şimdi sormak isterim, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ile Adalet Bakanlığı daha ne beklemektedirler? Yoksa onlar da… (5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 91. maddesi: Gözaltı süresi, hiçbir gerekçeyle 4 günü geçemez-Yol süresi zevzekliği de dâhil-) Bu husus bu süreçteki en çarpıcı “küstahlık”tır, diğerlerini burada zikretmek istemiyorum…
Özellikle hukuka aykırı olarak toplanan delilleri görmezden gelmek, “aslını inkâr etme”yi bile gölgede bırakacak bir seciyesizliktir.

OYUN İÇİNDE OYUN, KUMPAS İÇİNDE KUMPAS
Ben iddia ediyorum ki, başlangıçtan itibaren yapılan bütün melanetler aslında bilinçli ve kasıtlıdır. Bunun amacı, “Ulusalcı/Milliyetçileri” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurmaya zorlamak, hatta mahkûm ettirmektir. Ki bu gerçekleştiğinde FETTOŞ & TAYYOŞ güdümlü medya, bu kez bunu diline dolayacak ve en hafifinden şunları yazacaklardır:
“AB’ye küfrediyorlardı şimdi onlara muhtaç oldular…”
“İkiyüzlüler…”
“Takiyyeciler…”
Biri şu soruya ya yanıt vermeli ya da bir çare üretmelidir.
İddia ediyorum ki bu süreçte gözaltına alınanların ve tutuklananların tamamına yakını, bu sürecin içine kasıtlı olarak dâhil edilen birkaç kişi hariç BERAAT EDECEKLER’dir. Ardından da TAZMİNAT talep etme hakları doğacaktır. Mağdurlar önce Türkiye’deki YARGI sürecini bitirmek zorundadırlar. Bu aşamada meşhur bakanın danışmanı tarafından sevk ve idare edilen bazı yandaşlar ve/veya tehdit ve şantaj altında tutulanlar bu haklı tazminat taleplerini şiddetle reddederek mağdurları AİHM’ye yönlenmeye mecbur ve mahkûm bırakacaklardır.
Bu durumda elin terörist ve eşkıyası Yasin Al Kadı’ya “bütün varlığı ile kefil olan” iktidarın başı acaba ne yapacaktır? İktidar ve yandaşları tarafından her türlü melanet kullanılarak emir ve komuta altına alınmış sorumlu yargı ve emniyet mensuplarına bu yüklü tazminatlar rücu edilecek midir? Aslında bir numaralı azmettirici iktidar üyelerine ve iktidar partisinin tüm vekillerine bu tazminat ödemeleri rücu edilecek midir?
Bence edilmelidir. Gerekirse, bu tazminatların devlete geri kazandırılması için ilgililerin usul ve füruğun menkul/gayrimenkul varlıkları da rücu kapsamında değerlendirilmelidir.

TOPYEKÜN SALDIRILAR VE TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ’NİN EMİR KOMUTA ZİNCİRİNİ ORTADAN KALDIRMAYA YÖNELİK ORGANİZE EYLEMLER BÜTÜNÜ
Türk Silahlı Kuvvetlerini HUKUKSUZ ve KEYFİ uygulamalar sonucu terk etmiş, beni asmalarına müsaade etmemiş, kendi sandalyemi kendim tekmelemiştim. O günlerin acısı ve izleri benim ve ailemin hala yüreğinde. Ancak şahsen yaşadıklarım, benim Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yanında yer almama engel değil. Çünkü Türk Silahlı Kuvvetleri, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin artık her şeyi… Aşılamayan tek engel, zaptedilemeyen ve zaptedilemeyecek son kale. Eğer Türk Silahlı Kuvvetleri’nde olsaydım ne yapardım? Şimdi düşünüyorum.
İlk yapacağım şey amirlerimin ve üstlerimin gözlerinin içine bakarak onlara “Daha ne bekliyorsunuz? Ya sizden bekleneni yapın, ya da istifa edip makamlarınızı, yapması gerekenleri yapacaklara bırakın” derdim. Bunun sonuçlarına da katlanırdım, sonucu ne olursa olsun… Eminim ki, astlarım ve maiyetim de bana aynı muameleyi layık görürdü…
Bunları neden mi söyler ve talep ederdim?
Karşımızda yer alan güçler, Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed Mustafa’yı (S.A.V.) kılıktan kılığa, görüntüden görüntüye sokup karikatür haline getirip dalga geçenlerden medet umacak, yalvar yakar onlardan yardım dilenecek kadar onursuz ve münafıktırlar.
Onlar, FETTOŞ & TAYYOŞ ve MENDEBURLAR Co. olarak organize olmuşlardır. Amaçları, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni, Türk Yurdu’nu ve Türk Milleti’ni bütün kurumları ile satmak, soymak, ortadan kaldırmadan büyük bir değer olarak GLOBAL KÖPEKLER’e teslim etmektir. Bu pazarlamanın bedeli olarak da onlara bu STATÜ ve ROLLER ile adam sanılmaları için siyah renkli makam araçları ihsan edilmiştir. Bunlar münafıktır ve bunlar ihaneti bile maskara eden yaratıklardır.
Bütün güçleri ile üzerimize saldırmaktadırlar. “ERGENEKON” uydurmacası onların en son silahlarıdır. Ya bu oyunu kazanacaklar, ya da kaybedip yeryüzünden kazınacaklarıdır. Bunun farkındadırlar…
Özellikle biri, öylesine “küçüklük ve basitlik kompleksi” içindedir. “Kendi gibi olmak” ona yetmemekte ve daha başkalarının yapamadıklarını güya yaparak “en büyük” olmayı istemektedir. Ancak o zevat, ne yazık ki bir şeyin farkında değildir. Merhum Bülent ECEVİT, Merhum Turgut ÖZAL ve Merhum Adnan MENDERES’i taklit olarak da olsa geride bırakabilmek için önce İNSAN olmak gerekir…
Şimdilerde eminim ki Türk Silahlı Kuvvetleri’nin her yeri fokur fokur kaynıyordur. Bütün astlar ve maiyetler, amirlerinin ve üstlerinin gözlerinin içine baka baka “Daha ne bekliyoruz?” sorusunu soruyorlardır. Amaç aslında tam anlamıyla gerçekleşmek üzeredir. Çünkü FETTOŞ & TAYYOŞ ve MENDEBURLAR Co.’nun istediği de budur. Yani Türk Silahlı Kuvvetleri’ni 27 MAYIS’ta olduğu gibi emir-komuta zinciri dışında bir darbeye sürüklemektir. Hatta darbenin kanlı olması daha çok hoşlarına gidecektir. Çünkü düşünmektedirler ki böyle bir durumda yeterince hesap sorulmadan “Cehennemin dibini” boylayacaklar ve en büyük hastalığı unutkanlık olan Türk Milleti’nin nezdinde ileride “ucuz kahraman” olacaklardır. Ancak efendilerin unuttuğu Türk Silahlı Kuvvetleri’nin başında “netekim” paşa gibi “ABD’nin çocukları”nın artık bulunmadığıdır…
Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker BAŞBUĞ boşu boşuna herkesi ve her kesimi “soğukkanlı ve itidalli olmaya” davet etmemiştir. Hem de eminim ki yüreği, her an dağlanırken…
Orgeneral BAŞBUĞ’un bu tavsiyelerine rağmen FETTOŞ & TAYYOŞ ve MENDEBURLAR Co. medyası, bu operasyonun birincil hedeflerinin arasında 2008 yılı Yüksek Askeri Şura faaliyetlerini manipüle etmek olduğunu açıklamışlardır. Onlar, 2008 yılı Yüksek Askeri Şura’nın “orta malı gazetelerin, devlet kredisi ile soysuzlık yapan TV’lerin haber toplantısına” çevirmek için çırpınmaktadırlar.
Kısaca, aslında “ERGENEKON” Operasyonunu tezgâhlayanlar ÇETE’dirler. Hem de ORGANİZE bir ÇETE…

ASELSAN’DA GÖREVLİYKEN VE ISPARTA’YA GİDERKEN TOPLUCA KATLEDİLEN BİLİM ADAMI SUİKASTLARINA BİR YENİSİNİ DE
BU KURMALI EKİP EKLEDİ
Son yıllarda ASELSAN’da çalışan bazı değerli bilim insanları İNTİHAR süsü verilerek SUİKASTLARA hedef olmuşlardı. Bunları ISPARTA uçağında topluca KATLEDİLEN bilim insanları izledi. Prof.Dr. Ercüment OVALI’ya da FETTOŞ & TAYYOŞ ve MENDEBURLAR Co. kıydı. Hem de bu kurmalı ekip eliyle… Gen teknolojisi denildiğinde Türkiye’de ilk sırada dünyada ilk on arasında akla gelebilen bir BİLİM İNSANI’na…
NOT: Saygıdeğer okurlarım bu yazımı bir gazetede yazmak isterdim ancak Anayurt Gazetesi’ndeki görevimden 22 Temmuz 2007 tarihi itibarı ile ayrılmak zorunda kaldığımdan derdimi ancak bu blogspot yolu ile anlatmak durumunda kaldığımdan dolayı üzgünüm…

Hasan Hüseyin MEMİŞ
hhmemis@gmail.com
//hhmemis.blogspot.com

Hiç yorum yok: