3 Aralık 2008 Çarşamba

ALPASLAN TÜRKEŞ SONRASI MHP'Sİ VE DEVLET BAHÇELİ

Alparslan Türkeş Sonrası MHP’si ve Devlet Bahçeli

Türk Siyasal Hayatı’nda yaşanan değişimlerin dinamikleri, çoğu zaman iç dinamikler olmaktan uzak kalmış, çağcıl değişimlerin etkileriyle sosyal ve ekonomik alanda yaşanan altyapısal tepkiler olmuştur. Bu tepkilerin sürekliliği kaçınılmaz olarak üstyapısal değişikliklerin tesirsizliğine neden olmuş ve istikrarsızlıklar, yerel tepkiler,demokrasinin korunması için bizzat demokrasiye yapılan müdahalelerin nedenleri de günümüze kadar varlığını korumuştur.

İşte bu “sebep”lerin varlığını korumaya devam ediyor olması da belli birtakım sınıfsal tepkilerin ve bu sınıfların sözcülüğünü yapan partilerin de süregelmesine neden olmuştur.Şikayet edilen noktaların ve duyulan gereksinimlerin modernleşmeyle birlikte gelen değişimin dışında pek de büyük bir değişim geçirmediği de unutulmamalıdır.Her daim belli bir kesimin desteğini yanında bulan Milliyetçi Hareket Partisi gibi..

Milliyetçi Hareket Partisi 1960’larda tarih sahnesine çıkarken, bu çıkış tasarlanmış ve hedefleri belirlenmişti.O yılların koşullarıyla –soğuk savaş ve getirdiği kutuplaşma zorunluluğu gibi- paralel olarak MHP de “anti-komünist,yarı askeri örgütlülüğe sahip bir soğuk savaş partisinin ve sola karşı bir ideolojik saldırı karargahının” oluşturulmasına uygun niteliklerle ortaya çıkmıştı.

MHP’nin -1969’da resmen bu adı almasından itibaren- ideolojisini ve hareketin niteliğini, Alparslan Türkeş’in daha önceleri de ortaya attığı pan-türkist söylemler ve özellikle Nihal Atsız’ın fikirlerine yaptığı atıflar ortaya çıkarmıştır. Hatta 12 Eylül ardından Türkeş’in savunmasında da görülebileceği gibi, lider, kendi ideolojisini Kemalizmin devamı olarak görmekte ve ırkçılıkla ilgili fikirleri sorulduğunda da “Türkleşenlerin Türk sayılabileceği”ni belirtmiştir.

Bu kısa hatırlatmaların ardından Türkeş sonrası döneme geçtiğimizde, her daim Alparslan Türkeş’in yanında bulunmuş ve onun isteği doğrultusunda akademisyenlikten ayrılmış Devlet Bahçeli Dönemi başlamıştır.

Devlet Bahçeli’nin 1997’de başlayan liderlik dönemi, uluslararası ortamda egemen olan küreselleşme ve buna duyulan tepki dönemine denk düşmüştür. Başlangıçta ulus-devletlerin kuruluşu için ulus-devlet “yurttaşı”nı oluşturmakta kullanılan ve devletlere bu yönde faydalı olan milliyetçilik, bu sefer de ulus-devletin aşınmasına/aşındırılmasına karşı duyulan tepkinin dile getirilmesinin aracı olmuştur.

Bir dönemler “devlete yardımcı güç” söylemiyle hareket etmeye çalışan MHP artık bunu terk edip, demokrasinin vazgeçilmez unsurları olan siyasi partilerden biri olarak siyasal yaşamdaki yerini sürdürmeye ve daha önceki imajı “temizlemek” için yeni açılımlar yapma yoluna girmiştir.


Ancak MHP için özel bir durum vardır ki o da 1995 yılındaki Milli Güvenlik Kurulu’nun siyaset belgesinde bulunan ”Türk milliyetçiliği bazı kesimlerde ırkçılığa dönüştürülmek istenmektedir. Ülkücü mafya bunlardan yararlanmak istemektedir.” ibaresinin, irticanın yanında ülkücü mafyanın da ulusal güvenlik tehditi olarak algılanmaya başlanmış olmasıdır.

Devlet Bahçeli Dönemi’nin önceliği, özellikle son yıllarında “bilge lider” imajını vermeye çalışmış olan Türkeş’in izlerini silmeye çalışmak ancak bunu parti tabanını küstürmeden yapmak olmuştur.

MHP’de önceleri slogan haline gelmiş olan “lider-teşkilat-doktrin” üçlemesi, yükün eşit dağıldığı bir sacayağını ifade etmez, burada liderin her daim özel bir ağırlığı vardır. Bu liderlik son derece karmaşık dengelerin, zıt dinamiklerin ve son derece keskin çatışmaların üstünü örter ve temel yapıyı bir arada – tabir-i caizse hizada - tutmaya yarar.

Devlet Bahçeli’nin öncelikli amacı olarak belirttiğim “Bilge Lider”in izlerini silme çalışmaları parti içindeki hassas dengeler Bahçeli’nin lehine dönene kadar bekletilmiş ve bu tarihten sonra hızlandırılmıştır. Temel ilkeler olarak kabul edilen “9 Işık Doktrini”ne yeni parti tüzüğünde başlangıç kısmında sadece “değinilmiş”tir. Partinin çehresini değiştirme çalışmaları, özellikle MGK Bildirisi’nin de etkisiyle tabanda da hissedilmiştir. Partinin sokak gücü olarak da bilinen Ülkü Ocakları’ndan tasfiyeler ve Ülkü Ocakları’ndan Alperen Ocakları’na geçiş, bir anlamda da MGK’nın tehdit algısından ötürü tabandaki tehditten kurtulma amacı taşımış bir süreç olmuştur. Tüm bunlara medyada MHP lehine yürütülen kampanyalar ve MHP’nin değiştiğine ilişkin çıkan haberler de eklenince Bahçeli’nin parti içi temizliği kolaylaşmıştır.

Bahçeli’nin yeni tutumunda yer alan ibarelerse gelenekselcileri bir hayli kızdıracak niteliktedir. “Türk milliyetçilerinin kısır döngülerin ve siyasi açmazların içinde bulunmayacağını” ve “demokrasi ya da cumhuriyet karşıtı bir tavır içinde olanların en başta savundukları değerlere ve milli birlik ve beraberliğe zarar verdiklerini” belirtmiştir. “MHP’nin geçmişten geleceğe yürüdüğünü” de ekleyen Bahçeli, bu tutumuyla gerek gelenekçilere gerek yenilikçilere açık bir çağrıda bulunmuş ve partiyle birlikte olup olmadıklarını sorarak kesin bir şekilde yeni kadronun netleşmesini tamamlamıştır.

Elbette ki tüm bunların yukarıda değindiğim tehdit algısıyla ve Türkiye’de mevcut tarihsel blokla olan ilişkileri bozmamak amacı taşıdığı öncelikle ilk genel seçimle ve sonrasında da hükümet ortağı MHP’nin söylemleriyle ortaya çıkmıştır. Kısa erimli siyasal kaygılar dolayısıyla söylemlerini sertleştiren Bahçeli, potansiyel tabanı olarak gördüğü sağ görüşlü seçmenden daha büyük destek almak amacıyla nefret söylemleri kullanmış ve dönemin en önemli iç siyasal sorunu olan PKK sorunuyla ilgili olarak “öteki” söylemleriyle 1999 seçimlerinin ardından iktidar ortağı olmuştur.

Abdullah Öcalan’ın idamı konusu, 2002 seçimlerinde MHP’nin meclis dışında kalmasının bir numaralı nedeni olarak gösterilmektedir. Çünkü 1999 genel seçimleri öncesinde MHP’nin söylemleri “terörist başına ölüm!” , “Bebek katili Apo’dan intikamımızı alacağız”, “Asmayanı millet affetmez” gibi halkın vicdanını okşayan türden söylemler olmuştur. Ancak “taç giyen baş akıllanır” sözünü onaylar bir biçimde, hükümet ortağı MHP, seçim öncesindeki söylemlerinin aksine, parti içinde de mücadele vererek, idam cezasının kaldırılması yolunda –kimi milletvekillerine rağmen- adımlar atmış ve belki de kuruluşundan bu yana ilk defa insan hakları bağlamında bir “doğru”ya imza atmıştır. Ancak bu doğru halkın gözünde MHP için büyük bir yanlış olarak değerlendirilmiştir.

MHP’nin Avrupa Birliği meselesindeki tutumu, 3’lü koalisyon içindeki en muhalif tutumu olmuş ve koalisyonun sona ermesinin de en büyük nedeni olmuştur.Ülkesel yetkilerini bir üst otoriteye devretmeyi reddedeceğini ve devletin bekası için her riski göze alacağını belirten MHP, kuruluşundan itibaren olduğu gibi, bireyciden çok devletçi tavrını ortaya koymuştur. Ayrıca MHP’nin kuruluşundan bu yana izlediği tavırda her daim var olan ABD taraftarlığı da söz konusu AB karşıtlığında tezahürünü bulmuştur. Ancak yine de Devlet Bahçeli’nin yönetimindeki MHP, tüm çekincelerine rağmen, AB müktesebatına olumlu oy vermiştir. Ve aslında tam da bu noktada MHP’nin “ılımlı ve uzlaşmacı iktidar ortağı” rolünün MHP’nin doğasına ne denli aykırı olduğu gerçeği bir kez daha ortaya çıkmıştır.

Tüm bunların sonunda 2002 genel seçimleri ve MHP’nin meclis dışında kalışı gelmektedir. Ortadadır ki bu seçim yenilgisinin nedenleri arasında siyasette çokça rastlanılan vaatlerle eylemlerin örtüşmemesi durumu önde gelir. 2002 seçimleri sonrasında MHP’nin içteki restorasyon süreci, özellikle AKP’nin siyaset sahnesine çıkıp geniş bir taban kazanması nedeniyle uzun sürmüş ve istenilen ölçüde başarılı olamamıştır. Ancak son dönem seçimleriyle, yükselen Kürt Milliyetçiliği’ne bir tepki olarak Türk Milliyetçiliği’nin de çıkışa geçmesi, 2007 seçimleri sonrasında MHP’ye mecliste 71 sandalye kazandırmıştır. Bu durum, Bahçeli’nin deyişiyle toplumsal ihtiyacın bir sonucu olmuştur. Ancak söz konusu durumun arkasında yatan dinamik, bir milliyetçiliğin bir ötekini beslemesinden başka bir şey değildir.

2007 seçimleri sonrasında mecliste temsil yetkisini tekrar kazanan MHP, dönemin uluslararası konjonktürüne de uygun olarak gündemdeki sorunları (Kürt sorunu, AB müzakereleri, Kıbrıs sorunu, BBP ekseninde yükselen milliyetçilik ve Hrant Dink Suikastı gibi azınlıklara yönelik gayri-insani, gayri-vicdani ve gayri-ahlaki eylemler) tek bir “esas mesele” haline getirmeye çalışmaktadır. Bunu yapma sebebi de hiç kuşkusuz muhalefetin özgün sesi olabilmek ve tutarlı bir duruş sergileyebilmektir.

Anthony Smith’in milliyetçiliğin depolitizasyonu, milletin normalleştirilmesi ve milliyetçiliğin ritüelleştirilmesi şeklinde tanımladığı süreç gibi Türkiye’de de gerçekleştirilmesi faydalı olacak süreç milliyetçiliğin siyasal gücünden uzaklaştırılıp sembolik düzeye indirgenmesidir. Bu noktadan hareket edersek, MHP’nin değişip değişmediği konusunda, bunun bir tercih olmayacağını aksine çağın bir gereği olacağını da söyleyebiliriz.

Aynı zamanda küreselleşmeye tepki olarak son yıllarda yükselen milliyetçilik de ulus-devletin aşınmasına bir tepkiden ibarettir. Kondratiyev eğrilerinden yola çıkarsak, söz konusu dönemin, kriz öncesi duraklama evresini yaşadığını söyleyebiliriz.Bu dönem içinde MHP’nin siyaset sahnesinden silinmek ya da evrilerek devam etmek arasında çatal bir tercih yapması gereği ortadadır. Bu tercihin gerekli olduğuna örnek olarak, dar anlamda milliyetçiliğe atıf yapan siyasi partilerin(DTP, MHP ve CHP) taban kaybettiklerini örnek göstermek de yanlış olmayacaktır.

Milliyetçi Hareket Partisi’nin ortaya çıkışından bugüne, bu partinin bir siyasi program veya problem çözme aracından ziyade bir duruş bir tepki olarak süregelmesi MHP’nin aktif siyaset içindeki zaafının temelini oluşturmaktadır. Bu da MHP’nin kuruluşundan itibaren İspanya’daki falanjist hareketle olan benzerliklerini akla getirmektedir. Bir duruş olarak MHP’nin tutumu, taşranın gücünü yanına almak ve –ilk zamanlardaki- işçi düşmanlığıyla birlikte düşünüldüğünde neden herhangi bir problemin çözümü için araç olarak kullanılamadığı da görülmüş olur.

MHP’nin faşizan ve radikal yapısından farklılaşarak kendisini yeniden inşa etmesi, çağcıl bir toplumda daha geniş bir tabana seslenebilmesinin yegane yoludur. Aşırı muhafazakar ve radikal milliyetçi kimliğini atmaya çalışırken zaman zaman kısa erimli siyasal kaygılarla kullanılan söylemler partinin duruşunu özetlemede yanıltıcı olabilir. MHP’nin değişip değişmediğini anlamak için uzun süreli kararlarına ve uygulamalarına bakıp güncel sorunlara yaklaşımlarına ve problemlerin çözümlerinde üstlendiği rollere bakmak gerekir.

Faşist denemese de örgütleniş yapısı bakımından faşizan ve kadrolaşması bakımından da askeri bir disiplini anımsatan MHP, günümüz Türkiye’sinde sadece ikame edilecek bir parti olmadığını göstermek ve bir kitle partisi olduğunu kanıtlayıp Türk Milliyetçiliği’nin evrilip çağa uygun biçime sokulmuş temsilcisi olduğunu göstermek için, başta teşkilatlanması olmak üzere bir değişikliğe gitmeli ve ülkücü mafya ile olan ilişkilerinin sonlandığını kamuoyu önünde göstermelidir. Bunun dışında yapacağı eylemler ve sergileyeceği duruşlar MHP’ye yönelik “değişikliği sadece söylemlerinde kaldı” gibi eleştirilerin devamına sebep olacaktır. Ve bu başarılamadığı sürece de yükselen Türk Milliyetçiliği durulup çağa daha uygun bir biçimde tepkilerini demokratik bir şekilde dile getirmeyi öğrenemeyecektir.


Gökhan Özcan

Hiç yorum yok: