14 Ocak 2009 Çarşamba

İSRAİL'İN GAZZE SALDIRILARI VE FİLİSTİN SORUNU NASIL ÇÖZÜLEBİLİR?

İSRAİL'İN GAZZE SALDIRALARI VE FİLİSTİN SORUNU



NASIL ÇÖZÜLEBİLİR?



Prof. Dr. İbrahim Arslanoğlu



19 Aralık 2008 akşamı Hamas’ın İsrail’’e Quassam füzeleri fırlatması sonucu İsrail, Hamas yönetimini cezalandırmak için 27 Aralık 2008’de Gazze’deki Polis Okulu mezuniyet törenine füzelerle hava saldırısını bulundu. Sonuçta 300’den fazla kişi öldü 1400 kişi yaralandı(Tansi,2009). Aradan bir hafta geçtikten sonra İsrail bu defa Gazze’ye kara harekatını başlattı. İsrail yıllarca abluka altında bunalttığı insanları şimdi çoluk-çocuk, kadın demeden öldürmektedir. Bugün ölü sayısı 1000’e yaklaştı, bunların 200’ü kadın ve çocuk., yaralı sayısı ise 4000’e yaklaştı.



İsrail saldırısının iki amacının olduğu anlaşılmaktadır. Bunlardan birisi 2006’da Lübnan’da Hizbullah yenilgisinin izlerini silerek topluma güven kazandırmak, ikincisi ise İsrail’deki partilerin, kendilerini şahin göstererek Ocak 2009 yapılacak seçimleri kazanmak veya oylarını artırmak istemeleri.



Sorunu görüşmek üzere toplanan B.M., ateşkes için bir karar alamadan dağılmıştır. A.B.D. ve A.B. yetkilileri İsrail’in kendisini savunma hakkından söz etmişlerdir. Peki Filistinlilerin kendi yurtlarında bağımsız olarak yaşama hakları yok mudur? Öte yandan B.M. ateşkes kararı alsa ne olur? Nitekim 9 Ocak 2009 tarihinde B.M. Ateşkes kararı aldı. Fakat bugüne kadar İsrail daha önce alınan B.M. kararların hemen hiçbirisini uygulamamıştır. Bu durum, uluslar arası ilişkilerde hukukun olmadığını, güçlünün zayıfı ezdiği orman kanunlarının geçerli olduğunu göstermektedir. Türkiye’de ise Sayın Başbakan, İsrail’i şiddetli bir şekilde eleştirmiştir. Fakat Prof. Manisalı(2009), bir gazetede şunları yazmıştır. “Gazze’yi bombalayan İsrail pilotları Konya’da tatbikat yapmıştır. Ayrıca Gazze’yi denizden bombalayan İsrail gemileri ile Türk gemileri birlikte tatbikat yapmışlardır.”



Gerek Eyyubiler ve gerekse Osmanlı İmparatorluğu dönemlerinde Ortadoğu’da çeşitli inanç ve kültürdeki insanlar, barış içinde bir arada yaşamalarına rağmen I. Dünya Savaşı sonunda Ortadoğu’nun İngilizlerin eline geçmesi ve İsrail’in 1948 yılında kurulmasından sonra bölgede bir türlü barış sağlanamamıştır.



İsrail-Filistin ilişkilerinin yakın tarihine çok kısa değinmek istersek şunları söyleyebiliriz:İsrail, başlangıçta F.K.Ö. yıpratması amacıyla Hamas’ın doğuşunu desteklemiştir. Nitekim. Amerikan News Week Dergisi Şubat 1993’ün ilk haftasındaki sayısında “İslamcı militanları A.B.D., İsrail ve Arap ülkelerinin desteklediğini ifade ederek şimdi de “korkuyorlar” yorumunu yaptı. Hamas’ın A.B.D.’den yönetildiğini, örgüt militanlarının Arap ülkeleri ve ABD’den emir ve para aldıklarını ve İsrail’in de İslamcı gruplarla eskiden beri ilişki içinde olduğu”nu belirtti. Şimdi emperyalizmin senaryolarının uygulandığına bütün dünya şahit olmaktadır.



Ağustos 2005 tarihinde İsrail Başbakanı Ariel Şaron, İsrail askerlerini Gazze’den çekti. Bu arada A.B.D., A.B. ve İsrail, Arafat’ın yerine FKÖ Lideri Mahmut Abbası tanıdılar. İsrail’in Gazze’den çekilmesinden sonra oluşan boşluğu Hamas doldurmaya başladı. A.B.D., ve İsrail, Ocak 2006’da Hamas’ın seçimleri kazanmasını ve FKÖ ile Hamas’ın ortak hükümet kurmasını kabul etmediler. Daha sonra Abbas’ı, Hamas’ı bastırması için zorladılar. Bunun üzerine Hamas, Gazze’de F.K.Ö.’ne karşı bir darbe yaparak yönetimi ele geçirdi. Bu arada İsrail, 2006 Lübnan’a girerek Hizbullahla savaşması onun güçlenmesine yol açtı. Bu defa İsrail’in karşısına bir de Gazze’de Hamas çıkıyordu(Yıldızoğlu, 2009).



2008 başında Mısır’ın yardımıyla Hamas ve İsrail arasında sözde bir ateşkes sağlandı. İsrail, Hamas’ın tacizinden kısa bir süre de olsa kurtuldu. Fakat İsrail Gazze’deki ablukayı kaldırmadı. Gerçekten bu abluka insanlıkla bağdaşacak bir durum değildir. Çünkü hastalar hastahaneye yetiştirilemeden ölüyor. İhraç malları Filistin sınırından çıkamıyor. Mısır ve Ürdün’den gelen erzak, un, pirinç ve şeker Gazze’ye ulaşamıyor(Cerrahoğlu, 2009). Yine İsrail, Gazze’deki emniyetli yer altı suyunun sadece 5 /1’inin Filistinliler tarafından kullanılmasına izin vermektedir. Ayrıca 2007 ortalarından itibaren uygulanan petrol, enerji ve klor ambargosu sebebiyle 140 içme suyu kuyusundan 52’sinde pompalama işlemi mecburen durdurulmuştur. Sonuçta Gazze’de su, kaynatıldıktan sonra bile insan sağlığı için tehlikeli bir duruma gelmiştir(Yıldız, 2009).



Neden Hamas, İsrail’i füzelerle vurarak onun Gazze’ye saldırmasını teşvik etti ve buna İsrail neden hava saldırıları ile büyük bir karşılık verdi? Bunda hem Hamas’ın hem de İsrail’in kendilerine göre hesaplarının olduğu anlaşılmaktadır. Hamas, İsrail’i Gazze’nin dar sokaklarına çekerek Hizbullah gibi bir zafer kazanmak istiyor. İsrail ise yıkılan yenilmezlik imajını tamir etmek istiyor(Yıldızoğlu,2009).



Gerek A.B.D. ve gerekse Arap dünyası, İsrail saldırılarına niçin sessiz kalmaktadırlar? Bildiğimiz gibi şu anda Hamas, Sünni olmasına rağmen onu açıktan destekleyen sadece İran’dır. Bu sebeple A.B.D., bu sözde Şii çemberine karşı Mısır, Suudi Arabistan, Ürdün ve Türkiye gibi ülkelerle bir Sünni hattı yaratmak istemektedir. Nitekim Mısır ve Suriye rejimleri Hamas’ı provokasyonla suçlayarak İsrail’i desteklemiş oldular(Yıldızoğlu,2009). Düşündürücü olan ise İslam Dünyası yöneticilerinin üzerine ölü toprağı serpilmiş olmasına rağmen Venezuella yöneticilerinin İsrail Elçisini sınırdışı etmiş olmalarıdır.



Filistin Sorunu Nasıl çözülebilir?



Konuşmamın başında da söylediğim gibi Ortadoğu, 400 yıldan fazla Osmanlı hakimiyetinde kalmış fakat bu süre içinde hangi dinden ve hangi soydan olursa olsun bütün insanlar, barış içinde ve kardeşçe birlikte yaşamışlardır. Kanımca buradaki en temel sorun bir kültür ve medeniyet sorunudur. Çünkü Batı medeniyeti, bugüne kadar kendisinden olmayan insanları sömürdükten sonra yok etmeyi tercih etmiştir. Türk-İslam medeniyeti ise bunun aksine kendi inancından olmayan insanlara yaşama hakkı tanımış ve onların din ve kültürlerine dokunmamıştır. Batılı devlet ve sözde bilim adamları, kendilerinden olmayanları yok etmek istediklerini gizlemeyip açıkça ilan etmişlerdir. Örneğin İngiliz Başbakanı Churchile, I. Dünya Savaşı sırasında Avam Kamarasında şunları söylemiştir: “ Türkler Müslüman oldukları için insan sayılmazlar, onun için gaz bombaları ile öldürülmelerinde bir beis yoktur. Yine A.B.D. Dışışleri Bakanı Condalize Rice da Fas’tan Çin’e kadar uzanan 24 ülkenin sınırlarını değiştireceklerini söylemiştir. Oysa ülkeler parçalandığında ortaya çıkan manzaranın, kan ve gözyaşı olduğuna Irak’ta şahit olduk.



İngiliz Tarih Filozofu ve İstihbarat ajanı Arnold Toynbee Tarih Bilinci adlı kitabında şunları yazar: “ Hıristiyan Batı, devamlı olarak İslamiyet’e, Müslüman ülkelere askeri, ekonomik, siyasi, kültürel ve psikolojik olmak üzere her çareye başvurarak saldırmalıdır. Müslümanlar devamlı savunmada olmalı ve sindirilmelidir. İslam Uygarlığı, meydan okuma özelliğini yitirmiş olduğundan çökecektir, bunun için her çareye başvurulmalıdır.



Kısa bir süre önce ölen ABD’li stratejist ve siyaset bilimci Hungtington, Uygarlıklar Çatışması adlı eserinde şunları yazar: “Uygarlıkların çatışması kaçınılmazdır. Geleceğin en kanlı çatışmaları, uygarlıkların birini diğerinden ayıran kültür fay hatlarında meydana gelecektir.Batı’nın bundan sonra karşılaşacağı meydan okuma, kesinlikle İslam dünyası’ndan gelecektir. İslam, kanlı sınırlara sahiptir.



Bu tip insanlık düşmanı devlet adamları ve sözde bilim adamları Batı’da çok sayıda vardır. Buna karşılık az sayıda da olsa namuslu ve doğruları söyleyen bilim adamı ve filozoflar da bulunmaktadır. Örneğin I. Dünya Savaşı’nın etkisiyle Alman düşünürü Oswald Spengler Batı’nın Çöküşü adlı 2 ciltlik bir kitap yazarak özetle şunları söylemiştir: “ Batı medeniyeti vaatlerini yerine getirememektedir. Batı medeniyetinin nasibi sınırsız ilerleme değildir sonuçta çökecek ve medeniyet Doğu’ya taşınacaktır(Mayer, 1974). Kendisinden başkasına hayat hakkı tanımayan insanlık düşmanı bir uygarlığın uzun süre yaşaması mümkün değildir. Spengler’in dediği gibi Batı medeniyeti çoktan çökmeye başlamış ve uygarlık hızla Doğu’ya taşınmaktadır. Örneğin Japonya Avrupa’yı geride bırakarak A.B.D. ile yarışmakta onun arkasından Güney Kore, Çin ve Hindistan büyük gelişmeler göstermiştir. Eğer emperyalizmin kıskacından kurtulabilirse başta Türkiye olmak üzere Pakistan, Mısır, Endonezya, Malezya v.b. ülkeler de kısa sürede kalkınabilirler.



Gazze’deki ölen masum kadın ve çocuklara sadece Müslüman Arap olarak bakmak çok büyük hata olur. Onlar Yahudi, Hıristiyan ve Budist ve vb dinlere mensup da olsalar fark etmez. Çünkü buradaki olay, bütün dinlerin ötesinde bir insanlık sorunudur. Ayrıca Türk’ün felsefesi tasavvufa göre bütün insanlar kutsaldır ve suçsuz bir insanın öldürülmesi bütün insanların öldürülmesi gibidir. Onun için kimse bizden Gazze’de masum çocuk ve kadınların öldürülmesine duyarsız kalmamızı beklememelidir.



Ayrıca İsrail’de yaşayan bütün insanların ve hatta dünyadaki bütün Yahudilerin bu saldırılardan memnun oldukları söylenemez. Nitekim İsrail’in hava harekatı başladığında İngiltere’de bir grup Yahudi bunu protesto eden bir miting yapmışlardır. İsrail içinde de yine laik zihniyete mensup Yahudilerin, Gazze’deki suçsuz kadın ve çocukların öldürülmelerden memnun olacaklarını düşünemiyorum. Ancak İsrail’de telefon’un dışında hiçbir teknik araç kullanmayan ve tahrif edilmiş Tevrat’taki “Yahudilerden başka diğer insanların öldürülmesinin büyük sevap olduğu”na inanan Yahudiler, büyük bir sorun oluşturmaktadır. Çünkü bunlar şu anda İsrail’e etkin oldukları gibi siyasilerin de bunlardan oy talepleri bulunmaktadır.



Bu sebeple Filistin sorununun çözülebilmesi için önce İsrail’in Tevrat yasalarının geçerli olduğu dinci bir devlet olmaktan çıkıp laik bir yapıya kavuşturulması şarttır. Öte yandan İsrail, 1967 Arap-İsrail Savaşından önceki sınırlarına çekilmeyi, ablukayı kaldırmayı ve Filistin’de bağımsız bir devletin kurulmasını kabul etmelidir. Buna karşılık bütün Arap dünyasının da İsrail’in yaşama hakkını kabul etmeleri gerekir. Böylece hem Filistinlilerin kendilerine ait topraklarda bağımsız devlet olarak yaşayabilmeleri hem de İsrail’in varlığını sürdürebilmesi mümkün olabilir. Fakat bugüne kadar İsrail’in yapılan savaşlar sonunda Araplardan hep toprak kazandığı ve hiçbir uzlaşmayı kabul etmediği görülmüştür. Şu koşullarda barış nasıl sağlanacaktır?



Eğer İsrail kendisi barışa razı olmuyorsa büyük devletlerin İsrail’i bu konuda zorlamaları gerekir. Yazının başında da söylediğimiz gibi büyük güçler, İsrail’i barışa zorlamak şöyle dursun, aksine savunma hakkı diyerek onun uyguladığı şiddeti desteklemektedirler.



Geriye Türkiye’nin ekonomik bağımsızlığını yeniden kazanarak dünyada sözü dinlenen güçlü bir ülke olmasından başka bir seçenek kalmamaktadır. Peki bu nasıl mümkün olacaktır? Batı emperyalizminin tahsildarlığını yapan IMF, Dünya Bankası gibi kuruluşların uzmanları, Atatürk’ten sonraki bütün T.C. yöneticilerine serbest piyasayı ve özelleştirmeyi adeta bir din dogması şeklinde kabul ettirmişler ve bunun aksi görüş belirtenleri de nerede ise “dinden çıkmışlar” şeklinde değerlendirmişlerdir. Sonuçta ülkenin tarımı, hayvancılığı ve sanayisi yok edilerek Türk halkının büyük bir kısmı açlık ve sefalete sürüklenmiştir.



Ayrıca sadece Türk halkı değil serbest piyasanın hüküm sürdüğü bütün Batı ülkeleri halkları da sefalet ve perişanlık içinde yaşamaktadırlar. Çünkü serbest piyasayı veya vahşi kapitalizmi, kendi çıkarları için sonuna kadar kullanan çok uluslu şirket sahipleri, bütün dünya halklarını aldatmışlardır. Oysa krizden en az etkilenen ülkeler, onların kandıramadığı, İran, Çin ve Hindistan gibi ülkelerdir. Bu ülkelerin ekonomilerinde ise devletçilik ağır basmaktadır. Bu kadar acı tecrübeden sonra Türkiye de mutlaka devletin ağır bastığı Atatürk’ün karma ekonomi sistemine dönmek zorundadır. Şu halde başta iktidar olmak üzere mecliste grubu bulanan partilerin yetkilileri, bu konu üzerinde ciddiyetle düşünüp akılcı, yerli ve milli projeler ortaya koymalıdırlar. Çünkü bugüne kadar sadece din-iman sözleri ile Atatürkçülük ve hamaset edebiyatı ile bir ülkenin ekonomik kalkınmayı sağladığı görülmemiştir.



Türkiye’nin yeniden ekonomik olarak güçlenmesine, hem kendi halkımızı insanca yaşatabilmemiz hem de ülkenin bağımsızlığını koruyabilmemiz için mecburuz Ayrıca dünya barışı için de buna şiddetle ihtiyaç vardır. Çünkü Türklerin dünya siyasetinde etkinliğinin azaldığı ve Batı’nın Hakim olduğu günden beri dünya huzur ve barış yüzü görmemiştir.







KAYNAKLAR





Cerrahoğlu, Nilgün. “Şalom İsrail Arıyor”, Cumhuriyet Gazetesi, 5.1.2009:15.



Huntington, Samuel. Medeniyetler Çatışması, Çev: Mehmet Turhan, Cem Soydemir,

İstanbul, Okyanus Yayınları, 2006.



Manisalı, Erol. “ C.H.P.’nin A.K.P.’ye Alternatif Olabilmesi”, Cumhuriyet Gazetesi,

13.10.2008:9.

_____________ “Siz Asist Yapın, Golü Dinciler Atacak”, Cumhuriyet Gazetesi, 5.1.2009:9.



Mayer, Frederick. Yirminci Asırda Felsefe, Çev: Vahap Mutal, İstanbul, Hareket Yayınları,

1974.

Tansi, Deniz. “Şiddet Çözümü Öteliyor”, Cumhuriyet Gazetesi Strateji Eki, 5.1.2009:12-13.



Toynbee, Arnold. Tarih Bilinci, Çev: Murat Belge, İstanbul, Bateş Yayınları, 1978.



Yıldız, Dursun. “ Gazze’nin Su Sorunu”, Cumhuriyet Gazetesi Strateji Eki, 5.1.2009:13-14.



Yıldızoğlu, Ergin. “Anlaşması Zor Bir Savaş”, Cumhuriyet Gazetesi, 5.1.2009:15.






Diğer yazılar için (http://w3.gazi.edu.tr/web/iarslan/)

Hiç yorum yok: