11 Ekim 2008 Cumartesi

BİZE ANLATILMAYAN ATATÜRK

Kimden: ELİT1 <elit1grup@gmail.com>
Tarih: 09 Ekim 2008 Perşembe 20:26
Konu: ''BİZE ANLATILMAYAN ATATURK''BİRAZ UZUN AMAN OKUYUNUZ ENFES BIR
YAZI---ELİT1GRUP
Kime:







Hepimizin bildiği gibi Mustafa Kemal ATATÜRK dünya döneminin liderleri
içerisinden 21 nci yüzyıla geçebilen tek liderdir. Üstelik diğer
liderler kendi halkları tarafından yok edilmemin acısını yaşamışken, o
hala halkının ve dünyanın nabzında en büyük canlılığıyla, sevgisiyle,
saygısıyla hala yaşayabilen dünyadaki tek lider.

Önemli olanda sanırım, yaşarken ölmek değil, öldükten sonra da bu
kadar uzun süre canlı kalabilmeyi başarmak değil midir?

ATATÜRK'ü biz hep tarihe mal olmuş yönleriyle tanıdık: Asker ATATÜRK
ya da devlet adamı ATATÜRK olarak.

Bu verdiğim örnek dünyada tek olan örnektir. Zaten herhalde bir
başkasına da rastlamamız mümkün değil. En büyük düşmanı; hani şu
ordularını denize döktüğü düşmanı, Yunan başkomutanı Trikopis. Hiçbir
zorlama olmadan, hiçbir baskı olmadan her Cumhuriyet bayramı
Atina'daki Türk büyükelçiliğine gidiyor Trikopis, ATATÜRK'ün resminin
önüne geçiyor ve saygı duruşunda bulunuyor. Böyle bir saygıyı en büyük
düşmanında uyandırabilen bir Mustafa Kemal.

Yıl 1938, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı
dönemi. Birden çok sıkılır ve yanında duran yüzyirmiden fazla kişiye
döner ve aynen şöyle der:
" Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek
için neler vermezdim " dedirten o büyük özlemi ve onu oluşturabilen
Mustafa Kemal'i.
Yada, yıl 1938. Bir İran'lı şair bir Tahran gazetesine ölümü üzerine
bir şiir yazar. İşte o şiirin iki mısrasını sizlerle paylaşmak
istiyorum. Diyorki;
" Allah bir ülkeye yardım etmek isterse onun elinden tutmak isterse
başına Mustafa Kemal gibi lider getirir. " dizelerindeki bu
kıskançlığı oluşturabilen Mustafa Kemal.
Yıl 1976, UNESCO üyelerine bir öneriyle gelir. Öneri paketindeki bir
cümleyi sizlere okumak istiyorum. Diyorki " Bu gün UNESCO'nun üzerinde
çalıştığı bütün projelerin isim babası Mustafa Kemal'dir. " Öneri
nedir ? Öneri ise onun doğumunun yüzüncü yılında, 152 üyesi vardı
UNESCO'nun 152 ülkenin devletleri aynı anda kutlasın önerisidir.
Birden İsveç delegesi ayağa kalkar ve şöyle söyler:
"Ne yani dünyada bu kadar devlet adamı var hepsinin doğum gününü böyle
kutlayacak mıyız?" şeklindeki kinayeli sözlerine, Rus delegesi ayağa
fırlar yumruğunu masaya vurur ve 152 ülkenin delegelerine aynen şöyle
söyler;
"Genç delege arkadaşım hatırlatmak isterimki ATATÜRK öyle dünyadaki
herhangi bir lider değildir, bırakın onu bir yıl anmayı her ülke her
problemimizde çare olarak aramalıyız " sözlerini döktürtebilen bir
Mustafa Kemal. Sonra nemi olur? UNESCO tarihinde ilk ve tekdir hiç
negatif oy yok, hiç çekimser oy yok 152 ülke şu metne imza atar; hani
İsveç delegesi demişti ya "ne yani" diye. O İsveç delegesi bu imzanın
atıldığı gün mikrofona gelir ve aynen şunları söyler;
"Ben ATATÜRK'ü inceledim bütün ülkelerden özür diliyor ilk imzayı ben
atıyorum " diyecektir.
İşte o muhteşem belge diyork i;
"ATATÜRK KİMDİR; ATATÜRK ULULARARASI ANLAYIŞ, İŞBİRLİĞİ, BARIŞ YOLUNDA
ÇABA GÖSTERMİŞ ÜSTÜN KİŞİ, OLAĞANÜSTÜ DEVRİMLER GERÇEKLEŞTİRMİŞ BİR
İNKİLAPÇI, SÖMÜRGECİLİK VE YAYILMACILIĞA KARŞI SAVAŞAN İLK ÖNDER,
İNSAN HAKLARINA SAYGILI, DÜNYA BARIŞININ ÖNCÜSÜ, BÜTÜN YAŞAMI BOYUNCA
İNSANLAR ARASINDA RENK, DİL, DİN, IRK AYIRIMI GÖSTERMEYEN, EŞİ OLMAYAN
DEVLET ADAMI, TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN KURUCUSU"
Var mı böyle bir metin! Bir filozof derki "bir ülke için kıstas
aradığınız zaman o ülkenin en büyük liderini gözden geçirin" şu anda
kıstas arayan ülkelere sanıyorum bundan daha iyi bir metin
gösteremeyiz. İşte bu metin 152 ülke tarafından imzalanmıştır. Eşi
olmayan devlet adamı metni. Peki daha sonra ne olmuştur; 151 ülkede
hemen hemen bir yıl boyunca her yerde bu metni görebiliriz,
soruyorsunuz bana o bir ülke kim? İşte o ülkenin adını vermeye benim
dilim maalesef varmıyor.
Hadi gelin Haiti'ye gidelim. Yıl 1996, Haiti Cumhurbaşkanı ölür. Bir
vasiyet bırakmıştır. Haiti'ye b aktım haritada bir kutup kadar uzak
ülke. Haiti Cumhurbaşkanı 1996 da öldüğünde vasiyeti açılır.
Vasiyetinde mezar taşına yazılması için bir metin bırakmıştır. Haiti
Cumhurbaşkanının bugün mezar taşında yazan hitabeyi sizlere okumak
istiyorum. Diyorki " Bütün ömrüm boyunca Türkiye'nin lideri Mustafa
Kemal ATATÜRK'ü anlamış ve uygulamış olmaktan dolayı mutlu öldüm "
Peki yıllar bir şey değiştirir mi? Hayır. 2000 yılında bizim medyanın
kaçırdığı bir bilgi var, ABD Başkanı milenyum mesajını veriyor.
Mesajın bir yerinde aynen şunları söyler; " Bugün milenyumun hiç şüphe
yoktur ki tek devlet adamı Mustafa Kemal ATATÜRK'tür. Çünkü o yılın
değil asrın lideri olabilmeyi başarmış tek liderdir ." 2000 de ABD
Başkanına işte bu gerçeği de ifade ettirebilen bir Mustafa Kemal var.
Asker Mustafa Kemal'in, Devlet adamı Mustafa Kemal'in çok dışında bir
Mustafa Kemal.
2003 de bir şey değişti mi?, 2004? Hayır. 2004 de bir konferans
veriyorum birden bir hanımefendi ayağa fırladı. Dediki "Ben
Norveçliyim ve şu anda Norveç'te çok sık kullandığımız bir deyim var,
bu deyimin anlamını anladım" dedi. Hanımefendi "nedir o deyim" dedim.
"Norveççe'de "ATATÜRK gibi düşünmek" deyimi var. Çok sık kullanırız bu
deyimi" "nerelerde kullanırsınız" dediğimde "Hani bir problem veririz
çöz diye o da tembellik eder çözmez. Deriz ki ona bu problemin mutlaka
çözümü var. Birde ATATÜRK gibi düşün ". O gün otelime geldim
televizyonu açtım o kadar çok kişiye bir de ATATÜRK gibi düşün
dediğimi hatırlıyorumki galiba Norveççe'den çok bizim dilimizin bu
deyime fazlasıyla ihtiyacı var diye düşünmeden de edemedim.
Bir İngiliz gazeteci ATATÜRK'le bir röportaj yapar. Röportajını
Amerikan Büyük Kütüphanesinden bulup getirttim ve bir yerinde Mustafa
Kemal'e şöyle sorar gazeteci; " Milletler Cemiyeti'ne üye olmayı
düşünüyor musunuz? " Mustafa Kemal'in cevabı aynen şöyle :
" Şartlarımızı koyarız. Kabullerine bağlı. Biz müracaat etmeyiz üye
olmak için. Eğer davet gelirse düşünürüz ". Evet, Milletler Cemiyeti
sadece Türkiye'yi davet edebilmek için yasasını değiştirir ve ilk
davet edilen ülke olur Mustafa Kemal'in ülkesi, Türkiyesi Milletler
Cemiyeti'ne . Sanıyorum ondan feyz alacağımız çok şey var aslında
Mustafa Kemal'den. Ama bu arada 2005'de daha yeni iki üç gün önce
yabancı gazeteyi okuyorum. Sürmanşet büyük puntolarla şu başlığı atmış
"Bu gün Ortadoğu'ya düzinelerle ATATÜRK lazım". dedim yazara ATATÜRK
'ü hiç tanımıyor herhalde. Düzineye hiç gerek yok tek bir tanesi de
yeterdi aslında.
Örnek vermeye devam edersem inanın konferans böyle biter.
Filipinlerden Çin'e kadar o kadar çok örnek varki. Ama gördük 1925'de
1938'de 1996'da 2000'de 2005'de her ülkeden, her cinsten, her statüden
insanın özlemle, sevgiyle, saygıyla aradığı ama bizim olan bir Mustafa
Kemal'den bahsediyoruz. Bu gün Türkiye'nin en büyük sorunu nedir?
dersem cevap olarak kulağıma gelenler şunlar; ekonomi diyorsunuz
işsizlik diyorsunuz. Ama bence Türkiye'nin çok önemli bir problemi var
o problemi çözersek Türkiye ekonomiyi de çözer Türkiye işsizliği de
çözer. Evet Türkiye'de lider yetiştirme sorunu var.
Lider deyince de nedense hep siyasi lider anlıyoruz ben ondan
bahsetmiyorum, benim lider dediğim çok kapsamlı bir kavram. Yoksa
içersindeki tek bir terimdir siyasi lider veya sosyal lider. Ama lider
dediğim zaman ben asrın lideri dünya liderinden bahsediyorum. İşte
böyle liderlere ihtiyacımız var. Ben şimdi soracağım size şu anda
karşımda pek çok genç arkadaşım oturuyor. Bunlardan bir tanesinin bir
kaç dönem sonrasının Cumhurbaşkanı, Genelkurmay Başkanı yada
Başbakanı, Maliye Bakanı yada evinin anne babası olmadığını bana iddia
edebilir misiniz? Belki sizsiniz, ama bilinizki işte bugün sizlerle
paylaşacağım konu asrın lideri, dünya lideri yada lider olmanın küçük
sırlarını ATATÜRK'le sizinle paylaşacağım.
İlk sırrımız; ATATÜRK tamam arkadaşım ben topraklarınızı kurtardım
askeri bir dehayım deyip yerine çekilmemiş hemen asker elbisesini
çıkartıp sivil elbisesini giymiş ve inanırmısınız sınırlarını hangi
sınırın lideri ise o sınırların içerisinde ne var ise ama ne var ise
taşından toprağına hepsinin ama hepsinin sorumluluğunu omuzlarında
hissetmiştir de onun için Mustafa Kemal bugün dünya lideridir. Nasıl
mı ?
ATATÜRK'ü ağlarken tarih çok ender tespit etmiştir. 25 yıllık
araştırmacıyım, 7 tespitim oldu. İlki Çanakkale'de topçu atışımız
başladığı sırada döktüğü gözyaşıdır, bir diğeri ise hepimizin bildiği
bir hikaye ama ben yine de anlatacağım. O günün Ankarası kurak, çorak
bir köy. Çankaya'dan meclise gelirken yol üzerinde sadece ama sadece
bir tek iğde ağacı varmış. ATATÜRK o iğde ağacının önünden
geçişlerinde arabasını durdururmuş, inermiş ve o iğde ağacına selam
verirmiş. "Aman demişler paşam ne yapıyorsunuz böyle?", " Eee o demiş
yediğim meyvenin, sığındığım gölgenin, soluduğum havanın bir neferi.
En az diğer neferler kadar bunun da selama hakkı var ". Yani "niye
şaşırıyorsunuz?" der gibiymiş. Ve bir gün yanında bulunan arkadaşına
"İşte bu benim..." derken bide bakıyor ağaç yok ortada hemen iniyor "
Ne yaptınız bu ağaca " diyor. "Paşam" diyorlar "yolu genişletmek için
mecburduk kestik o ağacı". " Yahu diyor bitek bana soraydınız bu ağacı
kurtaracak bir yolu mutlaka bulurdum " diyor. Daha fazla dayanamıyor,
arabasına biniyor, şoförünün ve arkadaşının gözü önünde hüngür hüngür
ağlamaya başlıyor. Bir tek iğde ağacı için mi dersiniz? Hayır. Çok zor
şartlarda kurtardığı bu topraklarda yetişen bir canlıdır ve lideri
olduğu için de bu toprakların da o iğde ağacının da sorumluluğu
Mustafa Kemal'in omuzlarındadır da onun için.
Galiba şimdi anlatacağım inanılmaz projeyi de o gün düşünmeye başladı.
Hani "Bir daha böyle bir şeyle karşılaşabilirsem nasıl müdahale
edebilirim" diye. Çok değil doğa katliamı, en kolay yaptığımız
katliam.
Yıl 1930 ATATÜRK Yalova köşküne doğru çıkmakta. Bir de bakar bir
bahçıvan koca bir çınar ağacını kesmek üzeredir. " Yahu " der " sen
hayatında hiç böyle bir ağaç yetişdirdinmiki? Kesmeye muktedir
görüyorsun kendini ve niye ?" der. Bahçıvan derki; " Paşam çınar
ağacının kökleri köşkün temelini kaldırdı, yaprakları da köşkün
pencerelerine müdahale ediyor. Ya köşkü kaybedeceğiz ya ağacı
keseceğiz. Onun için de kusura bakmayın ama biz ağacı kesiyoruz ". Bir
an düşünür; " Hayır gerekirse köşkü ağaçtan uzaklaştırırız " der.
Derlerki bu gün Mustafa Kemal bir hoş. Ne demek köşkü tutupta ağaçtan
uzaklaştırmak? Ama inanırmısınız mühendis değil, mimar değil, ziraatçı
değil ama ne yapar biliyormusunuz? İstanbul'daki köprü altındaki
tramvay raylarını Yalova'ya taşıtır. Köşkü hiç yıkmadan olduğu gibi
tutarak kendisi de kazma kürek temelini kazar ve köşkün altına tramvay
raylarını döşeyerek köşkü ağaçtan 4 metre 80 santim kenara çekerek
hala Cumhuriyetimiz gibi ayakta durmakta olan çınar ağacının
kurtuluşunu temin eder.
Yıl 1930. Dünya çevre lafını ne zaman etmeye başladı? 1980 den sonra.
1980 den önce, 1930 yılında dünyaya somut bir çevr e dersi vermektedir
Mustafa Kemal aslında. Ama, biraz acı parantezlerim olacak bu
konferansımda. İlk acı parantezimi ATATÜRK kimdir belgesiyle açmıştım,
ikinci acı parantezim burada olacak. Hadi gelin 5 Mart 1996 ya gidelim
yani günümüze yakın bir gün. "ATATÜRK ve Türk kadını" konulu tiyatrolu
konferansımı 25 gençle sunuyorum. 25 gençle birlikte prova yaptık,
yorulduk, oturduk, televizyonu açtık. ikinci haber olarak 6 dakika
müddetle ve 5 kere görüntü zumlanmak üzere önemli bir haber verildi
televizyonda. Haberi aynen aktarıyorum, diyordi ki "Amerikada eski
bir ünlü bir müzikhal hiç yıkılmadan dünyada ilk kez uygulanan bir
yöntemle raylar üzerinde iki metre kenara çekilerek yerine yeni bir
binanın yapıldığı" haberiydi. Dünyada ilk kez lafı da beş kere edildi.
gençlerden biri kalktı bana ne dedi biliyor musunuz? "Ya öğretmenim
biz tarihe pek bir daldık. Bakın el alem neler yapıyor? Teknik,
medeniyet biraz da onlara baksak" diyince arşivimde 1930'da ATATÜRK'ün
bu işi yaparken çekilmiş resimleri, raylar üzerindeki çekilen
resimleri gösterdim kendilerine ve dedim ki "şu anda ne
söyleyeceksiniz bana?". Bir genç kalktı ne dedi biliyor musunuz? "Ya
öğretmenim suç bizde mi? Biz bu konuyu ilk defa sizden duyuyoruz,
sizden görüyoruz bu resimleri". Ama o haberi bugün milyonlarca Türk
genci izledi ve oturdular 25 genç, bu haberi veren televizyona bir
faks çektiler. Faksta aynen şu yazıyordu "İkinci haber olarak 6 dakika
müddetle ama beş kez şu resimleri göstermek suretiyle bu arada da
mutlak suretle mesajı iletin" dediler. "Bu gün 1996, Amerika çekiyor
raylar üzerinde iki metre, yerine yeni bir bina yapıyor, 1930 ATATÜRK
çekiyor 4 metre 80 santim, bir ağaç kurtarmak için" bu mesajı da çok
iyi verin dediler. Yıl 1996 idi. Yıl 2005 hiçbir televizyonda
izlediniz mi? İzlemediniz.
Ya hocam siz bize bir tek çınar ağacı ve iğde ağacı anlattınız bunlar
ATATÜRK'ün hayatında tek tek örnekler olabilir. Hadi gelin Söğütözü'ne
gidelim, hani şu Ankara yakınlarındaki, o zaman için 80 tane söğüt
ağacının olduğu yere. Söğütözüne ATATÜRK hep dinlenmek için gelirmiş.
Bir geldiğinde galiba düşündüğünü sesli olarak aktarmış; " Ah ! burda
bi kulübem olsaydı keşke ". " Ya paşam istediğin bir kulübe olsun
hemen yaparız şuraya " demişler. " Buradaki ağaçlara ne olacak peki ".
" Paşam burdakiler söğüt ağacı; gönülsüz ağaçtır. Sökeriz başka bir
yere dikeriz, mutlaka tutar " demişler. Bir an durur, " Bir tek şartla
kabul ederim " der. " Burda yetecek kadar söğüt ağacını kendi
ellerimle sökeceğim, kendi ellerimle dikeceğim, önce tuttuklarını
göreceğim, sonra kulübe yapımına izin vereceğim ". Yani bugün betonu
yeşile tercih eden zihniyete bence en güzel örnek teşkil eder bu. Ne
yapar biliyor musunuz? Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı Mustafa
Kemal ATATÜRK makamını Çankaya'dan Söğütözü'ne taşıtır hasırlar
üzerine. Kabullerini orda yapar, imzalarını orda atar, çadırda kalır
ama söğüt ağacını söker, kendi elleriyle diker, tuttuklarını görür,
ondan sonr a bugün çok küçücük ama verdiği mesaj olağanüstü büyük olan
bu Söğütözü'ndeki küçük ATATÜRK kulübesinin yapılmasına izin verir.
25 yıllık araştırmacıyım. Benim elimde 130 belge var bizzat çevre
hareketine bedenen katıldığına dair. Sade bende 130 belge, kim bilir
kaç belge var. Keşke diyorum, keşke bu belgeler, bazı günler bizi
okullar da bu kulübeye götürüpte burada anlatılsaydı. sanıyorum bugün
betonu yeşile tercih eden hiçbir belediye başkanı yetişmezdi.
İşte bu anlamda sahneye şimdi Tahsin ÇOŞKAN'ı davet edelim. Tahsin
COŞKAN o zamanın genç bir ziraat mühendisi. " Gel Tahsin seni bir yere
götüreceğim fikrini almak istiyorum " diyor. Giderler, gösterdiği yere
bakar Tahsin Bey. Bataklık, sivrisinek salgını, hayvan leşlerinin
olduğu berbat bir arazidir. " Ya paşam hayrola" der. Atatürk, " Buraya
bütün masrafı cebimden olmak üzere bir orman çiftliği yapmak istiyorum
" der. " Ya paşam buranın ıslahı ya sizin paranızı tüketir ya da
zamanınızı, neden bu kadar mümbit topr aklar varken gelip de burayı
tercih ettiniz? " der.
ATATÜRK'ün cevabı ATATÜRKÇE'dir. Derki " Ben en zor olanı yapayımda
siz arkamdan kolayları nasıl olsa yaparsınız. " Ne bilsin ki en
kolayları bile çabuk yıkabildiğimizi ama, bu aradaTahsin ÇOŞKAN "
Paşam burda hiçbir şey yetişmez, pek uğraşmayın " der. Ama dinleyen
kim. Derki " Tahsin buraya ziraatçileri getir ve incele bana resmi bir
yazı getir burasıyla ilgili ". Biraz sonra Tahsin COŞKAN çok mutlu,
kendi dediği çıktı, üzerinde " Burada hiçbirşey yetişmez "yazılı,
altında da ziraatçilerin imzasının olduğu bir belgeyi Mustafa Kemal'in
önüne koyar. ATATÜRK biraz mütebbessim okur bu yazıyı. Kaleme alır, bu
kağıdın yanına aynen şunları yazar "BURASI VATAN TOPRAĞIDIR, KADERİNE
TERK EDEMEYİZ". Etmez de. Aynı Sakarya savunması gibi akasya
savunmasını ele alır, çam ve köknarı oraya 30 Ağustos olarak tamamlar
ve hiç unutmayacağımız bir gün, lütfen hiç unutmayın, tarihte atladık
bu günü, 25 Mayıs 1933. Ne yapar biliyor musunuz? Hani 5 Haziranlarda
kutladığımız bir gün var, çevre günü değil mi? Çevre günü ne zaman
kutlanmaya başladı? 1980 den sonra. Peki 25 Mayıs 1933, ATATÜRK ne
yaptı? İlk Çevre günü kutlamasını yaptı. Hem de bugün okullara
soruyorum diyorsunuz ki ne yaptınız diye "ya ağaç diktik diyorsunuz ya
çöp topladık" öyle falan değil. Bütün Ankara halkını bedava trenlerle
buraya getirtiyor, ağaçlar boy vermişler, altında dinlenmektedirler,
havuz yapılmıştır, çocuklar yüzmektedirler. Hatta bütün masrafı
cebinden ödemiştir ama kârı da almamıştır, buraya bir fabrika yaptır
mıştır, süt ürünleri üretilmektedir, herkes yamektedir. Herkes çok
mutlu ama en mutlusu Mustafa Kemal ATATÜRK.
Nebizade diye bir arkadaşı var, Nebizade'nin kafa çok karışık. " Yahu
paşam senden başka bir tek kişi burada bir ağaç yetişeceğine inanmadı.
Peki sen nasıl anladın burda orman olacağını? " der. " Gel Nebizade
gel, şimdi anlatayım sana. Hani Tahsin ÇOŞKAN'ın burda birşey yetişmez
dediği günün akşamı tebdili kıyafetle Çankaya'dan kaçtım, burdaki
köylülere geldim. Köylüler beni tanımadılar. Köylülere, ağalar dedim
burda ağaç yetişip yetişmeyeceğini bana en kolay yoldan nasıl ispat
edersiniz dedim. "Al dediler", bana bir testi su verdiler, bir de
kazma kürek. "Kaz orayı iki gün sonra gel biz sana ne olacağını
söyleriz" dediler. Ah o iki gün Çankaya'da nasıl geçti bir Allah bilir
bir de ben. İki gün sonra gittim testiyi çıkardım, testinin içinde su
bitmişti, köylülere uzattım. Dediler ki bana "ağa testide su kalmamış,
toprak su emiyor, bakma bunun üstünün kurak olduğuna, biraz uğraş
burda ne ekersen biçersin". Ve hani Tahsin COŞKAN'ın o raporu bana
getirdiği gün ben çoktan projeye başlamış epey de ilerlemiştim "
diyecektir.
Dünya lideri olmak öyle kolay değil biliyor musunuz. Hani ATATÜRK'e
kimdi en çok karşı çıkan, evet Tahsin COŞKAN'dı. Onu da ATATÜRK buraya
müdür tayin eder. Evet lider olmak hakikaten kolay iş değil. Bu arada
biz bu 130 belgeye hiç çalışmamışız. Çalışmadığımızın en acı örneğini
Türkiye yaşadı zaten. Neydi o örnek "17 Ağustos depremi". Evet deprem
bir kaderdir ama kader olmanın ötesinde dolgu alan çöktü, dolgu
binalar çöktü. Oysa 1930'dan beri bize "lütfen tabiatla oynamayın, tek
bir ağaçla bile oynamayın" diye bize örnek olan bir liderimiz varken
yaşadık bu acıyı.
Bizler iyi değerlendirmemişiz onun çevre hareketini ama bakın dünya ne
güzel değerlendirmiş hareketini. Ben size bu bilgileri vermek için
1919'dan başladım ve bugüne kadar çıkan bütün gazete ve dergileri
tarıyorum. Taramam sırasında 28 Temmuz 1933 gününün Cumhuriyet
gazetesinde bir haber okudum. İnanılmaz bir haberdi. Hani bir çiçek
alıyoruz, kırmızı renkte, hediye götürüyoruz ve adına da "ATATÜRK
Çiçeği" diyoruz. O ATATÜRK çiçeğinin adını biz koyduk zannediyorduk
ama bakın gazeteyi aynen okuyorum. Gazete haberi şu "Chicago özel,
geçenlerde Wanderbit Üniversitesi profesörlerinden doktor Kirk Landın
laboratuarlarında muhtelif ameliyeler neticesinde kırmızı renkte yeni
bir çiçek elde edilmiştir Profesör bu yeni çiçeğe isim ararken yanında
duran ama Tarsus Kolejinde ATATÜRK'le tanışmış, ondaki tabiat bilgi ve
ilgisine hayran olan bir diğer profesör bu çiçeğe ATATÜRK isminin
verilmesini önermiştir. Ve bu öneri dünya nebatat dairesine iletilmiş
ve ATATÜRK'ün yaptığı çalışmaların anlatıldığı toplantıda oy
birliğiyle kabul edilmiştir". Yani dünyadaki her ülkede bu çiçek Gazi
ATATÜRK adıyla üretiliyor ve satılıyor.
Peki başka bir lider varmı diye araştırdım bir çiçeğe adını veren,
başka hiçbir lider yok. Çünkü tabiatıyla bu kadar bütünleşebilen bir
lideri dünya tarihi yazmamıştır. Diyorki Mustafa Kemal "çevre hareketi
dışında eğer lider olacaksanız eğer lider olmaya kalkıştıysanız ki
içinizde öğrenci arkadaşlar var mutlaka sınıf başkanları vardır eğer
sınıf başkanı olacaksan bu bi liderliktir sınırın nedir? sınıftır
sınıfın içerisindeki tek bir tebeşir tanesi tek bir sıra tek
arkadaşının problemiyle ilgilenemeyeceksen o liderliği kabul
etmeyeceksin demektedir Mustafa Kemal.
Peki ikinci sırrımız ne? İkinci Sırrımız; dünya tarihi sadece bir
sıfatı Mustafa Kemal'e vermiştir. Başka dünyada hiçbir liderin
alamadığı bir sıfattır bu hangi sıfat mı? Ne dersiniz? Evet
Başöğretmen diyen var aranızda, hoşgörülü evet biliyorum hepsi
gönlünüzden geçen sıfatları ATATÜRK'ün ama soruyorum sizlere bir insan
doğumundan ölümüne kadar ya bir askerdir, ya bir devlet adamıdır ya
çevrecidir ya tiyatrocudur ya sanatçıdır ya arkeologdur bir şeydir.
Ama bunların hepsi birden olabilen dünyadaki tek lider Mustafa Kemal
ATA TÜRK olduğu için dünyada " kültür antropoloğu " sıfatı verilebilen
tek lider Mustafa Kemal'dir.
" Kültür Antropoloğu " nedir ne değildir uzun uzun başınızı
ağrıtmayacağım. Hadi gelin 5 Mayıs 1935, Ahlatlıbel'e gidelim.
Ahlatlıbel Ankara yakınlarındaki kazıların başladığı yer biliyorsunuz.
Bütün arkeoloji kazılarının yapılma emrini veren Mustafa Kemal,
müzelerin açılma emrini veren de Mustafa Kemal. Ama bugünkülerde
olduğu gibi açın, kazın, imza; öyle değil. Nasıl yetişmiş inanın, 25
yıllık araştırmacıyım hiç anlamadım. Bakıyorsunuz Efes kazıları
başlıyor iki kere gidiyor, Konya'da Asar kazıları başlıyor başında,
birde bakıyorsunuz Ahlatlıbel kazıları başlamış başında, toprak
alıyor, ölçüyor, biçiyor. "Ya ne yapıyor Mustafa Kemal" diyorlar.
Çankaya'ya gidiyor, Çankaya'da üç gün üç gece hiç uyumadan; uyumamak
için alnına ıslak bezler koydurmuş, birilerini çağırıyor, telefonlar
ediyor bir heyecan bir telaş. Üç gün sonra " gelin diyor Ahlatlıbel'e
gidiyoruz ". Hemen geliyor diyorki " arkeologlar toplanın ".
Biliyorsunuz başlarında en büyük arkeoloğumuz Zübeyir KOŞAR var. Bu
Zübeyir KOŞAR'ın birebir anısıdır. Toplanıyor ve diyorki Mustafa
Kemal heyecanla; " kazdığınız yer yanlış, şurayı kazmanız gerekir ".
Yabancı arkeologlar "el insaf paşam, anladık iyi askersin iyi devlet
adamısın ama yani bu işte bizim işimiz niye karışıyorsun" der gibi
aralarında birkaç şey oluyor ama emir büyük yerden. Başlıyorlar
Mustafa Kemal'in gösterdiği yeri kazmaya. Sonuç mu? Bütün bulgular
ordan çıkacaktır. İnat uğruna, kendi ceplerinden öder ve kendi
dedikleri yeri kazarlar hiçbir bulguya rastlamıycaklardır.
Bunun üç gün sonrası, ATATÜRK Galip ARCAN'ın yazdığı "Sırat Köprüsü"
adlı piyese davetlidir. Davetiyede böyle yazar piyesin başında
mutludur biraz sonra sinirlenmeye başlar bir müddet sonra bitince "
bana Galip ARCAN'ı çağarın! " der. Galip ARCAN gelince " bu piyesi siz
mi yazdınız? "der. " Evet paşam ben yazdım ". " Hayır, bu bir Bolunun
Flor Doranj adlı boldvilin'in aynen çevirisi neden bunu belirtmediniz
hakkınızda soruşturma açtırıyorum " diyecektir. Buna benzer pek çok
anıyı da okuyunca ne dedim biliyormusunuz. Samimi konuşacağım inanın
sizlerle. Dedim ki " a be Atam boldvilin' e varıncaya kadar ne zaman
okursun? ne zaman kafanda tutarsın ". Ve o sırada ne yaptım biliyor
musunuz? Yirmi yıllık araştırmacıydım, ATATÜRK'le iddiaya girmek gibi,
dedim "senin başında durmadığın ilerletmeye çalışmadığın bir alan
bulmak benim boynumun borcu olsun".
O sırada da "Sanat ve ATATÜRK" adlı araştırmamı yapıyorum baktım
resimde Türk tarihinde ilk resim sergisini o açıyor, heykelde dinin
etkisini kaldırıyor ama karşıma yedinci sanat dalı geldi. Ne? Sinema.
dedim "herhalde burda iddiayı kazandım". Hey hat, baş yönetmen Cezmi
AR, başrolde Mustafa Kemal, film çekiyorlar. Ve Cezmi Ar Mustafa
Kemal'e tabi Cumhurbaşkanı ya diyemiyor şöyle dur böyle dur diye diğer
oyunculara şiddetle bağırıyor. Atatürk " Gel Cezmi gel, burda
başkomutan sensin. ben bu işi bilmem. Önemli olan işin iyi çıkması.
Bana da aynı şiddet ve hiddetle bağıracaksın " der. Cezmi AR hayatının
son günlerinde "ben bir daha asla öyle bir oyuncuyla çalışmadım"
diyecektir.
Yıl 1937, Münir Hayri EGELİYLE odalarına çekilirler. Çankaya' da ne mi
yaparlar? ATATÜRK bir film senaryosu yazmıştır, adını da koymuştur;
"Ben bir İnkilap Çocuğuyum" dur adı. Kendi yazdığı film senaryosunu
Münir Hayri EGELİ çekecektir, ATATÜRK oynayacaktır. Ama yıl 1937 dir,
ömrü vefa etmemiştir. Derim ki haydi filmciler bulun bu senaryoyu
filme çekin pokemondan çok daha faydalı olacağına ben kesin gözüyle
bakıyorum.
Bu arada ATATÜRK'ün her şeyi iyide ben iddiadan vazgeçtim, tamam
dedim. Kesinlikle iddia falan yok artık, iddiayı Mustafa Kemal kazandı
ama merak ediyorum nasıl yaptı diye. Asıl sır nerde? O sırada en büyük
lider eleştirmeninin sözü geldi elime. Liderleri çok sıkı eleştiren
bir eleştirmen diyorki ATATÜRK için "Liderler içerisinde eleştiri
acizliği yaşadığım tek lider Mustafa Kemal'dir. Çünkü bütün Rönesans,
bütün reform, bütün aydınlanma çağı etkinlikleri bir adamın kafasında
toplanmış, bir çağa sığan etkinlikler on yılda başarılmış, bu büyük
bir mucizedir en büyük radikal Mustafa Kemal'dir" bunu biz demiyoruz
dünyanın en büyük lider eleştirmeni diyor.
Peki, tamam laf iyide diyorsunuzki laflar karın doyurmuyor, Esas sır
nerde çok merak ediyorum. On yılda bir bakıyorsunuz kara tahtanın
başında harf öğretiyor, bir bakıyorsunuz şapka giyiyor, bir
bakıyorsunuz tiyatro eseri oynatıyor, yok efendim arkeolojik kazılara
gidiyor, tren raylarının genleşme hesabını yapıyor, Ankara'daki
caddelerin ne kadar mesafede olacağı konusunda şehirleşme planları
yapıyor, E on yılda bunların hepsi peki nasıl? Ben esas sırrı nerde
buldum biliyor musunuz? Onun bir sözünde. Ama bu bence, ve dedimki bu
sözü okuyunca keşke şu karga kovalamasını kafalarımıza
yerleştireceklerine şu sözünü yerleştirselerdi herhalde Türkiye çok
farklı biyerde olurdu şu anda. ATATÜRK diyor ki" Çocukluğumda elime
geçen iki kuruştan birini eğer kitaplara vermeseydim bu gün
yapabildiğim işlerin hiçbirini yapamazdım ". Esas sır bence burada.
Çocukluğunda eline geçen iki kuruştan birini kitaplara verdiği için 35
yaşında general, 40 yaşında başkomutan, 42 yaşında cumhurbaşkanı, 46
yaşında dünyada pek çok reformist var ama hiç biri dile dokunabilmeyi
cesaret edememiştir; dile dokunabilen tek reformist Mustafa Kemal'dir.
İşte bunu yapabilen ve 53 yaşında nutku yazan genç olarak tarihimize
geçecektir Mustafa Kemal.
Okumayla, ama nasıl okuma biliyor musunuz? Bildiğimiz gibi bir okuma
değil. Sizi 1914 Anafartalar'a götürüyorum. Anafartalar'da savaşın bir
dinlenme yerinde çadırınıza gelirsiniz postalları çıkarır rahatça
dinlenmek istersiniz. Öyle bir şey yok. Macar Türkoloğu Nemetin,
Fransız Türkoloğu Devinin Türkoloji albümleri duruyormuş. Açıyor
onları okuyor Mustafa Kemal. Diyorlarki "niye bunları okuma gereği
duyuyorsun" verdiği cevaba bakın. onlara diyor ki " Savaştan sonra bu
dilin değişme ihtiyacı var onu tespite çalışıyorum ". Yıl 1914,
gelelim 1916'ya. Bitlis cephesi komutanı Mustafa Kemal Bitlis
cephesinde çökmekte olan bir cepheyi kurtarıyor ve çadırına geliyor,
yaveri İzzettin ÇALIŞLAR'ı çağırıyor ve eline bir not veriyor. Notta
ne yazıyor biliyor musunuz? " Savaştan sonra ilk işimiz Türk kadınına
serbestisini vermek, onu erkeğinin yanında eşit haklara sahip kılmak
". Yıl 1916, Türk kadının değil adı, değil kimliği, hiçbir şeysi yok.
Sokağa çıkma hakkı olmayan bir Türk kadını. Peki sizce tam savaşın en
hararetli zamanında neden Türk kadını geldi Mustafa Kemal'in aklına.
Ha, Kurtuluş Savaşında gördüğümüz kadın manzarası, değil ATATÜRK'ü,
dünyayı şaşırtan bir manzaradır. Ülkelerin savaşları olmuştur ama
topyekün savaş örneği ilk defa Kurtuluş Savaşında görülmektedir.
Atatürk bu savaşta Ayşe Hatunu tanımıştır Ayşe Hatunu hepimiz
tanıyoruz. Bilmeyen var mı içinizde? Onun yapabildiğini acaba hangi
ülkenin kadını yapabilir? yada zamanımızda hangi kadın yapabilir?
Benim bir kızım bir oğlum var inanın bu kadar araştırmacıyım
düşünüyorum. Biliyorsunuz sekiz aylık kızı kucağında omuzunda mermi ve
cepheye cephane götürüyor. Sekiz aylık kız dinler mi düşmanı, ağlamaya
başlıyor. Ve bu sırada ölmesi falan problem değil Hatunun, ama düşman
eğer onları fark ederse çok kısıtlı olan cephane cepheye gidemeyecek,
bütün düşüncesi o Ayşe Hatun'un. Ve bu arada çocuğunu göğsüne yaslar,
düşman biraz geç gider, indirdiği zaman kendi elleriyle çocuğunu şehit
ettiğini görecektir Ayşe Hatun yada diğer adıyla Tayyibe Hatun. Peki
ne yapar? çocuğunu koyar üzerini bayrakla örter ve aynen şunları
söylemiştir. Kafile başkanı komutanımız aktarıyor bunu. " Sen yüzlerce
binlerce yıl sonra doğacak Türk çocukları için şehit oldun " (yani
şurada oturan bizler için şehit olan) " bu benim içinde senin içinde
bir şereftir. Yeterki vatan sağolsun " diyor, omuzuna alıyor
cephanesini ve yola koyuluyor. Hanımefendiler içinizde anne olanlar
var. Lütfen bir an için düşünün, çocuğunuzu göz önüne getirin. El
bebek gül bebek büyütüyoruz, gözünün içine bakıyoruz, tercih yapın
sizden sonraki kuşak mı? çocuğunuz mu? İşte bu Ayşe yada diğer adıyla
Tayyibe Hatunu tanıdı Mustafa Kemal.
Kurtuluş Savaşında Kütahya sırtları, eksi 30, eksi 40. Ve 75-80
yaşlarında bir nine. Gerisini gelin kafile komutanı Mustafa Necati'den
dinleyelim. Mustafa Necati neyi görür? Bütün yorgan battaniye ne varsa
cephanenin üstüne örtmüş kendisi pazen elbiseyle. Aynen şunları söyler
" nine kar sepeliyor hava çok soğuk bari şu yorganı alsan sırtına "
dediğinde aldığı cevap "dokunma ona, o millet malıdır, nem kapmasın.
Ben bir ölürüm ama onunla binler doğacak binler. hayır oğlum hayır hiç
üşümüyorum, soğuğu hiç duymuyorumki. Düşman bu topraklara girdi gireli
benim içim yanıyor içim a oğul" diyen bir nineyi tanıdı Mustafa Kemal.
Albay Hulusi ATAK'ın kafilesinde olan genç bir kadınımız hastadır ve
cephane taşırken yere d üşmüştür, ölmek üzeredir. Hulusi ATAK sorar "
bacım bana adını söyle seni tarihe yazdıracağım " dediğinde aldığı
cevap " adımı ne yapacaksın a oğul yaz benim adım Anadolu "
cevabındaki adımın ne önemi var önemli olan ülkemin adı ve gururu
düşünüşü keşke, keşke uygarlık savaşımızda aynı şiddetiyle
sürebilseydi bugün. Üzerinde ATATÜRK yazılı kapsülü inanın, inanın hiç
mübalağa etmiyorum ilk uzaya fırlatan ülke mutlaka ama mutlaka biz
olurduk.
Evet bu savaşta ATATÜRK dünyaya tek geçen Zekiye Hanımı tanıdı. Zekiye
Hanım ne yaptı biliyor musunuz? Dünyaya ilk ve tek geçen kadınımızdır.
10 Aralık 1919 öğretmen okulu bahçesine 3000 kadını toplamış, dedim
herhalde sıfırları fazla okuyorum. Hayır 3000 kadın, yapımcısı,
dinleyicisi, konuşmacısı. Kadın olan dünyada ilk mitingdir bu, onun
için dünyaya ilk geçmiştir. Peki Zekiye Hanım nasıl toplamıştır, cep
telefonu yok faks yok, hiçbir araç yok. Hadi bunlar oldu farz edelim.
Kadının sokağa çıkma hakkı yokken 3000 kadın nasıl organize oldu
dersiniz? Evet bunu incelediğimde inanılmaz bir hem hayranlık hem de
üzüntü duydum neden biliyor musunuz?
cep telefonunuz var, faksımız var. Pek çok kulübün, pek çok derneğin
davetlisi olarak gidiyorum. Hanımlar 50 kişi geldimi aman diyorlar bu
gün çok kalabalığız. 3000 kadından bahsediyorum ama projesinin adını
da söylemek istiyorum Zekiye Hanımın "MUTFAK PROJESİ", inanılmaz bir
proje. Daha sonra bir yerde tekrar geçecek bu proje.
ATATÜRK Zekiye Hanımı, Nakiye Hanımı tanıdı bu savaşta. ATATÜRK Melek
REŞİT'i tanıdı, Atatürtk Şuküfe Nihal'i tanıdı ve ATATÜRK ekmek
pişirerek askere götüren ama bu düşmanlar tarafından tespit edilip
askerimizin yerini öğrenmek için çok işkence gören ama söylemediği
için ekmek pişirdiği fırına atılarak yakılan Nazife Kadını tanıdı bu
savaşta. Bu savaşta ATATÜRK Taccülcalala hanımı tanıdı ATATÜRK
üsteğmenlerimizi, binbaşı hanımlarımızı tanıdı, bu savaşta Tuğgeneral
rütbesi verilmesi öngörülen 8 yaşındaki, evet yanlış duymadınız 8 yaş
ındaki Nezahat kızımızı tanıdı. İşte Nezahat kızımızın yanında şehit
olan bir erimizin cebinden çıkan bir mektubunda annesine şöyle yazmış
"anne Nezahatle babasının arasındaki konuşmayı duyaydın benim burada
niye olduğumu anlardın" demiş ve bu arada şöyle yazmış" biz Mehmetçik
Nezahat'e Türklerin Jan Darkı diyoruz" demiş. Bu bana acı geldi. Ben
Jan Darkı ortaokuldan beri tanıyordum ama Nezahat'i ancak bu
araştırmamda tanıdım. Bunun acısını da o mektupla birlikte yaşamış
oldum. Bu kadınlarımızı ben ATATÜRK ve Türk Kadını konulu
konferansımda anlattığım için burada sadece adlarını anmadan
geçemeyeceğimi gördüm.
Bu arada ATATÜRK okumuşta yazmaya da vakit bulabilmiş. Evet bizler
için bir geometri kitabı yazmış. Üçgen, açı, dikdörtgen gibi ve 48
tane geometri teriminin isim babası bu yazdığı kitapla bizzat Mustafa
Kemal'dir. İyiki de yazmış eşkenar üçgen demek için "müselleseyi
bilmemne bilmemne..." demek gerekir. İnanın bu kadar şeyi aklımda
tutuyorum, bir onu tutamadım. İyiki yazmışsın dedim. Bu arada ATATÜRK
her sektöre el attı dedim ya, basın sektörüne de el atıyor ve bir
gazete çıkarıyor. Adı "Mimber", 52 sayı çıkmış gazetesi, ve bu
gazeteleri okuduğum zaman bu Mustafa Kemal'in gazetesi dedim. "Sansür"
kelimesi ilk defa bu gazetede yer almıştır. Bu arada keşke bütün Türk
gençlerimiz bu gazeteleri okuyabilseydi diye düşünmeden de edemedim.
Çok moral bulurlardı çünkü.
Bu arada çok güzel şiirler yazmış. İlk şiiri 1908 Şanlı Ordu
dergisinde yayınlanmış. Keşke vaktimiz olsa da şiirlerinden de
aktarabilseydim. Bu arada nutku yazmış, tiyatro eserleri yazmış,
sinema senaryoları yazmış, yazmış yazmış. Peki okumuş yazmışta sadece
gününün problemlerine mi çare bulmuş Mustafa Kemal? Sadece gününü mü
kurtarmış acaba? Hadi gelin esas önemli olan da bu, buna bir bakalım
mı ne dersiniz?
İşte günümüzde 25 yıllık araştırmacılığım sonunda size bir itirafta
bulunmak istiyorum, diyorumki ATATÜRK inanın, bugün sanıyorum 7 Şubat
2005, bu günü çok net görmüş, hadi görmekle kalsa iyi, birde bu gün
kullanacağımız kadar güncel geçerli ve çözümsel önerileri de yazarak
bırakmış bir lider. Söyleyin bana hangi ülkede var böyle bir lider.
Diyeceksiniz ki lafı bırak bize somut örnek göster. İşte ilk
örneğimiz; dedinizki demin Türkiye'deki sorunları sorduğumda size,
dediniz ki önemli olan sorunların bir tanesi de ekonomik sorun. Peki
Amerika'nın en ünlü ekonomistlerinden birisi olan Mr.Jhons bize şunu
öneriyor, diyorki "ekonomiyle savaşta bir tek ATATÜRK'ü örnek alsın
yeter Türkiye".
ATATÜRK'ün ekonomi ile de ilgili ne görüşleri var acaba, ve bunun
üzerine oturdum, Maliye arşivine indim, Maliye arşivini incelememde
ATATÜRK'ün ekonomide en önem verdiği şey ne biliyor musunuz? Türk
parasının değerini korumak. Peki, 1919'a baktım Türk parası Sterlin
karşısında, o zaman dolar yok, Sterlin karşısında 605 kuruş. Ha bir
savaş yapıldı, ülke yıkıldı tekrar yapıldı. Peki 1938'de kaç kuruş
biliyor musunuz? 19 sene sonra inanılmaz bir şey, 616 kuruş. Buna
gerçekten inanmaya imkan yok. Peki dedimki herhalde yanlış okudum
banknot artış hacmine baktım, banknot artış hacmi 1919 dan 1938 son
dört ayına kadar, son dört ayı ilgilenemiyor sağlığından dolayı, son
dört ayına kadar 19 sene sadece %8, bu çok büyük bir başarı. Peki son
dört ayda ne oldu diye baktım, gülüyorsunuz tahmin ettiniz mi? %15. 19
senede %8. Bari ölümünü bekleseymişiz, ama işte problem bir takım
yerlerde sanıyorum.
Bu arada bir arşiv belgesi daha aktarmak istiyorum size. 5 Aralık 1927
tarih. 5 Aralık 1927'de bir Türk Lirası verdiğimiz zaman 2 dolar
alabiliyormuşuz karşılığında. Eğer bizim nesil vazifemizi yapaydık
size karşı, bugün 20 milyon liralık banknotu götürecektiniz,
karşılığında 40 milyon dolar alacaktınız bizim nesil vazifesini
yapaydı. Ama diyorumki lütfen gençler lütfen, ilerde maliye bakanı
olabilirsiniz, ilerde başbakan olabilirsiniz, ilerde aile
kurabilirsiniz oda bir ekonomik sektördür ve ekonomiye yön
vereceksiniz. Bizim yaptığımız, size çektirdiğimiz sıkıntıları
çekmemeniz için lütfen ekonomik görüşleriyle ATATÜRK'ü mutlaka
incelemenizi tavsiye ediyorum.
Bu arada biliyorsunuz 1929 da çok büyük ama çok büyük bir şey var.
Ekonomik kriz var. Bütün dünyayı sarsmış ekonomik kriz. Peki soruyorum
size sarsılmayan bir ülke söyleyin. Türkiye tabiki. Peki 1929'da bütün
dünya buhran yaşıyor en gelişmiş ülkeler bile. Hadi etkilenmedin de,
rakamlara bakın kişi başına düşen milli gelir %51,2 artıyor. Eksilmeye
alışmışız da artma kelimesi garip geliyor bize. Enflasyon ne kadar?
Eksi 1.2, b unlar resmi rakamlar.
Peki ikinci örnek, günümüze örnek;1996 İngiltere'de bir seçim yapılır.
Meclisteki kadın millet vekili sayısı seçimden önce 13, seçimden sonra
birden 123 olur. Hiii derler kim yaptı bu başarıyı, Lezli Abdela diye
bir hanımefendi. Lezli Abdela' yı tüm ülkeler çağırır, "ya bize de
öğret metodunu da bizde kadını fazla sokalım meclise" derler. Lezli
Abdela' yı Türkiye de çağırır. Şileye gelir, dolar alır anlatmak için.
Ve işte sözlerinin özeti "ingiliz kadını bu başarıyı ATATÜRK'e
danıştı". Yani ben Türkiyeye tereciye tere satmaya geldim. Peki Lezli
Abdela'nın uyguladığı projenin adını biliyor musunuz? "Mutfak Projesi"
peki şöyle yazıyor şurada; "1919 dan beri biz Türk kadını ve
ATATÜRK'ün peşindeyiz merak ediyorum iki kadın milletvekiliniz de benim
peşimde niye acaba" diye de ironi yapmış burada. Bu arada eğer biz bu
metodu uygulasaymışız Türkiye'de sanıyorum Türk erkekleri şu anda
meclise nasıl girebiliriz diye arayış içinde olacaktı, hiç şüphe yok
buna .
Peki bu arada dünyaya o kadar çok ilk hediye etmişizki bunlardan bir
tanesi de üniformalı ve rütbeli kadın asker ilk defa bizim ordumuzda,
bizden dünya orduları örnek alıyor. Kurtuluş Savaşında rütbe alan
kadın askerlerimiz; Binbaşı Ayşe ALTUNTAÇ, Üsteğmen Emine VARDARLI,
Üsteğmen Fatma ŞİMŞEK. Ama dünya tarihine tek geçen bir üsteğmenimiz
var; 700 erkek 43 kadından oluşan bir müfrezenin reiseliğine bizzat
ATATÜRK tarafından atanmış, Üsteğmen Kara Fatma. Evet dünyadaki ilk
müfreze reisesi kadın ünvanını taşır Kara Fatma. Ben geçenlerde
Erzurum'a davetliyim, Erzurum Üniversitesi rektörümüz davet etti
uçakla gittim. İndim uçaktan "off ayağım belim melim" dedim, bir an
aklıma geldi, biliyorsunuz Kara Fatma Erzurumlu; Erzurum'u 13 kadınla
müdafaa ediyor, atına atlıyor Bursa'ya kadar geliyor, Bursa'nın
Kurtuluşuna da tanık oluyor. Ben uçakla zor gittiğim yere, önümde
yemeğim, arkamda suyum, sıcacık, ama bu kadının yaptığı! Ha o zaman
sanıyorum şu andaki Türk kadınının asla ve asla yoruldum demeye hakkı
yok, eğer Kara Fatmaları eğer Şerife bacıları tanısaydı.
Evet anlıyorum bu hanımlarımızı tanımadan önce bir şey yaptım
zannediyordum. Şu anda hiçbir şey yapmadığıma kaniyim. Bu arada Kara
Fatma'nın savaşta yaptıklarını, dedim ya Bursa'ya kadar gelmiş, üç
oğlunu şehit vermiş, kızının parmakları İzmit muharebesinde kesilmiş,
sadece savaşı anlatmak için bir konferans gerekir Kara Fatma'nın. Ama
Tamim gazetesini okuyorum, Tamim gazetesini okurken Kara Fatma'yla
yapılmış bir röportajı okudum, inanılmazdı. Gazeteci soruyor diyorki;
"çok fakirsin çok çok ihtiyacın var paraya neden üsteğmenlik maaşı
sana bağlanan maaşı kızılaya bağışladın" diyor. Verdiği cevap tarihi
bir cevap aynen şöyle:
" Ben Kurtuluş Savaşında yaptıklarımı bir menfaat ve çıkar
karşılığında yapmadığıma inandığım için en son vatani vazifem olarak
maşımı Kızılay'a bağışlıyorum " diyecektir. Bu bana neyi hatırlattı
biliyor musunuz? ATATÜRK'e bir gazeteci sorar; "neden mal ve mülkünüzü
milletinize bağışladınız" diye. ATATÜRK'ün verdiği cevabı aynen
aktarıyorum:
" Mal ve mülk bana ağırlık yapıyor, onları asıl sahibi olan milletime
bağışlamaktan ferahlık duyuyorum. Zenginlikten ne çıkar asıl zenginlik
insanın manevi şahsiyetinde olmalıdır ." diye cevaplayacaktır. Ne
güzel değil mi en son kademeden en tabana kadar, kadınından erkeğine
kadar hepsi aynı söylemde ama alışmadığımız gibi aynı eylemdeler ne
diyelim sağ olsunlar, varolsunlar.
Dileyelim sizin nesle, genç nesle, hortumcular soyguncular değil, Kara
Fatmalar, Mustafa Kemaller örnek olsunlar. Tabi Kara Fatma'nın örnek
olabilmesi için de bir okuma kitabımızda hiç olmazsa bir okuma parçası
olarak Kara Fatma'nın olması lazım ki örnek alabilesiniz. Bu arada
ATATÜRK'ün şu sözü çok hoşuma gider diyorki; "Geçmişi ne kadar çok
unutursak geleceği korumak o kadar zor olur." Biz Kara Fatmaları
mutlaka hatırlamalıyız sanıyorum.
Bu arada bir kadınımızı daha vermek istiyorum, Melek Hanım. Haçin
katliamını hepiniz hatırlıyorsunuz, 535 Türk hunharca katledilmiştir.
Hepsi öldüğüne göre nerden biliyorsun hunharca katledildiğini? Şair
Melek hanım diye anılırmış Haçin'de. Şahadetinden sonra kolunun
altından bir bohça çıkıyor, bohçayı açıyorlar, 18 kıtalık bir destan
yazmış. O anda gördüklerini kaleme almış. Mektupçu Hüseyin nasıl
vahşetle öldürüldü, komşu kızı Hatice nasıl vahşetle öldürüldü hepsini
kaleme aldığı bir destan. Başına ne demiş biliyormusunuz "inşallah
okuna". Ben 45 yaşımda bunu okuyabildim en sonuna da "bizden
sonrakiler neler çektiğimizi bileler diye yazıyorum" demiş son iki
kıt'ayı sizlere okuyorum
Meydan kazanı kurdular
Tüm bebeklerimizi kaynattılar
Gün görmedik anaları
Süngü ile oynattılar
Kundakları verdiler
Kanlı kundak yu dediler
Bebelerimizi kaynattılar kaynattılar
Kuzu eti diye hepimize zorla yedirdiler
Evet biz burada kolay bulunmuyoruz, bu koltuklarda kolay oturmuyoruz.
Evet bakıyorum çok buruldunuz, çok üzüldünüz ama liderlik dedik biraz
da gülümseyelim mi?
Lider dedik, ATATÜRK'ün resimlerine bakıyorum hepsi asık suratlı hepsi
ciddi. Lider olmak için böyle mi olmak gerekiyor, acaba ATATÜRK hiç mi
gülmemiş, hiç mi espri yapmamış? Hadi gelin Antalya'ya gidelim.
Antalya yolunda mola verir kulağına bir türkü gelir " Ya bu türküyü
çok sevdim bulun getirin bu türküyü söyleyeni " der. küçücük bir çoban
gelir. Derki " Sesin çok güzel bana da bir türkü okurmusun ". Başlar
çoban "demirciler demir döver tunç olur" diye. bitince ATATÜRK
dalmıştır "bis bis" der. Çoban böyle bakar. " Oğlum der bis" der "Çok
beğendik tekrarla anlamına gelir ". Hiç nazlanmaz gene aynı türküyü
okumaya başlar. ATATÜRK türkü bitince cebinden bir harçlık çıkarır
uzatır. Çoban hemen alır harçlığı, kuşağına kor, elini uzatır
ATATÜRK'e "bis bis" der. Bu espri ATATÜRK'ün çok hoşuna gittiği için
çok ünlü bir sanatçımızın yetişmesi sağlanacaktır.
ATATÜRK'ün hayatta en hoşlanmadığı şey dalkavukluk, ama yemek
masasında hiç hoşlanmıyor. Karşısındaki adam da ATATÜRK'e "sen
Türklerin şahısın şususun bususun ...", feci dalkavuk. Yoğurt kasesi
adamın önündeymiş diyorki Atatürk;" Şu yoğurt kasesini bana
uzatırmısınız ". Adam yoğurt kasesi uzatacak, el insaf ayağa kalkıyor,
önünü ilikliyor, tam yoğurt kasesini alacak parmakları içine giriyor.
Ah diyorlar adama taktı ATATÜRK, birde zaten sinirlenmiş durumda,
birde çok titiz bu konuda, şimdi bir fırtına kopacak. adam perişan, ah
paşam vah paşam derken " Ya niye bu kadar üzüldünüz demin yoğurt
yiyecektim şimdi cacık yemiş olurum ". Evet, bu espriyle 25 yılın
sonunda ATATÜRK'ün müthiş espritüel olduğunu keşfettim ve yeni
hazırladığım konferansımın konusu ne biliyormusunuz? "ESPİRİLERİYLE
ATATÜRK". Bugün onu hazırlıyorum, 6-7 ay sonra bitecek inşallah
sizlerle buluşacağız. O konferansta çok güleceğiz ama inanın çok da
düşüneceğiz.
Bir gazeteci de Atatürk'e sorar "size der diktatör diyorlar ne
dersiniz". Atatürk şöyle bir bakar, " Eğer ben diktatör olsaydım
hanımefendi bu soruyu sorduktan sonra siz asla canlı kalamazdınız "
diyecektir. Peki diktatör mü Mustafa Kemal bakalım.
İzmir kurtuldu, çok tatlı bir yorgunluk, Ankara'ya hareket edecekler.
Trene binerler kompartımana çekilirler. Ertesi gün kompartımanı çalar
yaveri, açar yorgun, bitkin, kravatını yıkamaktadır Atatürk. Yaveri
"ya paşam bu ne hal hiç uyumadınız herhalde niye böylesiniz" der. " Ya
çocuk kompartımanıma yastıkla battaniye koymayı unutmuşunuz. Kolumu
yastık yaptım ağrıdı setremi yastık yaptım üşüdüm bende uyumadım
kalktım " der. Yaveri; "aman paşam! Birimize haber vereydiniz hemen
size bir yastıkla battaniye getirirdik" der. Ve bir ülke kurtarmaktan
dönen komutan söylüyor bunları tarihi bir cevap derki " Geç farkettim
hepiniz en az benim kadar yorgundunuz. Hiçbirinize kıyamadım. Önemli
olan benim uyumam değil milletimin rahat uyuması ". Var mı böyle bir
şey! Bu insana diktatör demeye kimin dili varabilir. Ayaklarının
altına Yunan bayrağı serildiğinde bayrak bir ulusun onurudur diye
basmayıp kaldırtan bir insanın kendi milletinin inancını
çiğneyebileceğini düşünmek ancak onuru ve şerefi olmayan kişilerin işi
olabilir diye düşünmeden de edemiyorum.
Bu arada içimizde çok değerli öğretim görevlilerimiz ve öğretmen
arkadaşlarımız var. Onların için de çok özel bir anısını anlatacağım.
İstanbul Üniversitesinin açılış töreni. Çok mütevazı bir salon, tahta
iskemleler, ortaya ATATÜRK'ün oturması için kırmızı renkte süslü
muhteşem bir koltuk konmuş. Profesörlerle birlikte geliyor, buyurun
diyorlar. Bir koltuğa bakıyor dönüyor profesörlere, aynen şunları
söylüyor; " Sizlerden öğrenecek o kadar çok şeyim olduğuna göre bu
koltuk sadece sizlere layıktır" diyor. En kıdemli profesörü o koltuğa
oturtuyor ve kendisi tahta iskemlede programı sonuna kadar izliyor.
Evet yani kendince hak etmediği hiçbir koltuğa oturmayan bir Mustafa
Kemal'i görüyoruz orada. Dünya lideri olmak sanıyorum bu evet .
Bu arada İstanbul ve Ankara illerinden birisine ATATÜRK adının
verilmesi için bir kanun önergesi veriliyor meclise. ya İstanbul'a
ATATÜRK diyorduk ya Ankara'ya. Bu önergeyi vereni hemen çağırıyor ve
aynen şunları söylüyor ;" Bir ismin dillerde kalması için şehrin
temellerine sığınmasına gerek yoktur. Bakın bu şehrin ismi İstanbul
ama Fatih Sultan Mehmet'i hemen hatırlıyoruz. Eğer ben bir şey
yapabildiysem bunu binaların tepelerine, şehrin temellerine ismimi
yazarak değil milletimin kalbine yazarak anılmak isterim " diyecek,
hiçbir yere adının verilmesini kabul etmeyecektir. Şimdi bakıyorum da
hortumcunun soyguncunun hepsinin adı bitaraflarda şey gibi yazıyor
merak ediyorum nasıl oluyor bu diye. Evet, galiba beni bıraktınız, ben
25 yıl kolay değil, beni bırakırsanız sabaha kadar buradayız. En iyisi
son iki anı ama onu en iyi anlatan anılarla programıma son vermek
istiyorum;
İşte ilki öğrenciler evet sizin için. Bir öğrenci anlatıyor, Mahmut
SADİ. Şöyle anlatır Mahmut SADİ. "Yıl 1923. İstanbul Üniversitesinde
öğrenci olduğum sıralar. Okul duvarında bir ilan görüyorum. Avrupa'ya
talebe yollanacaktır. Allah Allah diyorum, ülke yıkık dökük yıl 1923
Avrupa'ya talebe! Lüks gibi gelen bir şey, ama bir şansımı denemek
istedim. 150 kişi içerisinde 11 kişi seçilmişiz. Benim ismimin yanına
ATATÜRK " Berlin Üniversitesine gitsin " diye yazmış. Zaman geldi.
Sirkeci garındayım, ama kafam öyle karışıkki gitsem mi kalsam mı, orda
beni unutur mu bunlar, para yollarlar mı, gurbet ellerde ne yaparım?
Bir an gitmemeye karar verdim, döndüm. O sırada bir müvezzi ismimi
çağırdı "Mahmut SADİ, Mahmut SADİ, bir telgrafın var" telgrafı açtım
aynen şunlar yazıyordu " sizleri birer kıvılcım olarak gönderiyorum
alevler olarak geri dönmelisiniz ". Var mı böyle bir şey? 11
öğrencinin nerede, ne zaman, ne düşünebileceğini hesap edebilen bir
lider dünya lideri olmasın da ne olsun. Yıl 1923, biz evimizde bir
çocuğumuzun huyunu değiştiremiyoruz bir huyunu. Tüm ülkenin huyu
değişiyor. Bunla uğraşan bir insan yolladığı 11 öğrenci nerede, ne
zaman, ne düşünebileceğini hissedebiliyor. Mahmut Sadi devam ediyor
"gel de şimdi gitme, gitte orda çalışma, dönde bu ülke için canını
verme".diyor.
Evet bu gün en büyük şikayeti ne Türkiye'nin? Beyin göçü. En iyi
beyinlerimizi kapıp götürüyorlar ama o çocuklarımız arkalarına baka
baka gidiyorlar. Peki diyeceksiniz ki engellemek o kadar mı zormuş? Ha
o gün 11 öğrenciymiş, telgrafmış. Bu gün milyon öğrenci olsun, e-mail
bilgisayar var. Yeterki şu iki cümleyi ifade edebilecek, onların
sorumluluğunu alan bir liderleri olsun.
İşte son anım, Nehire NEHİR hanımefendiden; şöyle anlatır "O zamanlar
kadınların sanatçı kimliğini yeni yeni kazandığı dönemler. Benim
tiyatroda çömezlik dönemim. Muhsin ERTUĞRUL Darül Bedai'ye baş
yönetmen olarak atanmış. Çok titiz bir insan. Provadan oyuna her şey
saat titizliği ile işliyor, perde bir saniye bile geç açılmıyordu.
Provaya geç kalan oyuncu derhal oyundan uzaklaştırılıyordu. Eee tahmin
edersinizki bu durumda Muhsin Ertuğrul'un da düşmanı çoktu. Bir gece
Dolmabahçe'den ATATÜRK'ün Şehir Tiyatrolarına geleciği haber verildi.
Ben de karşılamak için hazırdım. Fakat paşa gecikti. Muhsin Ertuğrul
kendisini beklemeden perdeyi saniyesi saniyesine açıp oyunu başlattı.
ATATÜRK 4 dakika geç kalmıştı. Etraftaki dalkavuklar ATATÜRK
geldiğinde Muhsin ERTUĞRUL'un onu beklemeden perdeyi açtığını ellerini
ovuştura ovuştura anlattılar ATATÜRK "Yaaa öylemi Muhsin Ertuğrul'la
Görüşürüz" dedi. Herkes Muhsin ERTUĞRUL'un işinin bittiğine inanıyor,
ben müdür olacağım sen müdür olacaksın kavgaları bile başlamıştı.
ATATÜRK piyesin bitiminde Muhsin ERTUĞRUL'u ayakta karşıladı.
Deminkileri de yanına çağırarak aynen şunları söyledi. " Sizi tebrik
ederim işinizle ilgili ciddiyetiniz ülkenin gelişimini ciddiye
aldığınızı gösterir biz geç kaldık siz vazifenizi yaptınız eğer birtek
benim için perdeyi açmayıp oyunu başlatmasaydınız bu dalkavukluktan
ileri gitmez ve beni çok üzerdi ben herkesin her sahada işini bu kadar
ciddiye almasını istiyorum ülke ancak böyle ilerler efendiler "
demezmi. Etraftakilerin suratları görülmeye değerdi o sırada". Ama
işte liderlik diyorum. Şimdi bir an günümüze geliyorum, hadi bakalım
baba iseniz başlatın programı gelmeden. Mümkün mü! Ondan sonra artık
beğenin haritadan bir yer, evet ki bu insan bir ülkenin en büyük
lideri değil asrın lideri olan bir insan bunu yapıyor.
Evet ATATÜRK ve onunla elele verenler sayesinde üç tarafı deniz yerin
üstünü anlatayım mı? Lütfen pazara gidelim Yabancı ülkelere gittim.
portakalı taneyle jelatinlere sarıyorlar, kıymetli madde, karpuzu
dilimle yiyorlar, biz kelek çıktımı atıyoruz, bir tane daha açıyoruz
var mı böyle bir nimet. Lütfen pazara gidelim, yeşilin her tonu; geçen
bir yabancı konuğum var; pazardan geçmek zorunda kaldık dedi ki bana
"Türklerin özel bir günü herhalde bu gün". "Neden" dedim? Eee baktı
kadın naylon torba naylon torba yok öyle bir dava, böyle bir nimet
nerde, hangi ülkede. Bir tane salatalık, bir tane domates, biz
kilolarla. Ve bana ne dedi biliyor musunuz? "Yahu ülkeme dönünce ne
isteyeceğim biliyor musun". "Ne" dedim. "Türkiye'yi isterim de isterim
diye tutturacağım" dedi. Bir espriydi ama bir gerçek payı da olduğu su
götürmez.
Peki yerin altına geçelim. Krom, brom ,toryum, bor. Tamam güzel ama
petrolün zekasına hayranım. neden mi? Burda çıkıyor, burda çıkıyor,
burda çıkıyor ama Türkiye'nin sınırını ezberletmişler petrole, bir
kilometre girmiyor içeri. Varmı böyle bir petrol, yani altımız petrol
dolu aslında. Hadi petrolü de geçelim, uzaydan çekilen fotoğraflara
göre bugün petrolden bir derece zengin maden var, uranyum. Bu gün
dünyadaki, Türkiye'de değil dünyadaki en iyi uranyum rezervi bizim
Karadeniz dağlarında arzı endam ediyormuş. Hoş o bize bakıyor biz ona
bakıyoruz ama Türkiye'nin dış borcunun 19 katı değeri olduğu tespit
edilmiş uzaydan çekilen fotoğraflara göre.
Yabancı ülkelere gittiğimde ufacık bir tarihi vesika buluyorlar, üç
kere etrafını çeviriyorlar, birde bol para ödüyorsunuz, böööyle
bakıyorsunuz. 15 ayrı medeniyeti barındıran 10000 yıllık bir tarih var
altımızda.
Romanya devlet bütçesinin üçte birini nasıl kalkındırıyor? Suni termal
tesis yapmış adamlar düşünebiliyor musunuz suni. Erzurum'a gittim
kaynıyor, Kozaklıya gittim kaynıyor, Bursa'ya gittim kaynıyor, İzmir
kaynıyor. Sadece bizim sıcak su kaplıcamız. Hakikisi var çünkü
elimizde
Geçen gün Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi beni davet etti
rektörlük, oraya gittim. Beni Davras diye bir kayak merkezine
götürdüler. Kayak merkezinde kayakla kayıyordu herkes Davras'ta.
Birbuçuk saat sonra, Antalya Akdeniz Üniversitesinde vereceğim
konferans için Antalya'ya indim. Millet denizde yüzüyordu. Varmı böyle
bir ülke söyleyin bana. Birbuçuk saatlik mesafede. Bursa, Uludağ'a
gidiyorsunuz kayak kayıyorlar, 20 dakikada Mudanya'ya gidiyorsunuz
denize giriyorlar. Hakikaten yok böyle bir ülke. Dünya yuvarlağını
çevirin hepsinin bir araya geldiği bir ülke söyleyin bana, ben
bulamadım. Ya güneşi var ya kar-ı var ya denizi var ya dağı var
birinden biri mutlaka.
Peki bu kadar özel ve güzel bir ülke bizim elimizdeyken başımız
dertten kurtulur mu? Asla. Düşmanımız dünden daha az değil, dünden
daha çok. Bütün ülkelerin gözü bizim ülkemizde. Nasıl olmasın ki!
Galiba bir tek bizim gözümüz yok şu ülkede.
Bu gün bunun için parçalama ve bölme girişimlerini yüzyıllardır
uyguluyorlar. Bir ara siyasi girdiler, sağ-sol diye böldüler, kapışın
dediler, yutmadık. Daha sonra etnik böldüler, Kürt-Türk dediler,
kapışın dediler, yutmadık. Dinimizi kullandılar, kapanan-kapanmayan,
laik olan-olmayan, ATATÜRKÇÜ olan-olmayan diye dörde beşe,
tarikatlara bölünün dediler ki kolay alalım, yutmadık. Ekonomiyi
kullandılar, zengin-fakir alan-alamayan dediler, gene olmadı. Yani
tazı eski tazıydı, habire çulunu değiştirdiler. Oyunun kuralı buydu
ama biz bu oyuna hiç gelmedik gelmeye de asla niyetimiz yok.
Yeni ATATÜRK'ler yetişiyor ve gelmekte. İşte bugün bizi kuvvetlendikçe
budanan, diğer türlü olduğu sürece de sulanan bir ağaç misali görmek
gafletinde olan yada başka bir deyişle ayağa kalkmayacak kadar
destekle ama yere düşmeyecek kadar köstekle politikası uygulamaya
çalışan tüm ülkelere, iç ve dış düşmanlarımıza karşı en güzel cevabı
ne zaman vereceğiz biliyor musunuz? Onu anmayı bırakıp anlamaya
başladığımız zaman. Onu yakamızda taşıdığımız kadar fikir ve
eylemlerimizde de taşıyabildiğimiz zaman. Onu özlediğimiz kadar
özümsediğimiz zaman. Onunla yarışan ama onu aşmış yeni Mustafa
Kemalleri yetiştirebildiğimiz zaman vereceğimiz inancıyla. sizlerden
Nakiye Hanım, Kara Fatma, Mustafa Kemal gösterdiğin hedefe henüz
ulaşamamış olmaktan dolayı özür diliyor ve bu hedefe ulaşana dek sakın
bizi affetmeyin diyor ve bir şiirle programıma son veriyorum.
ATATÜRK de et artı kemik artı kandı,
İnsanüstü değildi yani ATATÜRK,
ATATÜRK de herkes gibi kusurları olan,
Küçük büyük ve çirkin de olabilirdi,
Ama güzeldi.
ATATÜRK yorgunluk kahvesini bir su başında yudumlamayı,
Serhat türkülerini, Alaturkayı, mesela Safiye Ayla'yı,
Yemeklerden fasulye pilakisini seven,
Miri kelam bir İstanbul efendisi.
Aşık ve şair, mahcup ve ürkek,
Ama Karadenizli değil Karadeniz kadar canlı,
Adanalı değil ama Adanalı kadar sıcak kanlı,
Ve bir Aydınlı kadar oturaklı ve zeybek.
Velhasıl bizim mayamızdan bizim kumaşımızdandı Mustafa Kemal.
İnsanüstü değildi ATATÜRK, tam insandı. (ALINTI)

Hiç yorum yok: