19 Aralık 2008 Cuma

İSYANCI ORADA DEVLET NEREDE?

İsyancı orada devlet nerede?



İsyancı hareket bir otorite oluşturmuş ve Türkiye’nin doğudaki, batıdaki tüm kentlerini ve dağlarını terörle yakıyor. Ama karşısında onu bastırmak isteyen bir otorite, bir devlet yok. Tarihte, karşısında bir devlet gücü olmayan ilk isyan hareketi bu diyebiliriz.



Dünya tarihinde bir ilk

Türkiye bir gariplikler ülkesi. Dünya tarihinde yine bir ilki gerçekleştiriyoruz. Türkiye’de bugün bir isyan var. Ama isyanı bastıracak devlet yok.

İsyancı hareket bir otorite oluşturmuş ve Türkiye’nin doğudaki, batıdaki tüm kentlerini ve dağlarını terörle yakıyor. Ama karşısında onu bastırmak isteyen bir otorite, bir devlet yok. Tarihte, karşısında bir devlet gücü olmayan ilk isyan hareketi bu diyebiliriz.

Türkiye’de kimsenin adını koymaya cesaret edemediği bir isyan hareketi var.

Dağlarda her gün karakollarımıza saldırılıyor. Askerlerimiz şehit ediliyor. Kentlerde her gün kamu binaları yağmalanıyor, bayraklar yakılıyor, siviller öldürülüyor.

Peki, Türkiye’de açıkça ayaklanmaya dönüşen bu tedhiş ve terör hareketine karşı bulunan en harika çözüm ne?

Demokrasi!

Dünyada bir isyan hareketine demokrasi sihirli değneğiyle karşı çıkan ilk ülke olma şerefi de bize ait.

Diyarbakır’da bayraklar yakılıyor, devlet binaları taşlanıyor, sözde Kürt bayrakları göndere çekiliyor. İlin valisi çıkıyor açıklama yapıyor: “Can kaybı olmaması sevindiricidir.”

Polis isyancılara muz dağıtıyor...

Sınırlarımıza ABD ve Barzani destekli PKK adeta bir tabur sokup karakolumuzu vuruyor. Devlet “büyükleri” koşa koşa Barzani’ye gidiyor.

PKK adeta antrenman yapıyor. Karşısında devletin otoritesi yok. Bir haftadır Türkiye yanıyor. Ama isyancılara karşı tek bir önlem, tek bir güç gösterisi, bir tutuklama veya gözaltı bile yok. Böyle ortamda kim niye isyan etmesin? İsyan et sana demokrasi versinler. Ertesi gün yine isyan et. Oh ne güzel!

Peki, Türkiye’ye has bu gariplik kimin icadı?

“PKK terörünü kınadığımız kadar devlet terörünü de kınamak. Devlet-PKK çatışmasında devletçi bir safta gözükmemek, devletin eleştiri üslubunu benimsememek; “Bölücü”, “Terörist”, “Ayrılıkçı” vs (…) dememek gerekir…”

İmza Recep Tayyip Erdoğan, sene 1991...

Bu sözlerin sahibi bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanı... Yani bu ülkenin kamu güvenliğini sağlamakla görevli en yetkili kişi… PKK ve devlet arasında ben tarafsızım diyor.

Türkiye belki de anarşizmin yani otoritesiz ve devletsiz düzenin ütopyadan gerçeğe dönüştüğü tarihteki ilk ülke.

Ama yanılmayın! Türk’e faşizm var bu ülkede, isyancı Kürt’e ise en uçuk demokrasi ve anarşinin özgürlüğü. Zaten faşizm bu değil midir? Halka zulüm ve esaret, faşiste sonsuz özgürlük…



Ve şimdi o çok “ılımlı” ve “güvercin” Ahmet Türk diyor ki: “Türkiye Cumhuriyeti Kürtlere soykırım yapmaktadır.” Bu yolun sonu bellidir. Tıpkı Osmanlı dönemindeki Ermeni isyanları gibi… Önce devletin elleri bağlandı. Sonra Kürtlerin önü açıldı ve isyan hareketi başlatıldı. Şimdi “bize soykırım yapıyorlar” diyorlar. En sonunda Güney Afrika modeli devreye girecek. Türk devletine müdahale edilecek.



İsyanın adını koyalım

Çokça anlatılan bir tarihi anı, bir kez de bir biz hatırlatalım.

Sene 1925. Türkiye’nin Musul ve Kerkük’ü topraklarına katması an meselesi. Ancak İngiliz destekli Kürtler bir isyan başlatır. Şeyh Sait isyanı vahşi bir çekirge sürüsü gibi batıya doğru yayılmaya başlar. Diyarbakır bile düşmek üzeredir. Türk topraklarında hainlik ve satılmışlık egemen olmak istemektedir.

İsyan haberi Ankara’ya ilk geldiğinde Ankara Kulübü’nde devletin büyükleri oturmaktadır. Atatürk kendisine gelen isyan haberleriyle ilgili telgrafı okuduğunda yaverini yanına çağırır ve ilerideki masayı gösterir. Bu masada dönemin Başbakanı Fethi Okyar ve İsmet İnönü kâğıt oynamaktadır. Telgraftaki mesajı ilk olarak Başbakan Fethi Okyar okur. Fethi Bey yaradılış itibariyle rahat ve geniş bir insandır. Telgrafı okur, fazla önemsemez ve önündeki oyuna devam eder. Aynı telgraf yıllarca cephelerde savaşmış İsmet Paşa’nın önüne gelince, paşanın yüzü birden asılır. Telgrafı bir kez daha okur. Elindeki kâğıtları bırakır. Hemen düşünmeye ve not almaya başlar.

Atatürk iki arkadaşının huyunu ve karakterini çok iyi bilmektedir. İkisi de belli günlerde gerekli kişilerdir. Ama o isyan günlerinde başbakan olma sırası İsmet Paşa’dadır.

Ertesi gün kabine değişir. İsmet Paşa başa geçer. Atatürk’ün istediği sert önlemler hızla alınır. Takrir-i Sükûn Kanunu yasalaşır. İsyan ivedilikle ve en kestirme yöntemlerle bastırılır. Söz konusu olan Türk vatanı ve devletinin varlığıdır. İsyanla oyun olmaz. İstiklâl Savaşı’nı verenler bu dersi zaten iyi bilmektedir.

Bugün aklımızı başımıza almamız şart. Önce Türkiye’deki sorunun adını koyalım. Bu Kürt sorunu falan değil. Türkiye’de bir isyan var.

İsyana her hangi bir devletin tek yanıtı olabilir. Bu yanıt askeridir. İsyan eden ya öldürülür ya hapsedilir ya da sürülür. Dünyada ve tarihte bundan başka bir yöntem bulunmamıştır. Tersini iddia edene de devlet isyancı muamelesi yapar. Çünkü isyan savaş gibidir. Tarafsız kalamazsınız. Tayyip’in söylediğini hatırlatalım ve biz kendi fikrimizi belirtelim. Ya isyancılardan yanasınız ya da devletten…

AKP isyanın bir numaralı sorumlusudur

Sene 2008. Şimdi Türkiye’nin bir fotoğrafını çekelim. Kürtler tüm kentlerimizde ayaklanma eylemlerine girişiyor. Adeta kurtarılmış kentler ve semtler ilan ediyorlar. Açık bir ayaklanma provası yaşanıyor.

Atatürk’ün geçmişteki tavrını biliyoruz. Peki devletin sözde başında olanlar bugün ne diyor, ne yapıyor? Cumhurbaşkanı makamını işgal eden Gül’ün bu olaylarla aynı saatlerde Almanya’da bir Alman gazetecisine söylediği şu:

“Geçmişte bu konuda sorunlar vardı. Çok sayıda Kürt geçmişte kökenlerinden dolayı ayrımcılığa uğradılar. Kürtçe konuşma ve yazmalarına izin verilmedi.”

Bu cumhurbaşkanı olan...

Başbakanlık mevkiini işgal eden Tayyip, Aktütün katliamı ve Diyarbakır kalkışması üzerine ne diyor:

“Terör örgütü benim askerime, benim polisime düşman gözüyle bakıyor. Fakat biz şu anda bütün bu bakışlara rağmen suçlu gözüyle bakıyoruz. Neden? Demokrasinin gereği bu.”

Evet, Mehmetçiği katleden PKK’lı hainler bu başbakana göre düşman değil. İcranın başı böyle diyor.

Peki ya Adalet Bakanı mevkiini işgal eden Mehmet Ali Şahin… Güya teröristbaşına İmralı’da kötü muamele yapılıyormuş diye, benim kentlerimde her yer yakıp yıkılıyor. Türk’e aslan kesilen polisler, susup olayları izliyor. Her taşın altında çete arayan savcılar; üç maymunları oynuyor. Adalet Bakanı savcıları göreve çağıracağına teröristbaşının resepsiyonisti gibi şikâyetleri yanıtlıyor:

“O tür iddialar doğru değil. Ben böyle bir iddiayı duyar duymaz hemen inceleme yaptırdım. Acaba böyle bir şeyin aslı olabilir mi diye? Dövme veya kötü muamele meydana gelmiş değil. O bakımdan iyi niyetli olarak bu konuyu duyunca tepki gösterenler, tepkilerini yeniden gözden geçirsin. Ama kötü niyetli olanlara diyeceğim bir şey yok.”

Duyuyor musunuz? Apo’nun sağlığını merak eden iyi niyetli teröristler varmış; bir de biraz daha kötü niyetli olanlar. Koskoca(!) bakan iyi niyetli teröristlere hesap veriyor.

Sonra da diyorlar ki: “Bu terör bir türlü bitmiyor bari Kürtlerle anlaşalım…”

Niye bitsin kardeşim, niye bitsin! Terörist olmanın, isyancı olmanın, yağmanın, adam öldürmenin bir bedeli olmadığı dünyadaki tek ülke Türkiye... Hatta ödülü var. Rantı var. Adam neden terörden vazgeçsin ki?!

PKK şiddeti artacaktır. Bu kaçınılmaz. Çünkü şiddetten bölücülük büyük rant elde ediyor. Karşısında da devletten bir karşı yanıt bulmadığı için önü açık.

Düşünün bir kere hesabı. PKK AKP’nin hiçbir şey yapamayacağını hesap ediyor. Çünkü AKP Diyarbakır’da devletin egemenliğini hissettirse Kürt oyu kaybeder. Tersini yapsa Diyarbakır PKK’ya kalır. AKP yine Kürt oyunu kaybeder.

AKP de Kürtlersiz bir faşizm kuramayacağını bildiği için Diyarbakır’ı ve vatan toprağını PKK terörüne teslim ediyor. Kısacası PKK, AKP’yi avucunun içine almış.

Bu kanlı ittifak tanıdık geldi değil mi? Şeyh Sait isyanını aynı şekilde destekleyen Terakkiperver Fırka’yı hatırlıyor insan ister istemez. Atatürk’ün ilk işi Takrir-i Sükûn Kanunu çıkarmaktı. Kanun, İstiklâl Mahkemelerini kurdu. Mahkemenin ilk kararı da isyanın yatakçısı konumundaki Terakkiperver Parti’yi kapatmak oldu.

İsyanda iki suçlu vardır. Bir isyanı çıkaran, iki isyanı bilerek veya bilmeyerek bastırmayan…

Bugün bir Kürt isyanı varsa Türkiye’de, bunun en büyük suçlusu AKP’dir. PKK ise meydanı boş bulmuştur. Tabii ki azacaktır.

Peki ya asker?

Atatürk Büyük Nutuk’ta bazı silah arkadaşlarını çok sert eleştirir. Bunların başında Kâzım Karabekir vardır. Bilindiği gibi Kâzım Karabekir, Doğu Ordularının başındadır. Ancak Atatürk’ün ifadesiyle “ordusunu bırakmış” ve politikayı, entrikayı seçmiştir. Hem de Musul için bir savaşın arifesine geldiğimiz koşullarda.

Atatürk, Kâzım Karabekir önderliğindeki muhafazakâr komutanların siyaset ile iştigal ettiğini, İstanbul’daki Hilafetçiler ve İngiliz Muhipleriyle bir hizip oluşturduklarını ve çeşitli entrikalara daldıklarını biliyordu.

O dönem İstiklâl Savaşı’nın olağanüstü koşullarından dolayı komutanlar hem asker hem milletvekili olabiliyordu. Ancak artık Cumhuriyet kurulmuştu ve bu uygulama artık Meclis’te çok garip bir ortama neden olmaktaydı.

Atatürk kendisini siyasetle deviremeyen bazı gericilerin bu garipliği kullanıp, Meclis’teki askerlere kancayı taktığının farkına vardı. Ancak silah arkadaşlarını kazanmak istiyordu. Çok samimi bir teklifte bulundu Atatürk. Gelin ya asker ya politikacı olun. İki görevinizden birini bırakın.

Ve ne yazık ki, Kâzım Karabekir dâhil, Atatürk’ün pek çok eski silah arkadaşı büyük devrimcinin uzattığı bu kazanıcı ve kurtarıcı eli tutmadılar. “Peki o zaman” dediler “biz askerliği bırakıyoruz, parti kuracağız sana karşı muhalif politikacı olacağız.”

Atatürk’ün affedemediği muhalefet değildi. Atatürk, Musul için İngiltere ile bir savaş eşiğine geldiğimiz ve Şeyh Sait ihanetinin tezgâhlandığı o kritik günlerde, Türk Ordusu’nun başından ayrılan giden, İstanbul entrikalarını komutanlığa tercih eden gaflete öfkeliydi.

Ve isyan günlerinde gaflet, ihanetle eş anlamlıdır. Nutuk’ta açıkça bunu dillendiriyordu Atatürk. Ve ne yazık ki Kâzım Karabekir, Şeyh Sait isyanını bastıran veya belki de Musul’a giren komutan olacakken, bu alçak İngiliz tezgâhına su taşıyan bir partinin başına geçti.

Dağlıca baskınından sonra Türkiye’de yaşananlar çok mu farklı? Baskın aslında bir ABD saldırısıydı. Halkın tespiti buydu. Şehit ailelerinin tespiti buydu. Neredeyse 30 yıldır çarpışan tüm askerlerin tespiti buydu. Sokaktaki milyonlarca protestocunun da tespiti buydu.

Bir tek AKP farklı düşünüyordu. ABD-AKP ve PKK köşeye sıkışmış bekliyordu. Türk Milletinin tepkisi ne olacaktı? Nereye yönelecekti? Halk burnundan soluyordu. Bazı şeyler artık değişebilirdi.

Tek bir komutanın halka yol göstermesi, halktan destek istemesi yeterliydi. Bu halk, ordusuna her türlü gücü ve desteği verecekti. Ama komutanlarımız tıpkı İngiliz kumpasına düşen Karabekir gibi Amerikan kumpasına teslim oldular.

Son bir yılda nereye geldik? Düşünün ve karar verin. Bir yılda bir isyan hareketini kendi ellerimizle yarattık.

Bugün isyan yarın müdahale

Dağlıca’dan Aktütün’e neredeyse bir yıl geçti. O bir yılda neler denmedi ki. PKK bitmişti. ABD bizi seçmişti. İşbirliği ve istihbarat mükemmeldi. PKK her gün yeni bir darbe yiyor, kamerayla gözleniyor, adım başı kayıp veriyordu. ABD orada uçan kuşun bile fotoğrafını çekip bize veriyordu. PKK her gün bölünüyordu. Bütün elebaşları bombardımanlarda ölüyordu.

Bunlar Amerikancı medyanın ve yöneticilerin anlattığı masallardı. Ne oldu?

Aynı PKK güya cehenneme dönen Kandil’de, yine ABD ve Barzani’nin huzurunda 1000 kişilik kongre düzenledi. Öldü veya kavgalı denen tüm elebaşları yan yana oturup, dünya medyasına poz verdi. Sonra ABD’den aldıkları silahları kamyonlara yüklediler. Göz göre göre bir hafta boyunca karakolumuzun karşısına yığınak yaptılar ve üç yüz kişiyle güpegündüz Mehmetçiğe saldırdılar.

Peki, biz ne bekliyorduk? ABD’den fotoğraf. Oysa o ABD, silahı PKK’ya, fotoğrafları da Taraf gazetesine iletiyordu.

Bu durumun sorumlusu kim? Açık söyleyelim sorumlu ABD değil. Sorumlu bir yıldır millete bu masalları anlatanlar. Bir yıldır isyanı gören ama hiçbir şey yapmayanlar. Bir yıldır ABD’nin nasıl büyük dostumuz olduğunu söyleyenler.

Hani bir büyüğümüz esip gürledi ya: “Tarafınızı seçin!” Sorumlular tarafını ABD kucağında seçenlerdir.

Bu yolun sonu ölümdür. Millete ve vatana ölümdür. İngiliz ve Alman elinde ölümü Osmanlı yaşadı. Hem “dostumuzdular” hem de katilimiz. ABD’yi dost belleyenlerden büyük kötülük yapan yoktur bu millete. Son bir yılda geldiğimiz nokta, alevler içindeki kentlerimiz ve şehit edilen evlatlarımız bunu göstermektedir.

Ve şimdi o çok “ılımlı” ve “güvercin” Ahmet Türk diyor ki: “Türkiye Cumhuriyeti Kürtlere soykırım yapmaktadır.”

Bu yolun sonu bellidir. Tıpkı Osmanlı dönemindeki Ermeni isyanları gibi… Önce devletin elleri bağlandı. Sonra Kürtlerin önü açıldı ve isyan hareketi başlatıldı. Şimdi “bize soykırım yapıyorlar” diyorlar. En sonunda Güney Afrika modeli devreye girecek. Türk devletine müdahale edilecek.

ABD, Irak’ta kurduğu sözde Kürdistanın başına Barzani’yi, Irak’ın başına ise Talabani’yi geçirdi. İki Kürt teröristi, iki Kürt isyancısı… Güney Afrika modelini Türkiye’ye uygularlarsa gideceğimiz yer bellidir. Önce Apo’yu Mandela ilan edecekler ve dışarı çıkaracaklar. Sonra Güneydoğuda Kürt idaresi kuracaklar. Başına belki Leyla belki Ahmet geçecek. Ankara’da da Cumhurbaşkanı Apo olacak.

Biraz aşırı mı kaçtı? İsyanlar aşırıdır. Bastırılmazlarsa sonuna kadar giderler.

Bu millet bu isyanı tek bir günde bastırır

Bugün en yetkili komutanından en yetkili sivil yöneticisine kadar herkes tek bir çağrı yapıyor: “Aman kardeşliğimiz bozulmasın, aman provokasyona gelmeyelim, aman iç savaş çıkmasın.”

Ortada iç savaş falan da yok. Devleti, medyası, polisi hepsi kolumuzu bacağımızı tutmuş. Türklerde iç savaş çıkaracak hal mi var?

İyi de bugün Türkiye’de bir provokasyon zaten var. Bugün Türkiye’de silahlı bir isyan hareketi var. Devletin başındakiler bunu nasıl bastırırız diye düşüneceklerine, nasıl iç savaş çıkmasını engelleriz diye zaten devlete bağlı Türklerin üstüne geliyorlar.

Beyler uyanın artık! Türkiye’de bir istila, bir isyan var. Göreviniz, ettiğiniz yemin, kanuni yükümlülükleriniz önce bu isyanı bastırmanızı gerektiriyor.

Bu millet güçlü bir millettir. Ordusu da güçlüdür. Ordu, gücünü milletin sonsuz desteğinden alır. Dağlıca’dan sonra yapılan Türk Ordusu’nu milletten koparıp, ABD denetimine sokma denemesiydi. O güne kadar şehit veriyorduk ama ABD-AKP ve PKK tamamen tecrit olmuş güçlerdi. Kımıldayacak halleri yoktu. Şiddetle elde edebilecekleri çok sınırlıydı.

Ne zaman ki Ordumuz ABD denetimine sokuldu, antenlerimiz ABD anteni oldu; o zaman ABD-AKP-PKK üçlüsünü kuşatan Ordu-Millet seddini yardılar.

O noktadan sonra PKK’ya hayat öpücüğü verildi. Hele kış ortasında bir iki günlüğüne Irak’a girip, sonra da ABD talimatıyla çıkmak, PKK’ya tarihindeki en büyük doping oldu.

İsyan için uygun zemin artık yaratılmıştı. Artık her eylem, her miting, her terör olayı, Ordu’yu yıpratmaya başladı. Sonunda bugüne gelindi. PKK ve hükümet açıkça Ordu’yu suçluyor. Türk Ordusu başarısız ilan ediliyor, Güneydoğu’dan çıkması gerektiği bile iddia ediliyor.

Kimileri de uçaklardan, uydulardan, ABD’nin çektiği fotoğraflardan bahsediyor.

Çekilin! Gölge etmeyin. Bu Ordu, bu millet, bu kahpece isyanı bir günde bastırır.

Atatürk’ün telgrafı yeter. Başına geçmeye cesaret eden var mı?

Ama önce İmralı’ya Şeyh Sait sonu, isyancılara da İskân Kanunu… İrade var mı?

Bir günde çözülür. Tekrar Türk Milletine dönmeye cesaret ve irade gösterin. Kapıyı ABD’ye kapatın, millete açın. İsyanı bastırırsınız. Ne o? Kararsız mısınız? O zaman isyan anında kararsızlığın Divan-ı Harplik bir eylem olduğunu unutmayın.

Tarihte bulunmuş en stratejik güç, milletin gücüdür. Atatürk, “Çağdaş savaşlar orduyla değil, milletle verilir” demiş. Ya Atatürk’ün askeri ve milleti ortaya çıkacak. Ya da isyancılara köle olacağız.




--------------------------------------------------------------------------------

Bu yazıyla ilgili düşüncelerinizi
iletmek için lütfen yazınız


Size ulaşmamız için isminizi, telefon numaranızı ve
e-posta adresinizi gönderin: İsim:
Soyisim:
Telefon: ( 0 )
e-posta:
Şehir: İstanbul Ankara İzmir Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Edirne Elazığ Erzican Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İçel Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Kahramanmaraş Karabük Karaman Kilis Mardin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Ş.Urfa Şırnak Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İlçe

Hiç yorum yok: