30 Kasım 2008 Pazar

İNSANLIĞI KARŞI 432 CÜRÜM

İnsanlığa Karşı 432 Cürüm

Bülent Esinoğlu

Pakistan Daily Gazetesi Irak'ta Amerikalıların öldürdüğü bilim insanları ve akademisyenlerin isim listesini yayınladı.

Gazete, bunu "bir milletin öldürülmesi" olarak tanımladı. (kill a nation)

Bir milleti yok etmek için önce o milletin eğiticilerini yok etmelisiniz. Amerika da bunu yaptı. Irak halkını eğitecek kişileri ortadan kaldırdı.

Gazete öldürülen bilim insanlarının tek tek isimlerini vermiş. Karşılarına nerede nasıl yok edildiklerini belirtmiş. Vahşet sözcüğü yeterli gelmiyor.

Doktorları eğitecek tıp uzmanları, bilim insanları, profesörler, sosyal bilimciler, fenciler, velhasıl Pakistan Gazetesinin dediği gibi, "bir milleti öldürmüşler".

Ünlü düşünür, Prof. Michail Chossudovsky soruyor; Obama bu vahşete gözünü çevirecek mi?

Ben hiç o kadar iyimser değilim. Bir önceki yazımda değinmiştim. Amerika'nın kendisinin yaşaması için daima öldürmesi gerekiyor. Sistemin ve rejimin gereği budur. İster Obama gelsin, ister bir başkası gelsin bu öldürme işletmeciliği son bulmaz. Haliburton'lar, Blackwater'lar bu öldürme işletmeciliğinden geçiniyorlar.

Pakistan Daily isimlerini tespit edemediği daha birçok bilim insanı ve akademisyen olduğunu belirtiyor.

Listeyi saydım. 432 bilim insanın Amerika tarafından öldürüldüğü anlaşılıyor.

Beş yıllık bilanço budur. Sayının daha da artacağını düşünüyorum. Çünkü kukla yönetim ile ABD arasında imzalanan SOFA Antlaşmasının halk tarafından kabul edileceğini sanmıyorum. Şiilerin lideri şimdiden direnişe devam edeceğini haykırıyor. Sünniler zaten başından beri direniyor.

Geriye bir tek Kürtler kaldı. Onun için ABD Irak'ın kuzeyine yerleşecektir. Aksi takdirde tüm Irak'ı kısa zamanda kaybeder. Bunu biliyor.

Bundan sonra Türkiye'yi daha zor günler bekliyor. Katilin hedefinde Pakistan'dan sonra Türkiye var.

2008-11-29, bulentesinoglu@gmail.com

26 Kasım 2008 Çarşamba

BAŞÖĞRETMENE

BAŞÖĞRETMENE
DOĞALGAZ VE ZAMMA SEBEP OLAN BELEDİYE BAŞKANLARINI KINAMA GRUBU üyelerine

Erdal Erdem
25 Kasım, 22:58
Yanıtla
SENSİN HERŞEYİ ÖĞRETEN.

Ellerim kirliydi tuttun elimden
Bilgi dağarcığın açtın özünden
Bendeki cevheri gördün gözümden
Umudum sen oldun düşüm sen gibi

Yüksünmedin burnumdaki sümükten
Sende bir insandın etten kemikten
Annem miydin,babam mıydın,eğitmen.
Kutsal meslek istiyorum sen gibi

Yırtığımda yamam oldun dikişsiz
Özünde doğruydun süssüz nakışsız
Yüreğimdi yüreğin düzgün çakılsız
Düz yollarda gideceğim sen gibi

Aklaştı saçların bendeki kara
Yürüdüm bir hayli vermedim ara
Ektiğin tohumlar yeşersin daha
Ben de tohum ekeceğim sen gibi

Yurdumu öğrettin bayrağım başta
ATAMI sevdirdin, her an,her yaşta
Kol kolaydık cehaletle savaşta
Şimdi eğitmenim tıpkı sen gibi

Yüreğim yorulmaz feyz aldım senden
Ben de tutacağım çamurlu elden
Dikensiz gördüğüm, dikenli gülden
Demet demet dereceğim sen gibi.

25 Kasım 2008 Salı

ANAYASA'NIN İLK DÖRT MADDESİNİ DEĞİŞTİRMEK Mİ? SAKIN?

Anayasanın ilk dört maddesini değiştirmek mi ? Sakın !
Cuma, 21 Kasım 2008
Anayasanın ilk dört maddesini değiştirmek mi ? Sakın !



Alp Ergenekon / Tarihin Cevabı







alpergenekon@haberdokuz.comBu mail adresi spam botlara karşı korumalıdır, görebilmek için Javascript açık olmalıdır



Çevremde görebildiklerim Ankara da, Anayasa Mahkemesi civarlarında olabileceğim hissini uyandırdı.



Bulunduğum ortamın görüntüsü yine bir Seçilmişler Meclisi görüşmesi yapılacağı işaretlerini de veriyordu.



Bu görüntüleri, önceden şahidi olduğum mahkemeler nedeniyle yadırgamadan Seçilmişler Meclisinin o eşsiz Başbuğlarını beklemeye başladım.



Evet, ilk gelenin Oğuz Kağan olması Seçilmişler Meclisi görüşmesi yapılacağı yolundaki tahminimi doğrulamıştı doğrulamasına ama diğer gelmesi muhtemel üyeler hakkında en küçük bir fikrim dahi yoktu. Zira görüşülecek konu hakkında daha önce şahidi olduğum mahkemelerde olduğu gibi hiçbirşey bilmiyordum.



Çok geçmeden fazla kalabalık olmayan ancak ellerindeki afişlerden, oldukça geniş bir kitlenin temsilcileri olduğu anlaşılan bir grup belirmeye başladı. Yaklaştıkça afişlerinde “CUMHURİYETİ CANIMIZ PAHASINA KURDUK” yazılı olduğu anlaşılabiliyordu.



Afişte yazılı olanlar grup yerini aldığında daha net okunabiliyor ve görüşülecek olan konu hakkında iyi kötü işaretler veriyordu; Grup temsilcisi ise 1921 yılının çetin kış şartlarının hüküm sürdüğü Aralık ayında sırtında çocuğu, önünde kağnısı ile İnebolu'dan Kastamonu'ya cephane taşırken, Kastamonu Kışlası önüne kadar gelmiş, TÜRKİYE CUMHURİYETİ'nin kurulabilmesine gidecek yolu açmak amacıyla mermileri ve çocuğunu korumak uğruna donarak şehit olan Şerife Bacıdan başkası değildi !



Konunun, Türkiyemiz üzerinde esmekte olan karabulutların belki de en önemlilerinden birisi olabileceği artık netti.



Peki acaba hangi konu görüşülecekti;

§ Görüşülecek olan konu terör mü ?.

§ Yoksa dalga dalga gelmekte olan ekonomik kriz mi görüşülecekti…

§ Belki de Türk Kadınının geleneksel örtüsü olan başörtüsüne inat, türban denen ithal bez parçası ile yok sayılmak istenmesi mi görüşülecek.

§ Türk Siyaset Kurumunun tükenmişliği görüşülebilir miydi…

§ Ya da yaklaşan yerel seçimler ile sadaka kültürüne alışmaya başlamış Türk insanının adım adım onurlarından uzaklaşması hali mi masaya yatırılacak…



Anayasa Mahkemesi civarlarında olmamız durumunun hızlıca aklımdan geçen bu seçenekler ile Anayasa Mahkemesi arasında bir bağlantı kurmamı gerektirdiğinin farkındaydım ama itiraf edeyim, bu bağlantıyı sağlıklı gerekçelerle kurmakta güçlük yaşıyordum…



Ben bunları düşünürken; 24 Temmuz 1923 tarihinde İsviçre’nin Lausanne (Lozan) şehrinde, Birleşik Krallık, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Portekiz, Belçika, S.S.C.B ve Yugoslavya temsilcilerine karşı Sevr'i ortadan kaldırmayı başararak Misak-ı Milli yi adeta dikte edip Lozan Barış Antlaşması'nın imzalanmasını sağlayan Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri ve başlarında Gazi Mustafa Kemâl ATATÜRK olmak üzere gergin yüz ifadeleri ile meclisteki yerlerini aldıklarını görmeye başladım.



Ortada Oğuz Kağan, sağ tarafında Lozan Kahramanları ve Gazi Mustafa Kemâl ATATÜRK sol tarafında ise Cumhuriyetin kurulmasına giden yolu hiç hesapsız canları pahasına açan kahramanların temsilcileri ve grup sorumlusu Şarife Bacı !



Ortam müthişti !

Tarihin saygı ile yad ettiği onca sayısız kahraman, Oğuz Kağan başkanlığında bir araya gelmiş, asla unutulmayacak bir atmosfer oluşmuştu.



Peki, ne görüşülecekti. Yukarıda sıraladığım önemli konularımızdan hangisi masaya yatırılacaktı.

Oluşan bu tablodan buna ilişkin bir iz henüz bulamıyordum…



Tam bu esnada ellerinde “Genç Cumhuriyetçiler” tabelası bulunan pırıl pırıl bir genç temsilci grubunun Meclisin davacı bölümüne doğru adım adım ilerlemeye başladıklarını gördüm. Türk Gençliğinin temsilcileri oldukları her hallerinden anlaşılan bu pırıl pırul Genç Cumhuriyetçilerin, hangi konuyu gündeme getirebileceklerini sanıyorum algılamaya başladım.



Evet, görüşülecek olan konu büyük bir olasılıkla Genç Türkiye Cumhuriyeti ve karşısındaki sayısız tehlikeler olmalıydı.



Bu arada Kadın temsilcileri olduğu anlaşılan bir grubun dinleyici bölümüne doğru ilerlemekte olduklarını gördüm.



Mecliste bazı üyelerin gelmediği boş bırakılan yerlerinden anlaşılıyor olmasına rağmen Oğuz Kağan’ın bir el hareketi ile sessizlik sağlanmış ve Genç Cumhuriyetçiler grubunun temsilcisi konuşmaya başlamıştı.

“Ulu Kağanım; Cumhuriyetimiz, şu ana kadar yapılan sayısız yasa değişiklikleri ile Lâik ve Ulusal çizgisinden çıkartılmaya çalışıldı. Tek başlarına iktidar olan Demokrat ve ANAP hükümetleri sırasında başlayan bu saldırılar AKP iktidarları sırasında olanca hızıyla devam etti ve hatta çok daha tehlikeli bir hâl almaya başladı. Son olarak, Türk Kadınının geleneksel örtüsü olan başörtüsüne inat, adını, Fransadan ithal edilen Türbandan alan bazı yasal düzenleme istekleri bundan öncekilerde olduğu gibi Anayasa Mahkemesi'nden döndü.”



Oğuz Kağan,

“Eee, ne güzel işte bunda ne var.”

der gibi bir hareketle temsilcinin devam etmesini istedi. Bu kısa sessizliği fırsata dönüştürmek isteyen bir genç kız birkaç adım öne fırlayarak Oğuz Kağan’a döndü ve;

“Ulu Kağanım; Yapılmak istenen bu yasal düzenlemeler Anayasa Mahkemesi'nden dönüyor ancak Türk Kadınına yakıştırılan rol-model çalışmaları da bütün hızı ile devam ediyor. Cumhurbaşkanı'ndan tutunuz Başbakan ve birçok Bakan'ın hanımları ve kızları sosyal hayatın içinde erkekler kadar aktif değiller. Bu hanımların birçoğu üniversite mezunu olmalarına rağmen iş hayatından kasıtlı olarak uzaklaştırılmaktadırlar. Tüm bu olanlar Türk Kadın profiline etki ederek kadını dört duvar arasına çekmeyi hedeflemektedir. Sonuç olarak toplumun yarısını oluşturan kadınların düşünen beyin olarak erkeği ile birlikte üretime katkı yapmasının önüne geçilmektedir. Zaten asıl yapılmak istenen de budur! Ancak gıpta edilen Batı Uygarlığının, kadının sosyal hayata girmesi sonucu oluştuğu nedense görülmek istenmemektedir.



Genç kızın konuşması mecliste olan herkesi çok etkilemişti ancak Şerife Bacıyı bir başka etkilemişti. Cumhuriyetin kurulmasına gidecek yolu açmak uğruna donarak şehit olmayı yeğleyen bu kahraman Türk Kadını boşuna şehit olmadığını anlamış, yerinde hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.



Nasıl ağlamasındı !

Yüreği ile konuşan bu genç kızda, kendisini ve daha nice Şerife Bacı'ları görmüştü. Genç kıza sarılıp onu doyasıya öpmek için kendisini daha fazla tutamamıştı.



Genç kızın anlattıkları, Oğuz Kağan'a, “Türk kızının, evleneceği erkeği ile ok atışmasını, at üzerinde yarışmasını ve sonuçta Türk Kadınının o dönemlerde en az erkek kadar sosyal hayatın içinde oldukları gerçeğini” hatırlatmış ve bu tezat Oğuz Kağanı ziyadesiyle üzmüştü.



Tüm bu yaşananlar, Türk kadınına Dünyada ilk kez seçme ve seçilme hakkının verilmesini sağlayan Gazi'yi de fazlası ile üzmüş ve bir o kadar da şaşırmasına neden olmuştu. Öyleki, Oğuz Kağan'ın kulağına eğilip;

“Biz Lâik, Sosyal ve Hukuk Devleti olan Üniter Türkiye Cumhuriyetini bunun için mi kurduk !”

demekten kendini alamadı.



Genç kızın, o, yüreği ile yaptığı konuşma ve Şerife Bacı'nın Genç Kıza sarılarak hıçkıra hıçkıra ağlaması Mecliste tam bir sessizlik yaşanmasına yol açmıştı. Ancak bu tablonun neden olduğu herkesin içinde oluşan o fırtınalar dinmek bilmiyor, herkes bir şey yapabilmenin yollarını arıyordu.



Sözü yarım kalan Genç Cumhuriyet temsilcisi hafif bir öksürükle Oğuz Kağan'ın dikkatini çekmiş ve aldığı vücut dili onayı ile konuşmasına devam ediyordu;

“Ulu Kağanım; Anayasaya karşı yapılan düzenlemeler Anayasa Mahkemesi'nden dönmesine dönüyor ancak son yapılanlar hattâ son yapılmak istenenler çok ciddi ve tehlikeli. Anayasamız, Cumhuriyetimizin şeklinin nasıl olduğunu belirten yazılı bir metin ve ilk dört maddesi çok önemli. Öyle ki, Cumhuriyetin yapısı bu maddelerle açıklanıyor. Anayasamız için teminat gördüğümüz Anayasa Mahkemesi Başkanı'nın bu dört maddenin değiştirilebilir olmasına yönelik yaptığı ifadeler dikkate alınmalıdır. Bu çıkışın Cumhuriyetin Üniter ve Lâik yapısına yönelik olduğu ve gerekli tedbirlerin alınmaması halinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne artık Türk Devleti denemeyeceği açıktır..”



Genç Cumhuriyet temsilcisinin bu konuşması salonda ölüm sessizliği oluşmasına yol açmıştı.



Neler oluyordu !

Anayasa Mahkemesi Başkanı adı üzerinde “Anayasa Mahkemesi Başkanı” olmasına rağmen Anayasanın ilk dört maddesinden ne isteniyordu !

Amacı ne olabilirdi, ne ?



Durumun bu denli kötü sonuçlar doğuracak kadar vahim olabileceği ihtimaline kimse inanmak istemiyor Genç Cumhuriyet temsilcisinin olayı abartabileceği düşünülüyordu.



Oğuz Kağan oluşan bu olumsuz havayı dağıtmak ve durumu daha iyi kavramak adına Genç Cumhuriyet Temsilcine dönerek;

“Çocuk, Yasal düzenlemelerin Anayasa Mahkemesi'nden dönebildiğini söyledin. Peki. Anayasa Mahkemesi'nin, sözünü ettiğin ilk dört maddenin değiştirilmesi isteğine karşı Cumhuriyet'in herhangi bir koruması yok mudur ?”



Bu soruya karşı Gazi söz almak istedi ve;

“Kağanım, izin verirseniz bu soruya ben cevap vereyim ve iletmek istediğim çare olabilecek mesajımı da vermiş olayım. Ancak önce şu soruma cevap vermelisin”

diyerek Genç Cumhuriyetçiler grubunun temsilcisine döndü ve

“MGK'da bu konunun konuşulup konuşulmadığı açıklandı mı ?”



“Hayır Paşam.”

Dedi temsilci.

Bu cevap üzerine Gazi konuşmasına devam etti;

“Böylesi bir çıkış telafi edilemeyecek zararlar doğurur. Dolayısı ile MGK'nın gerekli aksiyonu almış olabileceği ihtimalini yüksek görürüm. Ancak bu konuda gerekli tedbirler alınmamış olursa Bursa konuşmasını biz niye yaptık ! İşte o zaman tedbir budur !”



Ancak Gazinin son cümlesini söylerken yaptığı vurgu

“Ah, dünyaya bir daha dönebilsem !”

isteğini yeterince anlatır tarzda idi.



Oğuz Kağan Gazi'nin ne demek istediğini tam olarak anlamak için şu soruyu sordu;

“Biriniz Anayasanın ilk dört maddesi ile Gazi'nin şu Bursa konuşmasını bana söylesin !”



Genç Cumhuriyetçiler grubunun temsilcisi söz alarak cevap vermeye çalıştı;

“Bu ilk dört madde değiştirilmek istenen maddelerdir ve şunlardır;



MADDE 1. – Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.



MADDE 2. – Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.



MADDE 3. – Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.
Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır.
Millî marşı “İstiklâl Marşı”dır. Başkenti Ankara’dır.



MADDE 4. – Anayasanın 1'inci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile, 2'nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3'üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.”



Anayasa ile ilgili cevabın verilmiş olabileceğini düşünen Şerife Bacı, Oğuz Kağan ve Gazi'ye dönerek;

“Mustafa Kemâl ATATÜRK'ümün Bursa konuşmasındaki önemli detayı ben açıklamak istiyorum.”

Dedi ve devam etti;

“Türk Genci, devrimlerin ve Cumhuriyet'in sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.”



Mecliste olan herkes son derece heyecanlanmış, mutlaka bir şeyler yapma isteği içinde olmalarına rağmen bir şey yapamamanın ezikliğini yaşıyorlardı.



Gerekiyor ise canlarını tekrar vermeye hazır durumda idiler ama şimdi mümkün değildi. Şimdi yapabilecekleri tek şey gerçekten olmasını dileyebilecekleri duayı etmekti!



Herkes bu durumun farkında olarak Oğuz Kağan'ın asırlar öncesinde yaptığı duanın son bölümünü sanki söz birliği yapmışcasına hep birlikte haykırdılar;

“Acunu Yaratan Yüce Tanrı!

TÜRK’e insaniyetten evvel TÜRK milletini düşündür. İnsanların insaniyet dedikleri şey, göz boyamak için icat edilmiş bir boyadır. İnsaniyet maskesi taşıyan öyle milletler vardır ki maskelerinin altında canavarlar yaşar. İnsaniyeti gören olmadı.

TANRI;

TÜRK’e sağlam, sürekli irade ver! Güçlüklerde, sabrını, tahammülünü aynı zamanda gayretini arttır! Ona esas seciye olarak vazife muhabbeti ve mesuliyet duygusu ver! Mesuliyeti TÜRK yurdundan eksik etme! En büyük kuvvetin TÜRKLÜK aşkı olduğunu TÜRK’e öğret!

TANRI;

TÜRKÇE konuşulan, TÜRK’e yurtluk etmiş olan yerleri kıyamete kadar TÜRK’ün hükmü altında bırak!”

Ancak Genç Cumhuriyetçiler için bu yeterli değildi. Meclisi son olarak terk ederken Şerife Bacının heyecanla söylediği Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’e ait sözleri tekrarlıyorlardı;

“Türk Genci, devrimlerin ve Cumhuriyet'in sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.”

24 Kasım 2008 Pazartesi

ADINI DEĞİŞTİR MÜNKİR!

ADINI DEĞİŞTİR

GAKKOŞ
ayrıntıları görüntüle 18 Kas (7 gün önce) Yanıtla


Münkir!
Çok ahlakçı görünüyor. Dindar, inancı bütün, Allah'tan korkar, Peygamber'e saygılı geçiniyor.

Benliğini köreltmiş!

Egosunu öldürmüş.

Dünya nimetlerinden elini eteğini çekmiş, maneviyat limanına demirlemiş pis-arsız-kirli emellerden sıyrılmış, zevkinin köpeği olmaktan kendini kurtarmış!

Görüntüsü buydu.

Yazıları böyleydi.

14 yaşındaki kız çocuğunun annesini telefonla arayıp "Kız ne yapıyor?" diye sorarken hiç Allah'tan korkmadı. Anneden "Kız hasta..." cevabını aldığında "İnşallah aybaşı hali değildir" diyerek pis-arsız-kirli emellerini açığa vururken de Peygamber'den utanmadı. Yazılarında sığındığı maneviyat limanı hiç aklına gelmedi.

Kendinden geçiyordu.

Maskesini indiriyor.

Örtüsünü kaldırıyor.

Gerçek kimliğine bürünüyordu. Vicdanını kilitlemek, Allah'a inancını mühürlemek, torunu yaşındaki kıza elle, avuçla, ağızla, dudakla, gözle, salyayla tecavüze yeltenmekten pis nefsini kurtaramıyordu. Tarifsiz zevkler aldığı sapıklığını frenleyemiyordu.

***



76 yaşına gelmişti. Evliydi. Eşinin başı türbanlıydı. Çok dindar, geleneklere bağlı, aile kurumuna saygılı diye biliniyorlardı . Yazıları da bu fotoğrafı destekliyordu fakat 14'ünde, torunu yaşındaki kıza telefonda "Bugün gelecektim, öyle hasta olduğuna göre niye geleyim oraya kadar... Hele iyileş de öbür hafta şey ederiz..." diyebilen nüksedici şehvetçilikten kopamıyordu.

Şehvet sapıklığı!

İrsiyetten de gelebilir.

Çevreden de bulaşabilir.

Hangi nedenle olursa olsun, toplumun sağlığı açısından "hapishanelerde ya da tımarhanelerde tutulması" gerekirken salıverdiler. Adli Tıp Kurumu'nun 6 doktoru "bilirkişi raporu" hazırlayıp, "14 yaşındaki kızın ruh ve beden sağlığı bozulmamıştır" diye yazdılar.

40 günde çıktı rapor!

Rekor hız!

Aynı kurumun "İskenderun'da 18 yaşından küçük iki genç kızın tecavüze uğrayıp uğramadığına yönelik nihai raporu hazırlaması" yaklaşık 4 yıl sürmüştü.

***



Gizli bir güç mü var?

Emredici!

Rica edici!

Yakınımızdır deyici!

Böyle bir güç yoksa İskenderun'da benzer bir dava için ancak 4 yılda (1460 gün eder) bilirkişi raporu verebilen Adli Tıp Kurumu, söz konusu tanıdık olunca 40 günde raporu çıkartabiliyor. 76 yaşındaki münkirin (imansız, Allah'ın yolunu ve Peygamberin öğütlerini zevki için unutan kişi) alacağı ceza da Adli Tıp Kurumu'nun bu "jet tarife raporu" ile neredeyse üçte bire iniyor.

Onu salıverdiler.

TV'lere çıkıyor.

Pis pis konuşuyor.

Utanmazca söyleşiyor.

Kıza evlenme teklif ediyor.

Çürümüş bunlar!


ADLİ TIP RAPORUNDA ZAVALLI KIZIN RUH VE BEDEN SAĞLIĞININ BOZULMADIĞI YÖNÜNDE İMZA VEREN 6 TIP DOKTORU UTANMAZLAR ŞUNLAR:

DR. CEMAL YALÇIN ERGEZER
DR. YASEMİN ÇAKMAK
DR.GÖKHAN ERİŞ
PROF. DR.SEYFETTİN ULUDAĞ
DOÇ.DR. GÜLGÜN ERGİN
PROF.DR. HAMDİ ÖZKARA

Türk Ordusunun Subaylarına Hakaret Eden Bugün Gazetesi Köşe Yazarı Nuh Gönültaş'a Anlamlı Bir Cevap

Fwd: Nuh Gönültaş'a mektup
Nuh Gönültaş'a yazdığım e postanın bir örneği aşağıdadır.

Sayın Nuh Gönültaş;
Bugün Gazetesi Köşe Yazarı


07.06.2007 tarihinden bu yana en dikkatli takip ettiğim köşe yazarlarından birisiniz. Takip etmemin nedeni, bir lise kompozisyon sınavından zar zor geçer not alabilecek yazılarınızdaki üsluba duyduğum hayranlık değil… O gün, "Erlerimiz savaşıyor, subaylarımız nerede?" başlıklı bir yazı yazmıştınız..Ve yazınızda "Muharebe subay işidir. Ama erler savaştırılıyor, yedek subaylar savaştırılıyor. PKK ile mücadelede subaylarımız nerede?" demek gafletinde bulunmuştunuz… "Subaylarımız neden şehit olmuyor?" terbiyesizliğinin kibarcasıydı bu.. Oysa, yazıyı kaleme aldığınız tarihte, Üsteğmen Muhammed Ali DEMİR'in (04.05.2007) ve Teğmen Halil Demirörs'ün (15.05.2007) şehadetlerinin üzerinden henüz bir ay geçmemişti…

Yazınızın aldığı tepkiler üzerine bir süre ortadan kaybolmayı tercih ettiniz…Yazınızın yayınlanmasından 3 gün sonra, 10.06.2007 günü Binbaşı Ramazan Armutçuoğlu, ertesi gün de (11.06.2007) Yarbay Melih Gülova şahadet şerbetini içince, sizden bir özür yazısı bekledim… Yazmadınız… 14.06.2007 günü Binbaşı Murat Özyalçın şehit oldu, yine özür dilemediniz. Yazınızı takibeden bir hafta içerisinde 3 Subay şehit olunca, Cemaatinizden kalemler bile (Örneğin Hüseyin Gülerce) sizi sert bir şekilde eleştirmek zorunda kaldılar… Siz de, zevahiri kurtarmak için "Ben, Şehit Yüzbaşı Barlas Gültepe'nin askeriydim!" başlıklı sade suya tirit kabilinden bir yazı yazdınız. Bu yazınızda; "Bu satırların yazarı teğmen rütbesinden albayına kadar vatan savunması uğruna şehit olan yüzlerce subayı isim isim bilir. Çekiç Güç'ün düşürdüğü helikopterde şehit olan subaylardan Yüzbaşı Barlas Gültepe benim komutanımdı. Terör üzerine bu kadar çok yazı yazmamda; şehit bir komutanın askeri olmam da etkili oldu." Cümleleriyle ilk yazınızı tevil etmeye çalışsanız da, özür dilemediniz…Hatta bu yazınızda, kendi provokasyonunuzu gözardı edip, size karşı provokasyon yapıldığını iddia edebilecek kadar geniş bir hayal gücü örneği sergilediniz.

O tarihten sonra Her subayımız şehit olduğunda sizden özür yazısı bekledim.. Gelmedi… Ben de her subayımızın şahadetinden sonra sizin kulaklarınızı çınlattım… İnanıyorum ki yalnız ben değil, her subayımızın şehadetinde , onbinlerce duyarlı Türk, kulağınızı çınlatmıştır…

07.06.2007 tarihinden sonra şehit olan subaylarımızdan hatırlayabildiklerimin isimlerini sıralayarak, onlara bir fatiha göndereyim, sizin de kulaklarınızı bir kez daha çınlatayım;

10.06.2007 Binbaşı Ramazan Armutçuoğlu, 11.06.2007 Yarbay Melih Gülova , 14.06.2007 Binbaşı Murat Özyalçın, 06.08.2007 Üsteğmen Çağlar Canbaz, 09.Kas.07 Teğmen Muzaffer Gümüş, 15.Kas.07 Üsteğmen Gökhan Yavuz, 04.12.2007 Yüzbaşı Sinan Eroğlu, 24.02.2008 Üsteğmen Serkan Çakal, 01.04.2008 Yüzbaşı Hasan Tatıl, 24.04.2008 Binbaşı Ercüment Türkmen, 03.06.2008 Binbaşı Fikret Aksungur, 21.07.2008 Üsteğmen Serkan Gencer, 11.08.2008 Yarbay Mikdat Şamdancı, 07.09.2008 Üsteğmen Murat Ergül

Özür dilemek bir yana; yazılarınız gün geçtikçe daha da radikalleşti…. Kaleminiz, konu Türk Silahlı Kuvvetleri, yargı, bürokrasi ve siyasi muhalefet olunca alabildiğince keskinleşiyordu…. Anlaşılan siz de ,Türkiye'de; Türk'e Türklüğe, Türk Devletrine ve Türk Ordusuna saldırdıkça popülerleşildiğini, önünüze her kapının açıldığını fark ettiniz… Böyle giderseniz, mesela, "PKK ile savaşırken Niye hiç general ölmüyor" diye tamamlayıcı bir yazı da yazarsanız, size ait olduğunuz TARAF'ta yüksek ücretli bir iş verilir…Çongar'dan, Altan'dan ne eksiğiniz var…O da olmazsa AB Fonlarından nemalandırılırsınız…. Ama o kadar umutlanmayın, bana kalırsa Hoca Efendiden alacağınız bir aferinden başka bir şey düşmez size…Hoca Efendinin gazetelerinden birinde köşe yazarlığına devam etmeyi garantilemek de az şey değildir hani…

Bugün Şehit Binbaşı Süleyman CAN'ın cenaze namazındaydım… İmam "Er Kişi Niyetine" deyince "hem de ne er kişi" diye geçirdim içinden …

Nuh Bey, o musalla taşına konduğunuzda, sizin için "gerçekten er kişiydi" diyen çıkacak mı acaba…

3 gündür ağlıyorum Sayın Gönlütaş… Binbaşı Süleyman Can'ın şehadeti beni çok etkiledi… Hele oğlu ONUR'un o dik duruşu… "Bir Süleyman Gider Bin Süleyman Gelir" deyişi… Süleyman Binbaşı'nın yaşarken de bir ONUR'u vardı, uçmağa giderken de…

Sahi, sizin "ONUR"unuz var mı Nuh GÖNLÜTAŞ?

Dün bir haber daha geçti ajanslar… Lice'de PKK'liların bastığı karakolda en ön safta çarpışan karakol komutanı Üsteğmen de yaralanmış…

Yani neymiş?
Türk Subayları askerinin önünde yiğitçe çarpışıyorlarmış…
Sizin iddialarınız, Türk Ordusunu Asker/Subay diye bölmeye yönelik iftiraymış…
Siz bilerek veya bilmeyerek, bazı kesimlerin gündeme getirmek istedikleri bir ihanet planı olan "Vicdani Ret" müessesenin, taban ve taraftar bulmasına katkıda bulunuyormuşsunuz…

Hâlâ Türk Milletinden, Türk Ordusundan, Türk Subaylarından özür dilemeyecek misiniz ?

Siz özür dileseniz de dilemeseniz de Türk Subayları "ONUR"larıyla hatırlanacaklar?

Ya siz?...


Fazlı KÖKSAL

23 Kasım 2008 Pazar

İKİNCİ ÜZMEZ OLAYININ SANIĞI YARGI ÖNÜNDE

<>[DipDalgasi:4585]<> TECAVUZCU ENSAR VAKFI BASKANI - IKINCI UZMEZ OLAYININ SANIGI YARGI ONUNDE
22 Kasım 2008 Cumartesi, 12:11
Kimden:
"Naci Kaptan"



IKINCI UZMEZ OLAYININ SANIGI YARGI ONUNDE

Türkiye genelinde 30 şubesi bulunan Ensar Vakfı'nın Çorum Şube Başkanı olan ve bir lisede Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenliği yapan 2 çocuk babası Zekai İşler iki kıza tecavüz ettiği gerekçesiyle tutuklandı.

Konunun ne oldugunu bir hatirlayalim ;


Vakıf kursunda tecavüz şoku!
Vakıf kursunda
tecavüz şoku!

08 Ağustos 2008 Cuma

Çorum'da faaliyet gösteren Ensar Vakfı'ndaki rezalet yaz kursuna devam eden 15 yaşındaki 2 kıza tecavüz edilmiş!
Ensar Vakfı'nın yaz kurslarına devam eden kızlardan 2'si hocanın tecavüzüne uğradı. Kızlardan biri hamile!

Çorum'da faaliyet gösteren Ensar Vakfı'ndaki skandal, yaz kursuna devam eden 15 yaşındaki 2 kızın, yaşadıkları olayı ailelerine anlatmasıyla patladı. Ö..Y. ve E.G. isimli kızların imamlık yapan babaları olayı duyar duymaz karakola koştu.

Vakıf Başkanı
Kızlar karakolda da, bir lisede Din Kültürü öğretmenliği yapan Ensar Vakfı Çorum Şube Başkanı Z. İ.'nin kendilerine tecavüz ettiğini anlattı. Muayeneye giden kızların gerçekten tecavüze uğradıkları ve birinin 3.5 aylık hamile olduğu belirlendi.

Ahlaki yazılar
Polis tarafından gözaltına alınan evli ve 2 çocuk babası Z. İ. sevk edildiği mahkemece tutuklanarak Çorum L Tipi cezaevine gönderildi. Ahlaksız hocanın, Çorum'daki yerel gazetelere din ve ahlaki konular hakkında yazılar yazdığı öğrenildi.


****


Türkiye genelinde 30 şubesi bulunan Ensar Vakfı'nın Çorum Şube Başkanı olan ve bir lisede Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenliği yapan 2 çocuk babası Zekai İşler iki kıza tecavüz ettiği gerekçesiyle tutuklandı.

Türkiye genelinde 30 şubesi bulunan Ensar Vakfı'nın Çorum Şube Başkanı olan ve bir lisede Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenliği yapan 2 çocuk babası Zekai İşler (45) iki kıza tecavüz ettiği gerekçesiyle tutuklandı.

Olay, Kuran eğitimi almak için vakfa giden kızların, yaşadıkları olayı ailelerine anlatmasıyla ortaya çıktı. 16 yaşındaki Ö.Y., 3,5 aylık hamile olduğunu ve kendisine İşler'in tecavüz ettiğini söyledi. Yine vakfa Kur'an eğitimi için giden 15 yaşındaki E.G. de İşler'in tacizine uğradığı iddiasıyla ailesiyle birlikte savcılığa başvurdu. Şikâyet üzerine harekete geçen Çorum Emniyeti Ahlak Büro Ekipleri, Zekai İşler'i gözaltına aldı. Yerel gazetelerde İslam üzerine yazılar da yazan İşler, çıkarıldığı mahkemece tutuklanarak Çorum L Tipi cezaevine gönderildi. İşler'in cinsel saldırılarına maruz kalan kızların, her ikisinin babasının da kentte görevli imamlar olduğu ortaya çıktı. Her yıl yüzlerce kız öğrencinin dini eğitim görmek amacıyla gittiği vakıfta yaşanan tecavüz olayı ise aileler arasında şok etkisi yarattı.*2*



*****

ÇORUM ENSAR VAKFI BAŞKANI YARGILANDI

Sezai İşler: Porno filmler oğluma ait

SEYFETTİN METE

ÇORUM - Küçük yaştaki üç kız çocuğuna taciz ve tecavüz iddiasıyla yargılanan Ensar Vakfı Çorum Şube Başkanı Sezai İşler önceki gün ilk kez hâkim karşısına çıktı. İşler, iddiaları reddederken, mağdur aileleri, İşler'in çocukları kucağına alarak porno film izlettiğini ve çok sayıda mağdur olduğunu ileri sürdü. Ailelerden biri ise şikâyetini geri aldı.

Çorum'da, 15 yaşında 2 kız çocuğunu taciz ettiği ve 18 yaşından büyük başka bir kızı ise hamile bıraktığı iddiası ile tutuklanan Ensar Vakfı Çorum Şube Başkanı ve Mehmetçik Lisesi Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni Zekai İşler'in yargılamasına Çorum Asliye Ceza Mahkemesi'nde başlandı. Duruşmada, İşler, mağdurlar Emine G. (15) ve Emine Y. (15), aileleri ve tarafların avukatları hazır bulundu. İşler'in avukatı Kenan Yaşar, mahkeme heyetinden duruşmanın gizli yapılmasını istedi ancak talebi reddedildi. Sorgusu yapılan İşler, hakkındaki iddiaları yalanladı. İşler, vakıfta kız öğrencilere porno izlettiği iddialarının sorulması üzerine dizüstü bilgisayarındaki görüntülerin oğluna ait olduğunu söyledi.

İşler'in ardından mağdur Emine Y.'nin imam olan babası K.Y. ve annesi Z.Y. dinlendi. Aile iddialarında ısrar ederken, daha önce İşler'den şikâyetçi olan mağdurlardan E.G'nin imam olan babası M.G. ise polislerin ifadesini kasıtlı yazdığını ileri sürerek şikâyetini geri aldı. Mahkeme heyeti, İşler'in tutukluluk halinin devamına karar vererek duruşmayı 19 Aralık'a erteledi.

Cumhuriyet 22.11.2008

21 Kasım 2008 Cuma

BU CHP ATATÜRK'ÜN PARTİSİ OLAMAZ

BU CHP ATATÜRK’ÜN PARTİSİ OLAMAZ ORHAN SELEN

Hürriyet yazarı Bekir Coşkun ara sıra “CE HA PES” diye yazar.
Artık bundan sonra tek “pes” le yetinmez.
Ya da “peeeeeeeeeeeeeeessssssssss” diye uzatır.
Bence PESTİL desin.
Atatürk ilkelerini çiğneye çiğneye pestile çevirdiler.
Atatürk karşıtları bile bu kadarını başaramazdı.
CHP, çarşafı kaldıran partiydi.
Şimdi çarşafla açılım sağlamaya çalışıyor.
Çarşaf ve açılım, nasıl oluyorsa ?
Çarşaf kapanmak için kullanılır.
Çok abartılı biçimde ve karalara bürünerek kapanma.
Kara çarşaflılar bana cehennem zebanilerini çağrıştırır.
Bu zebani denen yaratığı hiç gören yoktur ama tanımını yapsa kara çarşaf giydirirdi.
Kara çarşaf ya da burka İslami bir giysi değildir.
Beyinlerini örümcek ağları kaplamış, kara vicdanlı, bulanık düşünceli, yarım akıllı erkeklerin kadınlara bir dayatmasıdır.
Kadını toplumsal yaşamın içinden çıkartarak, alınır-satılır mal haline getirmek için kullanılan bir araçtır.
Atatürk kadını kara çarşaftan ve kafes arkasından çıkartarak toplumun aktif bireyi haline getirmiştir.
Ondan önce II.Abdülhamit ilk kız okullarını açarak kadını tutsaklıktan kurtarma adımını atmıştı.
1950 ve 1960 lı yılları hatırlıyorum.
Eyüp ve Fatih’de çarşaflı kadın yoktu.
Türkiye’de gericiliğin temel atma törenini düzenleyen Demokrat Parti döneminde bile çarşaf giyen kadın az görülürdü.
21.yüzyılın yolarında giderken Cumhuriyeti kurmuş, büyük Türk devrimine ev sahipliği ve önderlik yapmış, Mustafa Kemal’in kurduğu CHP açılım yapıyor.
Açılım yapacak onlarca konu varken tutuyor kara çarşafı seçiyor.
70 yaşın verdiği bellek yitiminden olmalı ki, kara çarşaflıların çoğunluğunun AKP’yi bile desteklemediklerini Baykal göremiyor.
Kara çarşaflılara parti rozeti takmak dindara saygılı olduğunu göstermek değildir.
Din bezirganlarına, kadın düşmanlarına prim vermektir.
Bu işi AKP yapabilir, MHP de yapabilir, Saadet Partisi gözü kapalı yapar fakat CHP yaparsa işte buna uzun bir peeeeeessss çekmek yetmez.
CHP elinde oyuncak ettiği laikliği pestile çevirmiştir.
Artık dönüşü olmayan bir yola girdiler.
Açılım yapmak yetmez.
İyice açılmak gerekir.
Her ne kadar çarşaf kapanmak için kullanılırsa da, açılım yarım bırakılamaz.
Takkeli şalvarlı veya entarili, çember sakallılar da açılımın içine alınmalıdır.
Kara çarşafın özgürlüğü önemlidir.
Kadının özgürlüğü diye bir kavram varsa da, pek önemli değildir.
CHP kara çarşaflı kadınların desteğine ihtiyaç duymuştur.
Arz- talep kuralı gereği, kara çarşaflıya talep doğmuştur.
Atatürk’ün partisi diye ortalıkta boy gösteren CHP, kurucusunun kemiklerini sızlatmak pahasına Baykalizmin dikenli yollarını seçmiştir.
Baykal ve Baykalistler daha iyi bilirler ama yaptıkları yetersizdir.
Açılım dedin mi tam yapılmalı.
İki tane kara çarşaflıya parti rozeti takmak yetmez.
Karayalçın’ın adaylığı derhal iptal edilerek Ankara’ya “kara çarşaflı “ bir belediye başkan adayı bulunmalıdır.
Kara çarşaflı yoğunluğu olan il ve ilçelere de aynı nitelikte birer aday bulundu mu, meydana gelecek oy patlaması CHP’yi uçurur, uçurur……
Öyle bir uçurur ki, kimse bir daha CHP’yi göremez.
Uçaaaaaaaaaar ufukta kaybolur gider.
Hayırlı açılımlar ve güzel uçuşlar……….

18 Kasım 2008 Salı

ATATÜRK ADINDA BİR ADAM...

ATATÜRK ADINDA BİR ADAM...
Babamız ATATÜRK üyelerine

Münür Öztürk
Arkadaş Olarak Ekle
16 Kasım, 11:15
Yanıtla
ATATÜRK ADINDA BİR ADAM...

Beni anlatan bir film yapmışsın .
Kızgınım, utanç içindeyim.
Sana değildir kızgınlığım.
Filmdeki Mustafa'dan da utanmış değilim.
Başaramamışım, bundandır utancım.
Komutam altında, bu vatan için kanını akıtan
Türk askerlerinden utandım.
"Özgürlük" demiştim,benim karakterimdir..
"Bilim" demiştim, tek yol göstericidir.
Sen, "Karanlıktan korkardı" demişsin benim için.
Korkardım evet.
Bu ulusu boğmak isteyen karanlıklardan çok korktum.
Ama insaf be çocuk, korkup da kaçmadım ya.
Söküp atmadım mı o karanlığı bu ülkenin üzerinden?

DAĞDA ÜÇ BEŞ DOMUZ SÜRÜSÜ


Dağda üç Beş domuz Sürüsü

Tutturmuş Bir Kürdistan Türküsü

Eline Almış Bayrak Diye Bir Masa örtüsü

Satsan Beş Para Etmez Ne Dirisi Ne De ölüsü

Soyu Soysuz Olan Sensin Toprak Senin Neyine

İte itlik Yapıp Kafa Tutma Beyine

Anlasa Dediğimi Sokaktaki Köpek Ağlar Haline

Duy Ulan Soysuz Ne Mutlu Türk'üm Diyene!!!





Arkadaşlar... O kansız soysuzlara ulaşıncaya kadar gönderin bu maili herkese. Bilsinler bu ülkenin sahipsiz olmadığını...

Tabi sen bu ülkenin sahibi olduğunu hissedersen...

16 Kasım 2008 Pazar

DÜNYA DEVRİME HAMİLE, DOĞUM SEZARYEN İLE...

Date: Sun, 16 Nov 2008 22:56:30 +0200
From: bulentesinoglu@gmail.com
Subject: cumhuriyetinneferleri Dünya devrime hamile, doğum sezeyan ile..



Dünya Devrime Hamile, Doğum Sezaryen ile…

Bülent Esinoğlu

Dünya ekonomisinin %85 ini oluşturan yirmi ülkenin devlet başkanları veya başbakanları Washington'da bir araya geldi.

Dünya ekonomik krizine güya çare arayacaklardı.

Sorunu doğru tanımlamadılar ki, çare bulsunlar. Ortada bir sorun olduğuna göre önce o sorunu doğru tanımlamak gerekmez mi?

Sorunu biz herkesin anlayacağı şekilde tanımlayalım. Sorun yöneten zenginler ile yönetilen fakirler arasındadır. Yöneten zenginler sömürüyü öyle derinleştirmişlerdir ki, sömürülenlerin alım gücü kalmamıştır.

Bu cümleyi yağmacı kapitalizmin ekonomistlerinin terminolojisi ile söylersek; talep daralması dememiz gerekir. Talep'in neden daraldığını yöneten zenginler çok iyi bilirler. Fakirliğin istismarını çok iyi yaparlar ama çaresini hiç aramazlar. Çare onların ellerinde biriken varlıklardır. Afrikalı için terkos suyu yoktur. Beyler altın tastan su içerler. Onlar zenginliği paylaşmazlar. Ötekiler fakirliği paylaşırlar.

Fakir çoğalır. Zengin de çoğalır. Bu krizden önce zengin sayısı hiç olmadığı kadar artmıştı. Bizde bile 42 dolar milyarderi olmuştur.

Zenginin sayısı birden ikiye çıkarken, fakirin sayısı birden bine çıkmaktadır. Fakir sayısı artar, öyle bir an gelir ki, çalışanlar alış veriş edemez hale gelir. İşte kriz buna denir. Bir sürü laf salatasının içinde olmayan gerçek budur.

Marks, Kapital'de bu krizlerin on yılda bir geleceğini söylemiştir. Ancak sömürü derinleşirse, yani fakir sayısı hızlı artarsa, krizlerin arası sıklaşır.

Sürdürülen emperyalizme süper emperyalizm değişimiz bundandır.

Washington'da toplananlar, şu kararı almışlardır. "Şimdiye kadar ne yapıyorsak, aynısını yapmaya devam edeceğiz."

Zaten başka bir karar da alamazlardı. Çünkü alacakları her doğru karar kendi servetlerinin bir kısmından vazgeçmeyi gerektirecekti.

IMF'ye daha çok yetki verilmesine karar vermişler. Bunun manası; emperyalizmin daha da merkezileşmesidir. Başka bir değişle, zenginlere daha fazla servet aktarımına devam etme anlamını taşır.

Bu karar Türkiye için felaket anlamını gelir. Daha fazla yetki ile donatılmış bir İMF, daha fazla sömürü, daha az bağımsızlık demektir.

Bu dünya bu sıkleti kaldırmaz.

Dünya devrime hamiledir. Doğum sezaryen ile olacaktır.

2008-11-16, bulentesinoglu@gmail.com

EŞKİYA PİYASADA HÜKÜMRAN

EŞKİYA PİYASADA HÜKÜMRAN ORHAN SELEN
Bir kaç ay önce petrolün varil fiyatı 160 dolara vurmuştu.
Dünyadaki petrol üreticileri ve aracılarından vurgunlarını şimdilik tamamladıktan sonra fiyatlar inişe geçti.
Buna iniş denemez.
Taş gibi düştü.
Bu gün bir varil petrol 57 dolar.
Daha da aşağı düşmesi bekleniyor..
Bu düşüş dünyadaki akaryakıt pompa fiyatlarını da etkiledi.
Birçok yerde benzin fiyatları % 50 ye kadar düşürüldü.
Bu genel gidişe Türkiye’de uyulmuyor.
Dünyada petrol fiyatları hızla yükselirken tazı gibi fiyat arttıran akaryakıt dağıtıcıları düşüşte kaplumbağa kadar yavaşlar..
Kuruş kuruş indirim yapılıyor.
Fiyat denetimi belediyelerin elinden alındı.
Bu konuda yetkili başka kurum da bulunmuyor.
Devlet devreden çıkmış durumda.
Piyasanın çakalları ile halk karşı karşıya kaldılar.
Örgütlü ve sistemli biçimde halk soyuluyor.
Akaryakıt fiyatlarındaki rezilce oyunun sadece araç sahiplerini etkilediği düşünülmesin
Halk ekmekten suya, ulaşımdan sebzeye ustaca soyuluyor.
Akaryakıt fiyatları çıktığı hızla indirilse tüm piyasa etkilenecek.
Önce ulaşımda indirim yapılacak.
Petrol fiyatlarındaki artışların girdilerini arttırdığı ekmeğe zam yapanlar geri adım atacak.
Sebze ve meyve fiyatlarında ucuzlama olacak.
Bunlar piyasalarda rahatlama yaratır.
İktidarın orta sınıfı yoksullaştırmaya yönelik çabaları durma noktasına gelir.
Ancak akaryakıt fiyatlarındaki ağır aksak indirim soygunun sürmesini sağlıyor.
Anayasamızda “sosyal hukuk devleti” kavramının ne anlama geldiğini kimse açıklayamadığı için halkı soymak da bir anayasal hak halini alıyor.
Siyasetçiler kendi çıkarları dışında başka konularla ancak teğet geçtiklerinden onlardan halkın yararına girişimler beklemek hayaldir.
Nedir ki, birkaç tüketici örgütünün fazla duyulmayan sesleri dışında halktan da tepki gelmiyor.
Toplum bilincine ulaşılmış olsa bugünlerde Türkiye’de yer gök inlerdi.
İktidar halkla dalga geçiyor.
Piyasayı ellerinde tutanlar halkla alay ediyor.
Haksız kazanç almış yürümüş.
Küresel kriz yerel kerizleme halini almış.
Halkımızın sesi çıkmıyor.
Ülkenin düşünen beyni, yükselen sesi olması gereken üniversiteler tiyatroda oyun izler gibi sessizliklerini koruyorlar.
12 Eylül darbesinin amacı akan kanı durdurmak değil halkı sindirmek ve susturmaktı.
Başarıya ulaşılmış.
Yoksullaştırılan halk dilencileştiriliyor.
İşsizlik giderek artıyor ama çeşitli alanlarda işçi de bulunamıyor.
Yiyecek paketleri, kömür torbaları ile insanlar tembelliğe de alıştırılıyor.
Bu gidişle ortada soyulacak halk kalmayacak.
O zaman piyasa eşkiyaları kimi soyacaklar?
Devleti unuttuğum sanılmasın.
Ortada halk kalmayınca devlette kalmaz.
Halkımız tehlikeyi fark edemediyse bunu adı uyku değildir.
Ölümdür.. Ölüm…

13 Kasım 2008 Perşembe

ŞİİRLERİM

BU VATAN’DA YİĞİT OLMAK DA VARMIŞ




Üçyüzaltmışbeş gün
ikiye katlandı bugün
Uğur Ağabeyi kalbimize gömeli
Dinmiyor sızısı yüreğimizin.

Bu Vatan’da yiğit olmak da varmış
Kahpe bombalara hedef olanda
Kurşunla öldüremedikleri yiğidimi
Bombayla paramparça edince sanki
Yok edeceklerini sandılar Uğur’umun Yüreğini…

O yürek ki, Vatan’la beraber çarpan
O yürek ki, durmamacasına ağlayan
O yürek ki, altmışbeş milyona varan
Yiğidim, aslanım yatıyor toprağında
Vatan!, kahrolasıca kahpeliklere karşı
Yiğidimi aldı aziz koynuna.

Yiğidimin ağıdı yüzyıllarca sürse de
Unutmaz seni halkım, yiğit Uğur’um.

Ankara, 24 Ocak 1995
M. Nihat ÖZGÜR

-------------------------------------------&-------------------------------------


İZMİR’DE ÖZLEM


İzmir’de gün batımı,
Akdeniz mavisiyle buluşan
Martıların çığlıklarında
Ruzgârların serinliğinde
Ufukta kaybolan gemilerin
Özlemleri dile getirişi gibi
Kordon boyunda beklerken seni
Dalmışım sevgilim özleminden
Siyah gözlerinin derinliğinde
Yelken açmışım bir gemi gibi
Pupa yelken…



M. Nihat ÖZGÜR 13.12.1988
İZMİR ÖZLEMİ


İnanır mısın ey dost!
Zulmün denize döküldüğü bu kentin
Mavi sularında
İzmir’e ilk ulaşan Mehmetçik’in
Rûyasını görüyorum.

Öyküsünü küçüklüğümden bildiğim
Zafer türkülerinin coşkunluğunda
Limana doğru giden yolda
Elinde mavzeriyle
Mehmetçik’in
İlk Kurşun Anıtı’nı…


M. Nihat ÖZGÜR 13.12.1998

-------------------------------------------&------------------------------------

ANTALYA’DA SABAH

Bir gün
Gönlünce yaşamak istersen eğer
Akdeniz’in parlak güneşinde
Sıcaklığında kumsallarının
Serinliğinde mavi sularının
Özlemlerinle coşan kalbimde aşkın
Siyah gözlerinin derinliğindeki sevginle
Bekliyorum sevgilim hasretinle,
Antalya sabahlarında
Baş başa Yat Limanı’nda…

M. Nihat ÖZGÜR 11 Ekim 1989


----------------------------------------&---------------------------------------


Bugün yine gördüm uzaktan
gönlümün güneşini,
Yüreğimi ısıtan o tatlı bakışlarını…
Sanki farkında değil
Aşkımın ruzgârının,
Tatlı bir rûya gibi
Gönlümdeki sevdanın…

M. Nihat ÖZGÜR 3 Kasım 1989

KURUMSALLAŞMAYI GELİŞTİRMEK YERİNE İÇİNİ BOŞALTMA

Kurumsallaşmayı Geliştirmek Yerine İçini Boşaltma

Bülent Esinoğlu

Çağdaş yönetimlerde kurumsallaşma kurumun başarısı için önemli ve gereklidir. Şirketler için güven kazanma kurumsallaşmadan geçer.

Özelleştirmelerin başladığı yıllarda KİT’lerin başına öyle genel müdürler atadılar ki; adam daha işe başlamadan o kurumu satmanın yolunu arıyordu. Eğer bunu yapamayacak bir durum olursa, bu sefer de kurumun içini boşaltırlardı. Kurumu işlevsizleştirerek kurumu boşaltmış olurlardı. Öyle yönetmelik ve tüzükler hazırlarlardı ki, bir nevi satışı gerçekleştirmiş olurlardı.

Satılanlar zaten herkesin gözünün içine baka baka satılmıştı. Sözünü ettiklerim üretim kuruluşları olduğu için artık onlar tarihe kavuştu.

Şimdi devletin içinin boşaltılmasına devam ediyorlar.

Haşim Kılıç Anayasa’nın değiştirilemez dört maddesini kast ederek, “bu konuda ne kadar cesaretli olabilirim” diyor.

Kurumun içinden biri daha da pervasızlaşıyor. Osman Can Efendi, “Anayasa Mahkemesinin demokratik meşruiyet sorunu var” diyor.

Yani devletin içinden devlet ile savaşma taktikleri. Aynı KİT’lerin içini zarar ettirerek, sonrada zarar ediyor diye satmaya benziyor.

Devletin içinden devlet ile savaşıyorlar sonrada hantal devlet ukalalığı yapıyorlar. Devleti kanunlar ile savunması gereken Anayasa Mahkemesine nasıl güveneceğiz? İçinden birileri çıkmış, “ben görevimi yapmayacağım” demeye gelen söylemler geliştiriyor.

Bu durum şuna benziyor. Cephede savaşan generallerimizden birisi diyor ki; bu savaş demokratik değil, ben görevimi yapamayacağım.”

Aslında Haşim Kılıç ve Osman Can Cumhuriyet Kanunlarına göre suç işlemektedirler. Beğenmiyorsan o kurumun içinde ne arıyorsun?

Kendilerini halkın üzerinde sanmaktadırlar. Değişmesi teklif dahi edilemeyecek Anayasa maddelerinden siyasi iktidar gibi şikâyet ediyorlar.

O dört madde sadece halkın oylaması ile oluşmadı. Aynı zamanda Mehmetçiğin kanı ile ortaya çıktı.

84 yıl önce yendiklerimiz, emperyalizmin, gerici ve bölücülüğün desteği ile tekrar devlet ile savaşıyorlar.

2008-11-11, bulentesinoglu@gmail.com

12 Kasım 2008 Çarşamba

ANITKABİR ÖZEL DEFTERİ

Yeni açılan Anıtkabir Özel Deftesi sitesini http://www.anitkabirozeldefteri.com adresinden izleyebilirsiniz.

10 Kasım 2008 Pazartesi

Erivan'dan Van'a HATIRALARIM KİNYAS KARTAL

Anasayfaya Dön Karakter boyutu :

Erivan’dan Van’a HATIRALARIM


'Allah bu milletin evlatlarını birbirine düşüren yabancı güçlere fırsat vermesin. Zafer tattırmasın. Şunun bunun sözüne kanan gençlerimize doğru yolu bulmak nasip eylesin.'







Bu ülkede asırlardır aynı tarihin, kültürün ve inancın beşiğinde mayalanarak, bağımsız ve hür olarak yaşayıp bugünlere geldik. Bundan dolayı, aşireti-kökeni-ırkı-dini-mezhebi ne olursa olsun, herkes Türk Milleti’nin eşit ve şerefli evladı olmuştur. Aynı milletin ve milliyetin mensuplarıyız, kimliğimiz de birdir.
Ülkemizi parçalamak ve ele geçirmek isteyen Haçlılar kimliğimizi hedef seçmiştir. Bu, kimlik parçalanırsa; millet de, vatan da, egemenlik de parçalanacak demektir. Bu gerçek bölgemizde yaşanan kanlı olaylarda, 'Büyük Ortadoğu Projesi' ve haritalarında açıkça görülmektedir.
Bu yolda, öz kardeşini katletmeyi kurtuluş zannederek, emperyalistlerle işbirliği yapanlara, gaflet ve dalalet içinde yüzenlere rahmetli Kinyas Kartal yüreğinden gelen bir çığlıkla sesleniyor. Dini bütün, vatansever, Türk Milleti’nin şerefli evladı Kinyas Kartal, 1987 yılında hatıralarını ve vasiyetini yazmayı bir görev bilmiş. Biz de, bu asırlık çınarın gizlenen vasiyetini aynen yayımlamayı görev sayıyoruz. Bu hatıratı ve vasiyeti özellikle, kimlik tartışmalarını inatla gündemde tutarak, millet bütünlüğüne karşı din, ırk ve etnik bilinçlenmeyi keskinleştirip, ülkenin bir kaosa sürüklenmesine ortam hazırlayanlara ithaf ediyoruz.
* Sadi Somuncuoğlu







Allah birliğimizi bozmak isteyenlere fırsat vermesin
ÖNSÖZ
Bu kısa risaleyi neden yazdım. Yayın hayatı ile ilgili olmayan Kinyas KARTAL’ın bu tür bir şey yazmış olması beni tanıyan herkesin muhakkak dikkatini çekmiştir. Böyle bir açıklama yapmak benim sadece hakkım değil, aynı zamanda vazifemdi. Emsallerime de aynı uygulamayı tavsiye ederim.
Ben ki, Elhamdülillah 90’ıma merdiven dayadım. Rusya’da Çar’ı, geçiş dönemi yönetimini ve Lenin’i iktidarda gördüm. İran’da Şahlık döneminde bulundum. Türkiyemizde Büyük Atatürk, İnönü, Bayar, Gürsel, Sunay, Korutürk ve nihayet Evren’in Cumhurbaşkanlığı dönemlerini yaşadım ve yaşıyorum. Bu zaman zarfında içeride ve dışarıda birçok olaya şahit oldum. Herhalde gençlerimize söyleyecek bir çift sözüm olacaktır. Milletler evlâtlarını yetiştirirken onlara gelecek için yatırım yapmış olurlar. Benim de acı ve tatlı olaylarla dolu ömrüm ve 15 yıl TBMM’de parlamenterlikten sonra Meclis Başkanlığı görevi ile şereflendirilmem millî iradenin bana yaptığı yatırımdır. Bizim milletimiz asker doğar asker ölür. Asker olarak ölmek demek, son nefeste dahi görev başında olmak demektir. Asker olmak için muhakkak üniformalı olmak da gerekmez. Benim de ömrüm bu büyük milletin uğrunda çeşitli cephelerde savaşarak geçti. Demokrasi mücadelemiz bu safhalardan bir bölümü idi. Şu anda yazmakta olduğum satırlarla da milletimin birlik, beraberlik ve huzur içinde yaşamasına yardımcı olmak istiyorum. Görüldüğü gibi mücadele bitmiyor. Hayat devam ettikçe ve bu mukaddes milletin düşmanları faaliyetlerini sürdürdükçe, bizim de cepheden cepheye koşmamız zaruridir.
Allah bu milletin evlâtlarını birbirine düşüren yabancı güçlere fırsat vermesin, zaferi tattırmasın, şunun bunun sözüne kanan gençlerimizin doğru yolu bulmalarını nasip etsin.








Dinim ve milliyetimle her zaman iftihar ettim
Sovyetler Birliği’nde doğdum. Kiev Askeri Lisesi’nde okudum. Bakü’deki Harp Okulu’nu bitirdim. Rusları ve komünistleri asla sevemedim. Sovyetler Milli Mensubu olarak askerlik yapmış olmam dini ve milli duygularıma kesinlikle gölge düşürmedi




Beşinci göbekten dedem Şemdin, Diyarbakır’ın Karacadağ bölgesinde yaşamakta iken, bir olay üzerine Iğdır-Aralık’ın Dil bölgesine yerleşmişler. Ondan sonra gelen kuşaklar sırasıyla Şemdin’in oğlu Mehmet, onun oğlu Nadir, onun oğlu Fethi, onun oğlu Bedir ve onun oğlu da ben Van’a gelinceye kadar hudut değişiklikleri ve olaylara göre Rusya, daha sonra Sovyetler Birliği, İran, Osmanlı İmparatorluğu, daha sonra Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşadık.
Biz Dil bölgesine geldiğimiz zaman bu bölge İran sınırları içerisinde idi. Bu bölge bilâhare Rusların eline geçti. Dil bölgesi Rusların eline geçince halen de Sovyetler Birliği sınırları içerisinde bulunan Tarımkent’te dünyaya geldim. Tahsilime Tarımkent’te başladım. O dönemde Rusların ilk ve orta okulları bir arada idi. Gimnaziye deniyordu. Burayı bitirince , babam beni Askerî Lise’ye vermek istedi, imtihanlara Tiflis’te girdim ve kazandım. Ukrayna’nın Kiev şehrinde Askerî Lise’de okumaya başladım. 1918 yılında Askerî Lise’den mezun oldum.



Türkiye’ye gelişim
Biz Diyarbakır bölgesinden göçtükten sonra , 250-300 yıl geçmiş. Benimle o nesil arasında 5 kuşak geçmiş. Türkiye’ye 1922 yılında geldiğimiz zaman ben 22 yaşındaydım. Bugün 86 yaşındayım, birisi öldü 9 çocuğum ve 21 torunum var. Bildiğim yabancı diller arasında Rusça, Fransızca, biraz Almanca, biraz Arapça vardır ve ayrıca Türkçenin aşiretlerde konuşulan şekli olan Kürtçeyi de bilmekteyim.
Askerlik mesleğini seçişime rahmetli babam sebep olmuştur. Rahmet li gözü açıktı ve beni çok severdi. 'Seni subay yapacağım. Ama süvari olacaksın. Atının nalları gümüş olacak, çivilerini altından vurdurtacağım' derdi. Çok zengindi.
Rus ihtilâli benim Askerî Lise’yi bitirdiğim yıl başladı. O yıllarda Azerbaycan’da bağımsız bir Türk devleti vardı. Ben Bakü’de Harp Okulu’nu bitirip bir yıl da teğmenlik yaptıktan sonra , Ruslar Azerbaycan’ı istilâ ettiler. Bana da 'Kızıl Generaller Kursu'na katılmam teklif edildi. Komünist ideolojiyi benimsemediğim için katılmadım. Esasen Ruslarla ve komünistlerle elbirliğinde hiç bulunmadım. Onları hiç tutmadım ve hiç sevmedim.
Komünizm kavgası başlayıp kan gövdeyi götürdüğü dönemde , kimin kimden yana olduğu belli değildi. Sürekli cinayetler işleniyor, toplu katliamlar yapılıyordu. Yaranmak için ihbarda bulunanları da ihbar edenler çıkıyordu. Devlet adına kamulaştırmalarda şahısların malları sürekli el değiştiriyordu. Her tarafta yangın, sabotaj, kıtlık ve anarşi vardı. Sefalet had safhaya çıkmıştı.
Bu yıllarda Kiev’den Erivan’a dönmek istedim. Ailem Erivan’da idi. Şüphesiz böyle bir dönemde ailem de beni yanında isterdi. Şartlar bana bu imkânı vermedi. Azerbaycan’ın Bakü şehrinde Harp Okulu’na girdim. Buradaki tahsil hayatım 2 yıl sürdü. 2 yıl sonra Harp Okulu mezunu olmuştum. Mezuniyetten sonra bir süre Bakü’de kaldım. Sovyet Ordusu İran’a giderken , ben de birliğimle birlikte İran’a geçtim. Kazbin bölgesinde bir süre kaldım. Bilâhare Sovyet Genelkurmay Başkanlığı’na müracaat ederek Erivan şehrinin Nahçıvan Bölgesi Askerî Komiserliği’ne atanma talebinde bulundum ve orada göreve başladım.



Milliyetim iftiharımdır
Gerek Çar’ın, gerekse Sovyetler Birliği’nin mensubu olarak askerlik yapmış olmam , dinî ve millî duygularıma kesinlikle gölge düşürmemiştir. Daima dinim ve milliyetimle iftihar etmiş ve onları en iyi şekilde temsil etmeye çalışmışımdır. O yıllarda , şimdi de olduğu gibi Kafkasya’da Müslüman Türk az değildi. Şüphesiz bu insanların gençleri, eğitimlerini tamamlayınca veya meslekleri gereği hayata atılınca, Sovyet sistemi içinde görev alıyorlardı. Ben de bunlardan biri idim.





YARIN: Gençlerimizi uyarmalıyız




06/11/2008 02:18 2278 defa okundu





Arkadaşına Gönder Yazdır Yorum Ekle

YORUMLAR Bu haber için ilk yorumu siz yapın. Yorum Ekle



Erivan’dan Van’a HATIRALARIM KİNYAS KARTAL

İktidarlar pençesinde kıvranan Türk basını-7-

İktidarlar pençesinde kıvranan Türk basını -6- Karanlık devre başlıyor

İktidarlar pençesinde kıvranan Türk basını -5- Cumhuriyet tarihinin en zalim Basın Yasası

İktidarlar pençesinde kıvranan Türk basını -4- Muhalif gazeteciler hapiste

İktidarlar pençesinde kıvranan Türk basını -3- Gazeteciler ispat hakkı peşinde

İktidarlar pençesinde kıvranan Türk basını -2-
Demokrat Parti’den basına bir parmak bal

İktidarlar pençesinde kıvranan Türk basını -1-
Bağımsız Türk medyası Batı’nın hedef tahtası

Yunanistan'ın gerçek yüzü -2-
Borç ve faizle Türk çiftçisinin toprağını elinden alacağız

Yunanistan'ın gerçek yüzü -1-
Türkler ahlaksızlığa teşvik edilmeli

6 Kasım 2008 Perşembe

'Tanrı, iradesini hakim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır.

Yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hakim kılmak için Allah'ı kullanırlar. '




Giordano Bruno (Italyan filozof, gökbilimci,. 1548-1600)

SİZ KİM MİLLÎ İRADE KİM?

Doğu Perinçek’in Aydınlık Dergisindeki Başyazısı (2 Kasım 2008)

Siz kim milli irade kim?

Şu sözü Meclis kürsüsünden CHP Genel Başkanı'nın veya bir milletvekilinin Tayyip Erdoğan'ın yüzüne söylemesi yerinde olurdu:
"Siz kim milli irade kim?"
Ne var ki, bu tür büyük gerçeklikler, tarihte hep sistemin dışından söylenmiştir.

BOP EŞBAŞKANISINIZ!
Bugün her yerde, her fırsatta Abdullah Gül - Tayyip Erdoğan ikilisine hatırlatılacak gerçek şudur:

Siz, Türk milletinin değil, ABD'nin iradesini temsil ediyorsunuz, BOP Eşbaşkanısınız!
Siz, ABD'nin Sözleşmeli Personelisiniz, Washington yönetimine "2 sayfa 9 maddelik" hizmet sözleşmesiyle bağlısınız!
Sizi iktidar koltuklarına oturtan, ABD Gladyosu'dur; Abramowitzler'dir; Grossmanlar'dır; Bushlar'dır!
Siz milletin değil, şeyhlerin, cemaatlerin iradesine bağlanmışsınız, İskenderpaşa Dergâhı mensubusunuz!
İşte AKP'li saltanat düşkünlerinin çalımına son verecek doğrular bunlardır!

İRADE FESADI
Toplumsal gerçeklikte olsun, hukukta olsun, iradenin geçerli olmasının koşulu, bağımsız ve özgür olmasıdır.
Nikâh memuru evlenen çifte sorar:
"Hiçbir baskı ve etki altında kalmadan falancayı eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?"
Ekonomik hayatta ve siyasette de böyledir. İradenin yasal ve geçerli olması için, kişinin veya topluluğun, özgür ve bağımsız kararı gerekir. Bu koşul yoksa irade fesadından söz edilir.

SÜPÜRÜLEN İRADE!
Tayyip Erdoğan'ın en yakın çevresinden Cüneyt Zapsu ABD yetkililerine diyor ki:
"Bu adamı kullanın, deliğe süpürmeyin."
Deliğe süpürülen milli irade olmaz!
Şu an Türkiye'nin en büyük gerçeği budur. Ülkemizi Washington yöneticilerinin deliğe süpürebileceği bir cemaat yönetmektedir. O cemaat, kaderini ABD'nin süpürgesine bağlamıştır. ABD süpürgesiyle gelenler, ABD süpürgesiyle gitmekten korkuyorlar.

ANAYASA MAHKEMESİNİ AŞAN YETKİ
Anayasa Mahkemesi'nin AKP hakkındaki kararı dahi, Türkiye'de milli irade olmadığını kanıtlıyor. Çünkü Türkiye'nin yazılı olmayan, gerçek anayasasına göre, iktidar partisini deliğe süpürme yetkisi, ABD'ye verilmiştir. Anayasa Mahkemesi, AKP'nin Cumhuriyet yıkıcısı faaliyetin odağı haline geldiğini saptıyor, fakat kapatılmasına karar veremiyor. Mahkeme de biliyor ki, böyle bir karar, onun yetkisini aşar. O yetki, Atlantik'in ötesindedir.

YASALAR İTHAL EDİLİYOR
Meclis'e ipotek koyan, Anayasa Mahkemesi değildir; Türkiye'yi AB kapısında çarmıha gerenlerdir.
Hangi Meclis iradesi?
Bugün Meclis'in milletten kaynaklanan bağımsız ve özgür iradesi yoktur. Türkiye'nin yasaları Meclis'te yapılmıyor; ABD'den AB'den geliyor. "Reform süreci", "Uyum yasaları" vb dedikleri, Washington ve Brüksel'de yapılan sözde yasalara parmak kaldırmaktır. Meclisi bir cimnastik salonuna dönüştüren bu süreç, 12 Eylül'de başlamıştır.

12 EYLÜL'ÜN GAYRİ MEŞRU ÇOCUKLARI
ABD'nin 12 Eylül darbesi, milli iradeye tecavüzdü. Bu gladyo darbesi, aynı zamanda Türk Ordusu'na darbe idi; 2000 Atatürkçü subayı TSK'dan attı.
12 Eylül rejimi, Cumhuriyet Devrimi'nin ekonomik, toplumsal ve kültürel kurumlarını yıkan programı zulümle, şiddetle uygulamaya soktu.
Kenan Evren'i yüzde 92 oyla Cumhurbaşkanı yapan irade, Tayyip Erdoğan'ı da en son yüzde 47 ile BOP Eşbaşkanılığı'na atamıştır.
Tayyip Erdoğan'lar, Tansu Çiller'ler, Turgut Özal'lar 12 Eylül'ün gayrimeşru çocuklarıdır. Amerikancı askeri darbeyle gelen Neoliberal programı bunlar yürüttü.

GLADYO REJİMİ
Doğru, bu sistemin zehirli kökleri, İkinci Dünya Savaşı sonrasına kadar uzanıyor. Ancak Cumhuriyet'in kurumları, 12 Eylül'e kadar az çok yaşıyordu. 12 Eylül, bir Gladyo rejimi getirmiştir ve o Gladyo doğası gereği Fethullahçı Gladyo olmuştur.
Artık demokrasi adına söylenen her şey, kuyruklu bir yalandır.
Türkiye'de bir rejim sorunu vardır; Cumhuriyet rejimi esas olarak yıkılmıştır. Varolan rejim, Atatürk önderliğinde devrimle kurduğumuz Cumhuriyet değil, bir Mafya-Gladyo-Tarikat rejimidir. Sandıklar, seçimler, ABD güdümlü Haçlı irticanın tahakkümü altında, halkın özgür iradesini fesada uğratan dalavere mekanizmalarına dönüştürülmüştür. İşte Cumhuriyet'e karşı asıl darbecilik budur. Türban, ABD tarafından yalnız kadınlarımızın ve kızlarımızın başına değil, siyasal rejimimizin başına geçirilmiştir.

GAZOZ KAPAĞINDAN MADALYA
Şu gazoz kapağından milli irade madalyasını Tayyip Erdoğan'ın göğsüne ne yazık ki MHP ve CHP taktılar. ABD servislerinin 1996'da başlayan bir operasyonla milletin tepesine oturttuğu cemaat mensuplarına, siz "ABD iradesiyle geldiniz" diyemediler. AKP liderlerinin "yüzde 47" diye tutturduğu laf cambazlığı karşısında eziklik duydular. ABD'nin kurguladığı sahte demokrasiyi sorgulayamadılar. Hele MHP, yasadışı Gladyo rejiminin koltuk değneği oldu. Zaten daha 1960'lardaki kuruluş amacı buydu.

AKP YÖNETİMİNİN YASADIŞILIĞI
Halkın ABD dayatmalarıyla ve Ortaçağ ağları içinde zavallılaştırıldığı ve köleleştirildiği bu milli irade fesadından tek bir çıkış vardır:
Bağımsızlıkla!
Özgürlükle!
Bağımsızlık varsa, milli irade vardır!
Laiklik varsa, özgür yurttaş ve milli irade vardır.
Milli devlet yaşıyorsa, milli irade vardır.
Bugün bağımsızlık da, laiklik de, milli devlet de can çekişiyor.
O zaman milli iradeyi boğan bu tahakkümden kurtulmak, bir ölüm kalım sorunudur.
Türkiye üzerindeki ABD ipoteğini kaldırmanın zamanı gelmiştir.
İnsancıklarımızı cemaat ve tarikat şeyhlerinin tahakkümünden kurtarmak şarttır ve biricik demokrasi çaresidir.
Anayasa Mahkemesi, AKP iktidarının Cumhuriyet yıkıcısı, yasadışı karakterini yargı kararıyla da saptamıştır.
Abdullah Gül-Tayyip Erdoğan yönetimi, kaderini Türkiye'yi parçalayan ABD'nin BOP planıyla birleştirmiştir; Türkiye'yi parçalayan büyük tertibin içindedir.

ÇAĞRI VE GÖREV
Bütün milleti, ülke bütünlüğünü ve Cumhuriyeti savunan bütün siyasal partileri, BOP Eşbaşkanlığı'na karşı birleşmeye ve ABD güdümlü saltanat düşkünlerinin yüzüne şu büyük hakikati haykırmaya çağırıyorum:
Siz kim, milli irade kim!
Bundan sonra milli irade, BOP Eşbaşkanlığı'na son veren, Türkiye'yi bağımsızlaştıran ve halk yönetimini kuran iradedir!
Türkiye halkı, AKP'yi süpürme yetkisini ABD'nin elinden alacaktır.

http://www.ip.org.tr/

http://www.doguperincek.info/

http://www.ulusalkanal.com/

http://www.aydinlik.com.tr/

http://www.bilimutopya.com.tr/



İşçi Partisi Genel Merkezi

Telefon : (0.312) 231 81 11

Faks : (0.312) 229 29 94

e.posta : ip@ip.org.tr



ULUSAL KANAL D-SMART 131.kanalda…

5 Kasım 2008 Çarşamba

TAYYİP OĞLUNU ASKERE GÖNDER! Mesajına cevap veren Ensar Aydın adlı idrak yoksunu Tayyipgiller yalakasına karşı verilen cevap

Ensar Aydın isimli Tayyipgiller yalakasına cevap:

Gönderi 1303
ENSAR'ın gönderisini yanıtladın23 saat önce
Tüm bilimsel Tıp verilerine rağmen mucizevi bir şekilde Prostat kanserli mahdumumuzun nurtopu gibi çocuğu olmuştur. Allah bağışlasın; Analıbabalı büyütsün. Prostat kanseri teşhisli tayyipzademiz kanserli kanserli askere gitseydi de yavrusu öksüz mü kalsaydı??? El insaf!!! Tayyipzademiz kanserli prostatıyla yavrusunun istikbali için yeşil yeşil Amerikan dolarları kazanırken ne diye enayiler gibi beleşine vatanı savunmak için siperde beklesin. Öyle değilmi yahu!!!! Hem ne diye Türk vatanını savunacakmış; Amerikan vatandaşı oğlu olarak onun el'an vatanı Amerika; Türkiye'yi ne diye savunacakmış ki! Zaten Türkiye diye bir vatan onun için mevzubahis bile olamaz; zaten yakında Türkiye diye bir vatanı da yeryüzünde aramak boşuna olacak bu gidişle... Hamdolsun ki onun Amerikan vatandaşı pederi kendini Türk olmaktan imtina ediyor ve Amerika Yahudi Örgütü'nden tüm dünyada kendisi dahil sadece 10 kişinin aldığı "Üstün Hizmet Ödülü" gereği Türkiye'yi bölüp parçalayıp yoketmek ve Tevrat'taki Vaadedilmiş topraklarda Büyük İsrail'i kurmak için BOP eşbaşkanı olarak Irak'ta Haçlı Seferlerini başlatan Evangelist Haçlı Başkomutanı Buş'un memuru olarak canıgönülden çalışıyor. Bop Eşbaşkanı pederi gibi yeşil yeşil canımıniçi Amerikan dolarcıkları için böylesine canhıraş bir vaziyette gecesini gündüzüne katan bir asilzademize Türk vatanında askerlik yapmak yakışır mı? Çok ayıp oluyor ama!!!!...... Tayyipzademizi üzmeyin, tekerine çomak koymayın; Hamdolsun doğalgaz fiyatları kış geçince düşecek! BANA İNANIN!.... KUMRULAR GİBİ FAZLA DÜŞÜNMEYİN!...Üşütürsünüz yavrularım benim; battaniyenize sımsıkı sarılın yavrularım benim. HAMDOLSUN Kİ BAŞIMIZDA BOP EŞBAŞKANIMIZ VAR! Fazla ileriyi geriyi karıştırmayın. Size ne Tayyibimin mahdumunun gemiciklerinden. "Siz kimsiniz bi bi ülkenin başbakanının oğlu hakkında yorum yapıyorsunuz. Sanki sizler başbakan olsanız oğlunuzun elinden tutup çatışmanın içine mi çekeceksinizz.. Bırakın bu boşbeleş meseleleride işinize bakın.." VESSELAM!





-----------------------------&----------------------------------
-----------------------------&----------------------------------

Ensar Aydın adlı Tayyipgiller yalakasının yazısı (N.Ö.):

Gönderi 1
70 yanıt
Ensar Aydin yazdı22 Ekim 2008, 21:56'Da
SİZ KİMSİNİZ Bİ Bİ ÜLKENİN BAŞBAKANININ OĞLU HAKKINDA YORUM YAPIYORSUNUZ. SANKİ SİZLER BAŞBAKAN OLSANIZ OĞLUNUZUN ELİNDEN TUTUP ÇATIŞMANIN İÇİNE Mİ ÇEKECEKSİNİZZ.. BIRAKIN BU BOŞBELEŞ MESELLERİDE İŞİNİZE BAKIN..


-----------------------------&----------------------------------
-----------------------------&----------------------------------

TAYYIP OGLUNU ASKERE GONDER!
Diğer Uygulamalara Göz At
http://www.SigaraYasagiKalksin.com


Sekiz sene önce otomobil kullanırken; Şişli'de ünlü şarkıcı Sevim Tanürek'e çarparak ölümüne sebep olmuştur. Bu da gösteriyor ki o otomobil kullanmaktadır ve yüzde 60 iş göremez durumda sakat birisi değildir. (Özel durumu olan insanların kullanması gereken bir araç kullanmıyordur çünkü dış görünüşünden anlaşılacağı üzere bu sekilde bir fiziksel özrü yoktur)

Gerçi kötü niyetliler; bu olayın altında çapanoğlu aradılar; Ahmet'i suçsuz çıkartan Adli Tıp uzmanı; şimdilerde Türkiye Denizcilik İşletmeleri'nde genel müdür yardımcısı yapıldı ama ben bunu tamamen bir tesadüf kabul etmek istiyorum ve o kapıyı hiç açmıyorum.

Bugün Ahmet Burak Erdoğan, milyonlarca dolarlık iş kapasitesine sahip şirketleri yönetmektedir. Bir gemisine 4-5 milyon dolar civarında değer biçilmektedir.

Böyle başarılı yeni sınıf işadamımızı kimse onulmaz hastalar veya sakatlar sınıfına sokamaz, kimse de ona o gözle bakmaz; bakamaz.

Öyleyse; Ahmet Burak neden sakat raporu almıştır?

IŞIK HIZIYLA TAHLİYEMİ SAĞLAYAN YARGI MENSUPLARINA...

---------- Yönlendirilmiş ileti ----------
Kimden: ULKE SEVEN
Tarih: 05 Kasım 2008 Çarşamba 16:35
Konu: TEŞEKKÜR
Kime:



Işık hızıyla tahliyemi sağlayan yargı mensuplarına. ..

Beni 3 avukat savunurken, çocuk için avukat tutmayan SHÇEK yetkililerine. ..

"İntihar etmeyi düşünüyorum" diyen çocuk için
"Psikolojisinde bozulma yok" diyen İstanbul Adli Tıp Kurumu'na ve Adalet Bakanı'na...

Çoluk - çocuk sahibi olduğu halde sessiz kalarak benden yana tavır koyan Sağlık Bakanı'na....

Kadının saçının teli görünecek diye ortalığı birbirine katarken
benim olayda kıllarını kıpırdatmayan din kardeşlerime. ..

Türban için İnsan Hakları Mahkemesi'ne giderken bu olayı görmezden gelen First Lady'ye...

"Din tüccarı yazar" olduğum için benden desteğini esirgemeyen F - Tipi medya organlarına.. .

Toplumsal sorumluluğu "Ermeni ve Kürt sorunuyla" sınırlı yazar ve aydınlara..

Beni almaya geldiğinde gururlu şekilde sırıtan eşime...

Teşekkürü borç bilirim.
Hüseyin Düzmez

4 Kasım 2008 Salı

VALİ ATEŞ PÜSKÜRDÜ: KALAŞNİKOF ALIRKEN YOKSUL DEĞİLSİNİZ!

Vali ateş püskürdü!

'Eylemci çocukların ailelerine ait Yeşil Kartları iptal edeceğiz' demişti...

Adana Valisi İlhan Atış, Yeşil Kartıyla tedavi olduğu sağlık ocağının, tedavi gördüğü hastanenin, bedava kitap, defter, önlük, ayakkabı alarak okuttukları okulların camlarını çocuklarına taşlatanlara izin vermeyeceklerini söyledi.

Adana Valisi İlhan Atış, çocuklarını eylemlerde kullanan ailelerle ilgili çarpıcı açıklamalarda bulundu.

"Yeşil Kartı iptal edeceğimizi düşünüyoruz dememiz bile kıyamet kopardı." diyen Vali Atış, "Neden bu kıyametin koparıldığını araştırdık. Yarından itibaren Adana'daki tüm Yeşil Kart dosyalarını yeniden incelemeye alacağız. Acaba hakkı olmadığı halde Yeşil Kart alan mı var, Yeşil Kart'ını kiraya veren mi var, acaba Yeşil Kartı teröristler de mi kullanıyor?" diye konuştu.

Vali Atış, "Anadolu erkeği korkmaz, çocuğunu ve karısını polisin karşısına sürmez. Eğer bu işi mertçe yapmak istiyorlarsa yüzündeki çorabı çıkarır, polisin karşısına çıkar, gösterisini yapar." ifadelerini kullandı.

Vali Atış, "Ama mesele işsizlik, yoksulluk değil. Mesele başka. İki-üç eş alırken yoksul değilsiniz, Kaleşnikof alırken yoksul değilsiniz, düğünlerde tabanca atarken yoksul değilsiniz. 15 çocuk yaparken yoksul değilsiniz ama polise ve jandarmaya taş atmaya gelince yoksulluktan dolayı atıyoruz diyeceksiniz ve destek göreceksiniz, ayıptır." dedi.

Radyo ve Televizyon Yayıncıları Meslek Birliği'nin (RATEM) Seyhan Oteli'nde düzenlenen, 'Yerel Radyo ve Televizyonların Pazarlama İletişimindeki Yeri' konulu panele katılan Vali Atış, Türkiye'de son günlerde bir oyun oynandığını, bu oyunda da çocuklar ve kadınların kullanıldığını kaydetti.

"İKİ-ÜÇ EŞ, KALEŞNİKOF ALIRKEN YOKSUL DEĞİLSİNİZ"

İşsiz olduğunu söyleyip, bundan dolayı polise ve jandarmayı çocuklarına taşlatanlara seslenen Atış, tarlalarda kendilerine iş vereceğini ifade ederek şunları söyledi: "Ama mesele işsizlik, yoksulluk değil. Mesele başka. İki-üç eş alırken yoksul değilsiniz, Kaleşnikof alırken yoksul değilsiniz, düğünlerde tabanca atarken yoksul değilsiniz. 15 çocuk yaparken yoksul değilsiniz ama polise ve jandarmaya taş atmaya gelince yoksulluktan dolayı atıyoruz diyeceksiniz ve destek göreceksiniz, ayıptır."

"NEDEN KIYAMETİ KOPARDILAR?"

Çocuklarına sahip çıkmayan aileler hakkında işlem yapacaklarını söylediklerinde, kimsenin ailelere 1 yıla kadar hapis, 100 YTL ceza verilebileceğine ve kömür yardımlarının kesileceğine, çocukların vesayetinin alınacağına aldırış etmediğini aktaran Vali Atış, herkesin Yeşil Kart'ın iptal edilebileceğine taktığını belirtti.

"Yeşil Kartı iptal edeceğimizi düşünüyoruz dememiz bile kıyamet kopardı." diyen Vali Atış, "Neden bu kıyametin koparıldığını araştırdık. Yarından itibaren Adana'daki tüm Yeşil Kart dosyalarını yeniden incelemeye alacağız. Acaba hakkı olmadığı halde Yeşil Kart alan mı var, Yeşil Kart'ını kiraya veren mi var, acaba Yeşil Kartı teröristler de mi kullanıyor? Bunun tespiti için 514 bin Yeşil Kart dosyası yeniden incelecek. Yeşil Kartlar karşılığında 2007 yılında ödediğimiz para 273 trilyon lira." diye konuştu.

Vali Atış, "Bu fakirlik meselesi değildir. Bir gazeteci beni Hüseyin Üzmez'le karşılaştırıyor. Adana'ya gelenleri biz davet etmedik, iş garantisi de vermedik. Vatandaşlarımız Türkiye'nin her yerine gidebilirler, iş bulurlarsa çalışırlar. Adana'da işsizlik problemi yoktur. İlimizde işsizlik kurumuna müracaatların sayısı 26 bin 900'dür. Adana'ya dışardan gelip tarlalarda çalışmak isteyenlerin sayısı 56 bindir." ifadesini kullandı.

"TÜRK'ÜM DİYENE İSE 'IRKÇILIK YAPMA, SUS' DENİYOR"

Yoksulluk görmek isteyenlerin Tufanbeyli'nin, Kastamonu'nun, Samsun'un, Afyon'un köylerine gitmesi gerektiğine dikkat çeken Vali Atış, sözlerini şöyle sürdürdü: "Oralarda çocuklar polislere neden taş atmıyor çünkü onlar kötü emeller için kullanılmıyor. Bütün bölgelerde insanlar Türkiye Cumhuriyeti'nin yanında ama vatana ihanet planları yapan yüzde 3-4 insan var. Öyle bir hale geldik ki insanlar birbiriyle konuşurken herhangi bir etnik gruptan bahsedenlerin sırtı sıvazlanıyor, gülünüyor. Türk'üm diyene ise 'ırkçılık yapma, sus' deniyor. Türkiye'de herkes kökeniyle övünebilir, ne mutlu ben ... diyebilir ama izin ver ben de 'Ne mutlu Türküm' diyeyim."

"ANADOLU ERKEĞİ ÇOCUĞUNU VE KARISINI POLİSİN KARŞISINA SÜRMEZ"

Türkiye'deki zenginlerin hepsinin geri kalmış denilen bölgelerden gelmiş insanlar olduğuna değinen Vali Atış, "Türkiye'de televizyon sahipleri, Fenerbahçe Spor Kulübü'nün başkanı o yörenin insanlarıdır. Nasıl ayrım yapıyoruz ki o bölgenin insanları hep iş başında. Biz ayrım yapmadık, yapmıyoruz, yapmayacağız da." dedi.

Vali Atış, sözlerini şöyle tamamladı "Ben onlardan 'Çocuklarınıza sahip çıkın. Türkiye'de ayrılık yoktur. Ben o bölgeden geldim' desin diye bekledim ama demiyorlar, korkuyorlar. Anadolu erkeği korkmaz, çocuğunu ve karısını polisin karşısına sürmez. Eğer bu işi mertçe yapmak istiyorlarsa yüzündeki çorabı çıkarır, polisin karşısına çıkar, gösterisini yapar. Yasalsa biz koruruz, yasadışıysa da gereğini yapar adli makamlara göndeririz. Yoksulluk, işsizlik, geri kalmışlık hepsi palavra, amaç bu ülkeyi bölmektir. Adana Valiliği olarak buna izin vermeyeceğiz."

(Vatan Gazetesi)

--
"Ey dipdiri meyyit, İki el bir baş içindir,
Davransana.. .Eller de senin, baş da senindir!..
His yok, hareket yok, acı yok... Leş mi kesildin..?
Hayret veriyorsun bana... Sen böyle değildin...
Mehmet Akif Ersoy

3 Kasım 2008 Pazartesi

BU OYUN, BİLMEDİĞİMİZ OYUN DEĞİL; ALDANMAYALIM

BU OYUN, BİLMEDİĞİMİZ OYUN DEĞİL; ALDANMAYALIM…

ŞEYTANIN İŞİ YOK…
Haddim olmasa da sizlere bir tavsiyede bulunmak isterim. Eğer ülkede ve dünyada neler olduğunu daha net görmek istiyorsanız, belli bir dönemdeki tüm olayları gözlerinizin önüne getirmeniz gerekir.
Örneğin, ülkemizde son yaşananlar hakkında kafa yormak istiyorsanız en az son 3 ayda ülkemizde yaşanan sizce önemli olayları büyükçe bir kâğıdın üzerine kutucuklar halinde ve tarih sırasıyla yazın. Sonra da karşınıza koyup, olaylar arasındaki bağlantıları yakalamaya çalışın. Kısa sürede, oynanan oyunu fark edeceksiniz; eminim.
Ben de alışkanlığım olduğu üzere bunu yaptım ve bir sonuç elde ettim:
Türkiyemiz için, bizim için, milletimiz için yeni bir iktidar gücü oluşturuluyor. Çarpışmaya sokulanlar ve sürüklenenler zayıflıyor, yıpranmamış bir başka işbirlikçi güç için iktidar taşları döşeniyor.
Daha önceden oluşturulan güçler kısmen tasfiye ediliyor, ancak tamamen elden çıkarılmayıp hurda deposuna çekiliyor; yeni ancak yine sahte/sanal bir umudun tohumları ekiliyor.
Bu arada, kurumlar, kişiler arasında biriken kin, nefret ve kuyruk acısının bir şekilde deşilmesine izin veriliyor. Bu durum, çıbanı zonklamaya başlayan bir insanın çıbanını deşerek bir süreliğine rahat ettirmekten başka bir şey değildir.
Dikkatlerinizden kaçmamıştır, Vatansever Kuvvetler Güç Birliği Hareketi çerçevesinde başlatılan “GİRDAP” Operasyonunu kısa bir süre sonra “ERGENEKON” Operasyonu izledi. Bu güne kadar gözaltına alınan insanlara baktığımızda çarpıcı çelişkilerin olduğu farkedilir haldedir. Bence yapılan, “İYİ”lerin arasına bir tutam PİSLİK, iki ölçü ŞİRRETLİK, üç tutam EDEPSİZLİK, biraz NAMUSSUZLUK, az biraz MADDİYAT, miktarı kâfi CİNSELLİK, bolca İFTİRA, kaldırabildiği kadarıyla KİRLETME katmak ve bunu birbirinden ayrılmayacak derecede karıştırmak, sonra da toplumun önüne koymak, ardından da “Hadi ayırın bakalım İYİ ile KÖTÜYÜ; HAKLI ile HAKSIZI” demekten başka bir şey değildir.
Daha başlangıçta Operasyona “ERGENEKON” adının verilmesi ve bu kodun ardına YANDAŞ MEDYA’nın “ÇETE”yi/”SUÇ ÖRGÜTÜ”nü oturtması da TESADÜF DEĞİLDİR. Evrensel Hukuk Normlarına göre bu ilanat ile yani “ERGENEKON ÇETESİ” yaftası altında gözaltına alınan, tutuklanan hatta -hüküm giyen değil, hüküm giydirilen- herkes BERAAT ettirilmek zorundadır. Çünkü suçlu, suçsuz herkes daha başlangıçta YARGILANMADAN suçlanmış, karalanmış, peşin hükümle kirletilmiştir. Bu durum bırakınız Evrensel Hukuk’u, kötürüm T.C. ANAYASASI dikkate alındığında dahi gerçekleşecektir.
Diğer taraftan, GİZLİLİĞİ ZORUNLU ve YASA EMRİ olmasına rağmen HAZIRLIK SORUŞTURMASI’nın temelini oluşturan DELİLLERİN, BİLGİLERİN, BELGELERİN işportaya düşmesi, “iki kazı güdemeyecek” yaratıklar tarafından EMREDİLDİĞİ ÜZERE kitaplaştırılması ise bu süreci ÇADIR TİYATROSU haline getirmeye yeter de artar bile…
Türk Ceza Kanunu’na göre barış ve savaş tanımı ile “casusluk” için farklı hükümler vardır. Kasıtlı ve planlı olarak FETTOŞ yani MAÇA KARDİNALİ’nin sadık evlatlarından oluşturulan Emniyet baskın ekipleri eline geçen bütün bilgiler, para ya da dua (!) karşılığı yandaş medyaya servis edilmekte günümüz istihbarat faaliyetlerinin aslını oluşturan ve değeri çok büyük STARATEJİK istihbarat ile BİYOGRAFİK istihbarat verileri de medya yolu ile tüm iç ve dış hasım güçlere bedavaya aktarılmaktadır. Bu suçun karşılığı barışta müebbed, savaşta idamdır. İçişleri Bakanlığı’nın, Adalet Bakanlığı’nın, iktidarın ve özellikle de Başbakan’ın namusu, onuru sayılması gereken hazırlık soruşturması bilgi ve belgeleri, MAÇA KARDİNALİ’nin talimatları ile ortaya saçılmaktadır. Baskında elde edilen ve üstünkörü zabıt altına alınan “deliller” içine, başta yazılan senaryoyu haklı çıkartacak CD, VCD, DVD, yazı, doküman ve bilgiler, savcılığa teslim edilmeden sokuşturulmaktadır. Böylelikle hedeflenen sonuca ulaşmak kolaylaşmaktadır. Bütün bunlara rağmen bakanlar, kendi onurları ile oynayanlara karşı eyleme geçmemekte/geçirilmemekte, bu konuda yapılması zorunlu olan uygulamalar yapılmamakta/yaptırılmamaktadır. Sadece bu yönü ile bile bu dava düşmeye mahkûmdur.
Benim ilk merak ettiğim, bir zamanlar bu ülkenin CUMHURBAŞKANINI, BAŞBAKANINI, BAKANLARINI, GENELKURMAY BAŞKANINI Yassıada’da YARGILAYAN “ÇADIR TİYATROSU”nda da dile getirildiği gibi; mahkeme heyetinden herhangi bir kişinin çıkıp da sanıklara “SİZİ BURAYA TIKAN KUVVET BUNU İSTİYOR” deme cesaretini (!) gösterip gösteremeyeceğidir…
İkinci merak konum ise, İKTİDARIN BAŞI EMRETTİĞİ İÇİN “İDDİANAME”yi LÜTFEN tamamlayacakların İDDİANAMELERİNDE, İŞPORTAYA DÜŞMÜŞ bilgi, belge ve delillerin ne kadarına yer vereceğidir.

MİNİK BİR ANI VE “NOKTA” DERGİSİNİN İDDİALARI
Yıl 1975, Rahmetli Babam Müezzin; ya askeri liseye, ya sanat okuluna; oralarda dikiş tutturamazsam da İmam Hatip’e gitmemi istiyordu. Ben kendi çabalarımla Işıklar Askeri Lisesi’ne girmeyi başardım. Babam çok memnundu. Er Recep’in oğlu, en azından teğmen olabilecekti… Bir de Işıklar Askeri Lisesi gibi, 27 MAYIS ihtilali sonrası kapatılan bir kutsal yuvaya yıllar sonra alınan ilk öğrencilerden biri olacaktı.
Benimle aynı dönemde askeri liseyi kazananlar olarak kısa pantolonlarımızı, ceplerimizdeki gazoz kapaklarını ve bilyelerimizi ailelerimize verip üniforma giymiştik. Sonra da “Orta Bahçe”de toplanıp, asker gibi dizildik Sınıf subayımız Sabri Yüzbaşı’nın bizlere ilk söyledikleri daha doğrusu ilk emirleri askerliğin A,B,C’siydi. Emirlerin ve temel prensiplerin arasında şu husus çok önemliydi.
“Bundan sonra, cicili-bicili, asma kilitli ‘hatıra defteri’ (yani günlük) tutmak yok! Bu alışkanlıkları olanlar ya bundan vaz geçerler ya da aramızdan ayrılırlar. Asker günlük tutmaz, tutamaz. Anladınız mı !”?
Burası askeri lise, Kör Agop’un Meyhanesi değil ki isteyen her istediğini söylesin, istediğini yasaklasın… Sabri Yüzbaşı’nın o anda bize söylediklerini eminim ki Kuleli Askeri Lisesi’ndeki sınıf subayı da, Deniz Lisesi’ndeki sınıf subayı da yeni askeri öğrencilere söylemişlerdir.
Ben bunu 1975 yılında yaşadığıma göre benden yıllar önce Türk Silahlı Kuvvetleri’ne kabul edilerek Oramiralliğe kadar yükselebilme onurunu yaşamış bir kişi, haydi haydi yaşamıştır. Kısaca bir Oramiral GÜNLÜK TUTMUŞ olamaz. En azından GÜNLÜK TUTMAMASI gerekir. Hem de o ifadelerle, yani BOHÇACI HAYRİYE ağzıyla ve tarzıyla; tuttuysa da rütbesinin “ER”e indirilmesi ve onur timsali KILIÇ ile “beylik tabancası”nın elinden alınması son derece normaldir…
“ERGENEKON”a kafayı takanların, öncelikle bu GÜNLÜK konusunu aydınlatması gerekir.
Çünkü altıncı gözaltı furyasından adı geçen orgenerallerin orada ne işi olduğunu kimse çıkıp açıklayamaz.
Bu aşamada bir başka çatal yol daha ortaya çıkıyor.
Eğer bu orgeneraller, görevleri esnasında iddia edildiği üzere darbecilik oynamış ancak başaramamışlarsa, yargılanacakları yer Askeri Mahkeme’dir. Yok, hayır; bu orgeneraller emekli olduktan sonra iddia edildiği üzere darbecilik oynamışlarsa, onlarla kim kalkar da darbeye soyunur. Adama sormazlar mı;
‘Kardeşim kuvvet komutanıyken yapamadıklarını şimdi CZ marka beylik tabancanla mı yapacaksın? diye…
Ancak, bana kalırsa aslında istenen de bu; yani, bu orgeneraller YETKİ nedeniyle Askeri Mahkeme’de yargılanır ve BERAAT ederlerse; yandaş ve hatta taşeron medya manşetlerinde yer alabilecekleri şimdiden yazabiliriz.
* ASKERİ MAHKEME orgeneralleri AKLADI…
* Olacağı buydu…
* Demokrasinin ırzını kurtarmak bir başka sefere kaldı…
Hatta daha da fazlası…
Bunun üzerine, Masud BARZANİ’nin Lübnan’daki El Medine Bank üzerinden Türkiye'ye transfer ettirdiği paralarla bir gazeteyi satın alan Faşist Kürtçü’nün malum gazetesinin Ankara Temsilcisi birkaç kitap daha yazar herhalde…
(Aynı bankada adına hesap açılmış birkaç ünlü Türkiyelinin isimlerini de verelim isterseniz: A.A.; İ.M.G.; İ.T.; O.C.Ç; İ.Ç…)
O Ankara temsilcisini gördüğümde aklıma hep muziplik geliyor nedense; nasıl mı?
Masud BARZANİ’nin Irak’ın Kuzeyi’ndeki medya faaliyetlerinin en başında Ferda adında namlı bir hatun var. Türkiye’den oraya giden, işbilir delikanlılar hemen onun yanına uğrar, Türkiye aleyhinde beyanat verir, TV’lerinde zırıldayarak ya da kükreyerek Türkiye’ye küfür ederler. Program bitince Ferda ile halvet olurlar; genelde Ferda onlara Paris’te Son Tango filminin “butter” takviyeli sahnesini yaşatır. Sonra da “hamam parası” olarak ceplerine birkaç bin USD koyar gönderir.
Adını, Kafkas Şahini’nin adından alan bu Ankara Temsilcisi de acep bu tezgâhtan geçti mi?
Ama bakıyorum temsilci “dolmakalem” gibi, hariçten mürekkep koymadan yazma kabiliyeti olmayan biri, hatta okuduğunu anlayabildiği bile şaibeli… Acaba, orta malı Ferda bu kadara düştü mü? Yoksa fakir sevinsin, eli boş dönmesin diye sadece tumanında mı salladı…

BENCE MALUM AMA GENELDE GÖZDEN KAÇAN TERCİHLER
Hatırlarsınız eminim MHP Genel Başkanı her yıl yapılan ve genelde kükrediği meşhurrrr YAYLA etkinliklerini İPTAL ediverdi. Neden? Yoksa yaylada toplananların iktidardan ya da kendi partisi haricindeki işbirlikçilerden önce kendisinden ve avanesinden hesap soracaklarından mı korktu? Ne dersiniz? Belki de kendine malum oldu ve 6'ncı gözaltı furyasından sadece bir hafta önce bu kararı veriverdi…
Tesadüf mü? Yok daha neler…
Bir başka konu daha; Rahşan Hanım ne oldu da birdenbire “Partiden önce Türkiye gelir” diyerek sağlı-sollu bir birleştirme sürecine kalkıştı?
Peki, bu süreç ne zaman başladı? Altıncı gözaltı furyasından kaç gün önce?
Amaç neydi?
Türkiye’de ERGENEKON’un altıncı gözaltı furyasıyla iyice belirginleşen, merkezde güçlü ve sahte milliyetçi/ulusalcı bir partinin oluşmasını engellemek üzere, çekirdeğini DSP’nin oluşturacağı bir halk hareketi başlatabilmek için mi?
AKP Genel Başkan Yardımcısı, nam-ı diğer “İspanyol Asilzadesi” (!) D.M.M. FIRAT, “TRAVMA” salvosuna neden ihtiyaç duydu?
AKP sözlü savunma için, yapıcılığından çok yıkıcılığı ve hesapçılığı ile bilinen Cemil ÇİÇEK’i neden görevlendirdi?
İktidarın başı, “Ölmesini bilmeyen generaller…”den neden bahsetti?
Bu olayların süreçle İLGİSİZ oluştuğuna inanan var mı?

ORGENERAL BAŞBUĞ İLE İKTİDARIN BAŞI ARASINDAKİ KONUŞMA…
Her iki taraf da, görüşmelerinde 6'ncı gözaltı furyasının konuşulmadığını ifade ediyorlar. Kuvvetle muhtemel, doğrudur. Ama acaba aralarında şöyle bir konuşma geçti mi geçmedi mi?
- “Suç örgütlerine ve çetelere göz açtırmıyoruz, ucu nereye varırsa varsın üzerine gitmekte kararlıyız. Bu en azından Türk Silahlı Kuvvetlerimizin terörle olan mücadelelerine de moral teşkil eder, terörün lojistik desteğini en azından aksatır diye düşünüyoruz. Haksız mıyım paşam?
- Haklısınız; yasadışı her türlü oluşumun üzerine gidilmesi ve özellikle de teröre destek veren unsurlara karşı mücadele, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin de talebidir. Ucu nereye varırsa varsın bu faaliyetlerdeki siyasi kararlılık herkesten çok Türk Silahlı Kuvetlerini memnun eder…
- Evet, ucu nereye varırsa varsın…
- Evet, ama bu faaliyetler için çok ciddi istihbarata, bilgi ve belgelere dayandırılmalıdır. Aksi takdirde, bu zanla gözaltına alınanların, tutuklananların suçsuz olduklarının anlaşılması, salıverilmesi Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin manevi şahsiyetini zedeler. Sonra, statü ve rolü ne olursa olsun bunun hesabını kimse veremez. Ve bu hesap mutlaka sorulur…
- Haklısınız paşam…”
Ben bu kısmı tarihe emanet ediyorum.
“Gün olur, devran döner” ve gerçekler ortaya çıkar. Terörden bahsedip de, teröre “lojistik” ve “moral” destek veren oluşumlardan, ya da organizasyonlardan bahsetmemek mümkün müdür?
Ancak bu aşamada, çok daha önemli bir şeyi daha ifade etmek isterim.
İktidarın başı, gözaltılar konusunda önceden haberinin olmadığını ifade ediyor, sonra da Kara Kuvvetleri Komutanı ile görüşmenin kendi talebi doğrultusunda gerçekleştiğini beyan ediyor.
Sizlere sormak istiyorum, Orgeneral BAŞBUĞ görüşmesinin zamanlaması dikkate alındığında, İktidarın Başı’nın ‘bilgim yoktu’ açıklaması sizce ne kadar doğru?
Biz bu filmi Orgeneral BÜYÜKANIT döneminde de seyretmedik mi?

ZEVAHİRİ KURTARAYIM DERKEN ZEVAHİRİ KÖTÜ YOLA DÜŞÜRMEK…
İktidarın başı, altıncı gözaltı furyasından sonra kendisine soru yönelten gazetecilere “İddianamenin de en kısa sürede hazırlanacağını düşünüyorum” demişti. Ardından, iddianamenin 2.500 sayfadan oluştuğu ve muhtemelen 4 Temmuz günü Mahkemeye sunulabileceği haberi yayıldı. Hatta iddianamenin UYAP’a “uydurulmaya” çalışıldığı (!) ama çok kalın olduğundan (!) UYAP’ı da göçerttiği –bu nasıl bir yazılım ve donanımsa-; savcılığın İDDİANAMEYİ CD olarak vermeyi düşündüğü, aksi takdirde iddianamenin çoğaltılmasının çok da “masarifli” olacağı bile ifade edildi. Bu son ifade bile, yaklaşık 13 aydır İDDİANAME bekleyen tutukluların bedelinin FOTOKOPİ bedelinden daha düşük olarak algılandığının bir İFŞAATI değil midir?
Diğer taraftan bu ifadeler, “ERGENEKON” Operasyonunun aslında SİYASİ İNTİKAM ve TÜRKİYE’Yİ FAŞİZME SÜRÜKLEME çabasını da ortaya koymuş olacak ki savcılık İDDİANAME’nin “yeni tutuklama”lar ile BİRAZ DAHA ZAMAN ALACAĞINI belirterek İLLİYET’i kaybetmeye çalıştı. Ama nafile, zevahir de kurtarılamadı…
Son olarak bir başka “bomba” daha patladı. Dürüstlüğüne, ciddiyetine ve şahsiyetine gönülden inandığım E.Kur.Alb.SARIZEYBEK, ERGENEKON Savcısının kendisini arayarak, kendinden beklenmeyecek ifadelerle kendilerini İFADE vermeye çağırdığını, ancak ifadesini zapta geçirmediğini söylediler. Efendi sanki PATAGONYA savcısı… Ardından SARIZEYBEK, savcının TARAFSIZLIĞINI yitirdiğini belirterek, görevden alınmasını talep etmiştir. Aslında savcılar TARAFTIR, bu durumda TARAFSIZLIK değil CİDDİYETSİZLİK, SEVİYESİZLİK, LİYAKATSİZLİK, hatta İNSANİ ve İLMİ KİFAYETSİZLİk söz konusu olması gerekir.
Bu aşamada sorulması gereken bir başka soru ise şudur; madem bu operasyon TÜRK DEMOKRASİSİNİN NAMUSUNU KURTARMA OPERASYONU’dur, neden hala üç savcıda ısrar edilir de savcı sayısı arttırılarak süreç hızlandırılmaz? Yoksa görevlendirilebilecek diğer SAVCILAR bu operasyon sürecinin RUHUNA (!) uygun değiller midir?
Hatta 29 Haziran’da yapılması gereken operasyon, ilgili adliyede UYGUN MAHKEME (!) üyeleri denk getirilemediği için mi 01 Temmuz günü yapılmıştır?
E. Orgeneraller TOLON ve ERUYGUR mahkeme huzuruna neden diğerlerinden sonra çıkarıldılar? Yoksa bir gün önceki nöbetçi mahkemenin tutumu mu beğenilmedi?
Cezaevine sapasağlam girip, gerekli tedavisine izin verilemeyen ve sonunda ölümünün dışarıda gerçekleşmesi için tahliye edilen ve beklendiği/istendiği gibi yaşamını yitiren Kuddusi OKKIR’ın bebek katili ÖCALAN kadar bile değeri yokmuş… Adaya, soysuzun tedavisi ya da tetkiki için nadide cihazları gönderen iktidar, günahsız bir vatandaşa hem de “iftira atılmış” bir vatandaşa yeterli donanıma sahip bir hastanede tedavisini çok görmüş. UYDURUK terör örgütünü finanse ettiği iftirası atılarak gözaltına aldırılan ve sonra da tutuklattırılan Kuddusi OKKIR, meğerse o kadar zenginmiş ki (!), hastanede tedavisi için gerekli birkaç bin YTL’yi bulamamış… Adalet Bakanı, 07 Ağustos günü 3 müfettiş gönderecekmiş… Peki, bu müfettişler iktidar partisinin üyeleri ile onların azmettirdiği ve/veya tehdit ettiği bürokratları da sorgulayacak mı? Kuddusi OKKIR’ın ölümüne neden olanlar KATİLDİR, peki ya bu KATİLLERİ azmettirenler…
Sorun bununla da bitmiyor; iktidar partisi içindeki işbirlikçiler son gözaltı furyasına öyle birini dâhil ettiler ve sonunda tutuklattırdırlar ki adada bostan gibi yatıp mabadını büyüten çağın teröristi ÖCALAN’ın da göbek atmasına vesile oldular. Cani, kendisini paket edip getiren ve ilk sorgusunu yapan E.Albay Atilla UĞUR’un bırakınız tutuklanmasını, gözaltına alınmasını bile kendisine iktidar tarafında takılan en büyük nişan olarak nitelendirdi. Böylece, çok önemli bir bilgi ve şahıs da FETTOŞ & TAYYOŞ Co. tarafından deşifre edilmiş oldu. Kısaca ATATÜRK Devrimleri ile TRAVMA yaşayanlar Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden bu yolla da TRAVMA intikamını almış oldular… Siyah lüks makam arabalarıyla muteber insanlar gibi Ankara’da fink atanlar da dâhil bütün faşist bölücüler ve Kürtçüler, bu yolla taltif edildiler…



TÜRKİYEYİ YENİDEN FORMATLAMANIN VE İŞBİRLİKÇİLİĞİN MİLADI
Hemen herkes, medyanın neredeyse tamamı, hatta Yargıtay’da daha üst statü ve rol uman bazıları “Yargıtay-Mit-Çakıcı” operasyonunda safça ve hatta salakça “demokrasi” ve “hukuk” havarisi kesilirken ben o günlerde yazı yazdığım Anayurt Gazetesi’nde, “Bu Türk Yargısına ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temel unsurlarına karşı bir “operasyon”dur” diye seri yazı yazıyor, nefesim çıktığı, kalemimin ulaşabildiği kadar feryat ediyordum. Yazılarımı takip edenler Eylül 2004’teki “Yargıtay MİT sahnesin derin kodları-Türkiye yeniden formatlanıyor” yazı dizimi hatırlayacaklardır. Ne olduğunu merak edenler için bu diziye yeni kitabım “CACIKİSTAN-Eşkiya Artık Hükümdar-Akasya/İma Kitap”da bir kez daha yer verdim. Bu kitabımı okuyanlar ve okuyacaklar “ERGENEKON” uydurmasında bundan sonra neler olabileceğini de öğreneceklerdir.
Bu arada birileri bana “Sen nereden biliyorsun da yazıyorsun? Nereden bilgi alıyorsun? Nereden besleniyorsun?” diye sorabilir. Cevabım basit; FETTOŞ & TAYYOŞ Co. ürünü medya adı verilen pislik yuvalarını takip etmek yeterli olur derim. Aslında başka bir cevap daha vermek isterim ama İDDİANAME’nin ortaya çıkmasından önce bunu açıklayarak SAVUNMA’nın elini zayıflatmak istemem…
Bir başka saldırıyı meşhurrrrr genç “okur dolandırıcısı”nın meşhuuuuuur anası, ortada fol-yumurta yokken Türk Metal’in Başkanı Mustafa ÖZBEK’e karşı yapmıştı… O zaman da gerçek amacın ne olduğunu o gün çalıştığım gazetede yazmış ve “Mustafa ÖZBEK’e sahip çıkın!” diye adeta yalvarmıştım…

SAKLAMBAÇ OYNAYAN “HÂKİMLER VE SAVCILAR ÜST KURULU”
VE ADALET BAKANLIĞI
Her şey bir yana, 6'ncı gözaltı operasyonunda gözaltına alınanlardan bazıları gözaltına alınmalarının üzerinden 4 (dört) gün geçmesine rağmen yargıç karşısına çıkartılmamışlardır. Bu yasalara göre suçtur, yasaları tanımamazlıktır hatta buna sebebiyet verenler hukukçu olduğu sanılanlardır. Bu nedenle de bu tavır Türkiye Cumhuriyeti Yasalarına “MEYDAN OKUMA”dır. Şimdi sormak isterim, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ile Adalet Bakanlığı daha ne beklemektedirler? Yoksa onlar da… (5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 91. maddesi: Gözaltı süresi, hiçbir gerekçeyle 4 günü geçemez-Yol süresi zevzekliği de dâhil-) Bu husus bu süreçteki en çarpıcı “küstahlık”tır, diğerlerini burada zikretmek istemiyorum…
Özellikle hukuka aykırı olarak toplanan delilleri görmezden gelmek, “aslını inkâr etme”yi bile gölgede bırakacak bir seciyesizliktir.

OYUN İÇİNDE OYUN, KUMPAS İÇİNDE KUMPAS
Ben iddia ediyorum ki, başlangıçtan itibaren yapılan bütün melanetler aslında bilinçli ve kasıtlıdır. Bunun amacı, “Ulusalcı/Milliyetçileri” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurmaya zorlamak, hatta mahkûm ettirmektir. Ki bu gerçekleştiğinde FETTOŞ & TAYYOŞ güdümlü medya, bu kez bunu diline dolayacak ve en hafifinden şunları yazacaklardır:
“AB’ye küfrediyorlardı şimdi onlara muhtaç oldular…”
“İkiyüzlüler…”
“Takiyyeciler…”
Biri şu soruya ya yanıt vermeli ya da bir çare üretmelidir.
İddia ediyorum ki bu süreçte gözaltına alınanların ve tutuklananların tamamına yakını, bu sürecin içine kasıtlı olarak dâhil edilen birkaç kişi hariç BERAAT EDECEKLER’dir. Ardından da TAZMİNAT talep etme hakları doğacaktır. Mağdurlar önce Türkiye’deki YARGI sürecini bitirmek zorundadırlar. Bu aşamada meşhur bakanın danışmanı tarafından sevk ve idare edilen bazı yandaşlar ve/veya tehdit ve şantaj altında tutulanlar bu haklı tazminat taleplerini şiddetle reddederek mağdurları AİHM’ye yönlenmeye mecbur ve mahkûm bırakacaklardır.
Bu durumda elin terörist ve eşkıyası Yasin Al Kadı’ya “bütün varlığı ile kefil olan” iktidarın başı acaba ne yapacaktır? İktidar ve yandaşları tarafından her türlü melanet kullanılarak emir ve komuta altına alınmış sorumlu yargı ve emniyet mensuplarına bu yüklü tazminatlar rücu edilecek midir? Aslında bir numaralı azmettirici iktidar üyelerine ve iktidar partisinin tüm vekillerine bu tazminat ödemeleri rücu edilecek midir?
Bence edilmelidir. Gerekirse, bu tazminatların devlete geri kazandırılması için ilgililerin usul ve füruğun menkul/gayrimenkul varlıkları da rücu kapsamında değerlendirilmelidir.

TOPYEKÜN SALDIRILAR VE TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ’NİN EMİR KOMUTA ZİNCİRİNİ ORTADAN KALDIRMAYA YÖNELİK ORGANİZE EYLEMLER BÜTÜNÜ
Türk Silahlı Kuvvetlerini HUKUKSUZ ve KEYFİ uygulamalar sonucu terk etmiş, beni asmalarına müsaade etmemiş, kendi sandalyemi kendim tekmelemiştim. O günlerin acısı ve izleri benim ve ailemin hala yüreğinde. Ancak şahsen yaşadıklarım, benim Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yanında yer almama engel değil. Çünkü Türk Silahlı Kuvvetleri, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin artık her şeyi… Aşılamayan tek engel, zaptedilemeyen ve zaptedilemeyecek son kale. Eğer Türk Silahlı Kuvvetleri’nde olsaydım ne yapardım? Şimdi düşünüyorum.
İlk yapacağım şey amirlerimin ve üstlerimin gözlerinin içine bakarak onlara “Daha ne bekliyorsunuz? Ya sizden bekleneni yapın, ya da istifa edip makamlarınızı, yapması gerekenleri yapacaklara bırakın” derdim. Bunun sonuçlarına da katlanırdım, sonucu ne olursa olsun… Eminim ki, astlarım ve maiyetim de bana aynı muameleyi layık görürdü…
Bunları neden mi söyler ve talep ederdim?
Karşımızda yer alan güçler, Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed Mustafa’yı (S.A.V.) kılıktan kılığa, görüntüden görüntüye sokup karikatür haline getirip dalga geçenlerden medet umacak, yalvar yakar onlardan yardım dilenecek kadar onursuz ve münafıktırlar.
Onlar, FETTOŞ & TAYYOŞ ve MENDEBURLAR Co. olarak organize olmuşlardır. Amaçları, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni, Türk Yurdu’nu ve Türk Milleti’ni bütün kurumları ile satmak, soymak, ortadan kaldırmadan büyük bir değer olarak GLOBAL KÖPEKLER’e teslim etmektir. Bu pazarlamanın bedeli olarak da onlara bu STATÜ ve ROLLER ile adam sanılmaları için siyah renkli makam araçları ihsan edilmiştir. Bunlar münafıktır ve bunlar ihaneti bile maskara eden yaratıklardır.
Bütün güçleri ile üzerimize saldırmaktadırlar. “ERGENEKON” uydurmacası onların en son silahlarıdır. Ya bu oyunu kazanacaklar, ya da kaybedip yeryüzünden kazınacaklarıdır. Bunun farkındadırlar…
Özellikle biri, öylesine “küçüklük ve basitlik kompleksi” içindedir. “Kendi gibi olmak” ona yetmemekte ve daha başkalarının yapamadıklarını güya yaparak “en büyük” olmayı istemektedir. Ancak o zevat, ne yazık ki bir şeyin farkında değildir. Merhum Bülent ECEVİT, Merhum Turgut ÖZAL ve Merhum Adnan MENDERES’i taklit olarak da olsa geride bırakabilmek için önce İNSAN olmak gerekir…
Şimdilerde eminim ki Türk Silahlı Kuvvetleri’nin her yeri fokur fokur kaynıyordur. Bütün astlar ve maiyetler, amirlerinin ve üstlerinin gözlerinin içine baka baka “Daha ne bekliyoruz?” sorusunu soruyorlardır. Amaç aslında tam anlamıyla gerçekleşmek üzeredir. Çünkü FETTOŞ & TAYYOŞ ve MENDEBURLAR Co.’nun istediği de budur. Yani Türk Silahlı Kuvvetleri’ni 27 MAYIS’ta olduğu gibi emir-komuta zinciri dışında bir darbeye sürüklemektir. Hatta darbenin kanlı olması daha çok hoşlarına gidecektir. Çünkü düşünmektedirler ki böyle bir durumda yeterince hesap sorulmadan “Cehennemin dibini” boylayacaklar ve en büyük hastalığı unutkanlık olan Türk Milleti’nin nezdinde ileride “ucuz kahraman” olacaklardır. Ancak efendilerin unuttuğu Türk Silahlı Kuvvetleri’nin başında “netekim” paşa gibi “ABD’nin çocukları”nın artık bulunmadığıdır…
Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker BAŞBUĞ boşu boşuna herkesi ve her kesimi “soğukkanlı ve itidalli olmaya” davet etmemiştir. Hem de eminim ki yüreği, her an dağlanırken…
Orgeneral BAŞBUĞ’un bu tavsiyelerine rağmen FETTOŞ & TAYYOŞ ve MENDEBURLAR Co. medyası, bu operasyonun birincil hedeflerinin arasında 2008 yılı Yüksek Askeri Şura faaliyetlerini manipüle etmek olduğunu açıklamışlardır. Onlar, 2008 yılı Yüksek Askeri Şura’nın “orta malı gazetelerin, devlet kredisi ile soysuzlık yapan TV’lerin haber toplantısına” çevirmek için çırpınmaktadırlar.
Kısaca, aslında “ERGENEKON” Operasyonunu tezgâhlayanlar ÇETE’dirler. Hem de ORGANİZE bir ÇETE…

ASELSAN’DA GÖREVLİYKEN VE ISPARTA’YA GİDERKEN TOPLUCA KATLEDİLEN BİLİM ADAMI SUİKASTLARINA BİR YENİSİNİ DE
BU KURMALI EKİP EKLEDİ
Son yıllarda ASELSAN’da çalışan bazı değerli bilim insanları İNTİHAR süsü verilerek SUİKASTLARA hedef olmuşlardı. Bunları ISPARTA uçağında topluca KATLEDİLEN bilim insanları izledi. Prof.Dr. Ercüment OVALI’ya da FETTOŞ & TAYYOŞ ve MENDEBURLAR Co. kıydı. Hem de bu kurmalı ekip eliyle… Gen teknolojisi denildiğinde Türkiye’de ilk sırada dünyada ilk on arasında akla gelebilen bir BİLİM İNSANI’na…
NOT: Saygıdeğer okurlarım bu yazımı bir gazetede yazmak isterdim ancak Anayurt Gazetesi’ndeki görevimden 22 Temmuz 2007 tarihi itibarı ile ayrılmak zorunda kaldığımdan derdimi ancak bu blogspot yolu ile anlatmak durumunda kaldığımdan dolayı üzgünüm…

Hasan Hüseyin MEMİŞ
hhmemis@gmail.com
//hhmemis.blogspot.com

Nihat Genç'ten "Fethullahçı" Gençlere Çağrı

Nihat Genç'ten "Fethullahçı" Gençlere Çağrı
Bilgisayarımın başına oturuyor ve son birkaç gündür Fethullah Hocacı diye bilinen internet sitelerinde aleyhimde yazılıp çizilenlere cevap veriyorum. Fethullahcı diye bilinen nurcu kardeşlerim, sizler benim özbeöz kardeşlerimsiniz, toprağımın çocuklarısınız ve yüzlercenizi tanıyorum, pırıl pırıl tertemiz çocuklarsınız.

Benim isyanım tepenizdeki on onbeş ağbinizin sizi Amerika’ya köpek yapması ve ideolojik köleler haline getirmesinedir. Siz de bunları içinizde tartışıyor bu utançtan çıkamıyor ve hayıflanıp duruyorsunuz, ancak, benim gibi bağımsız yazarlar sizlerin zorla sürüklendiği bu kapanları dobra dobra konuşur. Bağımsız yazar demek kimseye eyvallahı olmayan Allah’tan başka kimseden emir almayan yazar demektir.

İşte Irak’ta bir milyon müslüman kardeşimiz öldürüldü ve seyirci kaldınız, gazetelerinizin yayın politikası ortada, Amerika Irak’a girdiği günden beri susturulmuş yazarlarla dolu gazeteleriniz Amerikancılığından zırnık taviz vermedi. Bu utanç hepinizi felakete götürecek. Bush’un adamı olmak ya da hristiyan evanjelistlerle aynı siyasi çizgide olmanın faturasını er geç içinde yaşadığınız ideoloji pahalıya ödeyecektir. Ancak sizler bugünden bu ihanet çizgisini içinizde yüksek sesle tartışırsanız bir nebze taşıdığınız müslümanlık sıfatını şeytani kirlilikten kurtarmış olursunuz. Bizim de derdimiz size bu muhasebeyi yaptırmaktır. Sizi bu derin muhasebeye zorlamaktır. Ama gazetelerinizi ve internet sayfalarınızı yöneten ağbileriniz böyle yapmıyor, tam tersine, Fethullah Hoca’ya kim karşı geliyorsa onu faşistlikle delilikle özgürlük düşmanlığıyla suçluyor.

Bana istediğiniz suçlamaları yapabilirsiniz, ben bu suçlamaların üretildiği kafaları ve yerleri iyi biliyorum. Sizin bu düşüncelerinizi üretenlerin tıynıyetlerinden, şereflerinden, insanlıklarından çok çok haberdarım.

Mesela sizler Orhan Pamuklarla aynı safta ve Ermeni vakıflarıyla canciğer ilişkileri kendi ağzıyla belgelenmiş Elif Şafaklar’a sesinizi çıkartamazsınız, çünkü, ağbilerinizden biriyle evlendi ve hepiniz artık susmak zorundasınız, bugüne kadar tek satır çıkmadığı gibi gazete ve dergilerinizde en küçük bir imaya dahi izin verilmedi. Çünkü dergileriniz ve gazeteleriniz kontrol altında. Kontrol altındasınız kardeşlerim. Artık bu büyük kontrol sadece sizleri değil bizi de kontrol etmeye başladı. Bakın bir takım siyasi cinayetleri çözeceğiz diye yola çıkan polis şefleri bizlerin onların öbürlerinin herkesin telefonunu rahatlıkla savcılık izniyle dinliyor, herkes dinleniyor, dinleniyoruz kardeşlerim. Ağbileriniz bizi dinliyor. Sadece bizleri mi askerleri de dinliyor, işte geçtiğimiz yıl ortaya çıkan andıç hadisesi Fethullah istihbaratının derinliklerini gösteriyor. Elinizden ne geliyorsa yapın, şikayetim bu değil, benim lafım, hem devletten maaş alıyorsunuz hem de devleti aşağılıyor devletle dalganızı geçiyor devlete karşı söylenmedik laf bırakmıyorsunuz. .

Bakın ben devletten maaş almıyorum, devletten ödül almıyorum devlet makamlarında değilim, ama sizler devletin en istihbarati yerlerindesiniz, TRT"desiniz iktidardasınız ve hala devlete küfrediyorsunuz. Bu ikiyüzlülüğün adı kalleşliktir, insan ekmek yediği yere bu kadar nankör davranır mı? SKY Televizyonu yüzlerce televizyondan sadece bir tanesidir ve sizin elinizde TRT 1, TRT 2, işte hergün nurcu ağbileriniz burada akşamın altısından gecenin onikisine kadar dini kültürel felsefi proğramlar yapıyor. Pekala bu ağbilerin proğramları sizlerin öfkesini kudurmuşluğunu giderecek sizleri rahatlatacak yayınlar yapabilmeli. Ama sanırım çok beceriksiz adamlar, sizleri yıllar boyu ekranlardan uyutuyorlar, Türkiye"yi konuşmuyorlar acılarımızı konuşmuyorlar dünyanın dertlerini konuşmuyorlar ve ama hergün bedavadan ordalar, üstelik maaş da alıyorlar, üstelik ne soranları var ve ne de onları eleştirenler. Eğer benim konuşmalarımı TRT yayınlamış olsaydı siz de devlete TRT’ye kızabilirdiniz, ama TRT artık sizin. Bir fikriniz varsa bir düşünceniz varsa bu resmi kanallarda sabahlara kadar yayınlayın ve rahat edin.. Yüzlerce Televizyon içinden bir tanesi niçin sizi rahatsız etsin, bırakın burada da biz kendimizce konuşalım. Ama ağbileriniz iki tür hayat yaşıyor, birinci hayatları gayet düzgün takım elbiseli ve size ekrandan gazeteden gösterdikleri yüzleri, ikinci yüzleri ise saklı, kirli, karanlık.. İşte o karanlık yüzü hepimizi tedirgin ediyor ülkeyi endişeye sürüklüyor.

Mesela ben Nihat Genç İslam felsefesini inciği cinciğine kadar okumaya çalıştım, Türkiye"de yayınlanmış binlerce cilt İslam külliyatı didik didik edilmiş olarak şu anda kütüphanemdedir, ayrıca ayıptır söylemesi ilk gençlik yıllarımda dizimi kırıp oturdum ve aylarca süren bir mücadeleden sonra Saidi Nursi külliyatını da hatim ettim.

Çünkü ben sadece müslüman değil müslümanların bilimini düşüncesini tarihini derinden merak ettim. Gazete ve ekranlardaki ağbileriniz bir kez olsun merak edip benimle ropörtaj yapmadı bir kez olsun benim kitaplarımdan bahsetmedi ve benim kitaplarımı bir tek mısra olsun tanıtmadı, kimi meşhur ettiler Elif Şafak gibileri.. Bundan şikayetçi değilim, ama sansürünüzü ambargonuzu işinize gelmeyenlere uyguladığınız ölümüne yoksaymaları şimdi yeni yetişen nurcu kardeşler de iyi bilsin. Böylelikle sizler vatanseverliği liberal Avrupacı yazarların ağzından öğrendiniz, sizin beyninizi yıkayanlar vatanseverlik kavramını size, ülkeyi Avrupa’ya peşkeş çekenlerin ağızlarından öğretti. Şu anda ülke sevgisi vatan devlet asker ulusallık milliyetçilik gibi bütün bu kavramlarda beyniniz darmadağınık ve bu saatten sonra size birçok şeyi anlatmak hayli imkansız.

Bakın gazeteniz yazarları ve Fethullahcı diye bilinen yazarlarla oluşturulan mahfiller kurumlar bugüne kadar mesela Kıbrıs meselesinde Yunan tarafını, Ermeni sorununda Ermeni tezlerini, Kuzey Irak sorununda Barzani tezlerini hoşgörüyle tartışıp bu üç temel sorunda da Avrupalılar’ın Ermeniler’in ve Barzani’nin ve Yunanlılar’ın tezlerini destekledi. Yetmedi, Irak’ta bir milyon müslüman öldürülürken sizler yine Amerika tarafında dinler arası ittifaklar medeniyetler çatışmaları laflarıyla eğlenip duruyordunuz. . Polis teşkilatı elinizde, TRT elinizde, milyarlık onlarca holding elinizde ve onlarca derginiz gazeteniz elinizde ve sizler hala doymamış olmalısınız ki SKY Türk’te tek tabanca konuşup bağıran Nihat Genç’e hiçbir müslümanın kaldıramayacağı küfürler savuruyorsunuz. Önce müslümanlığı öğrenmelisiniz. Önce hak adalet duygusunu yani Allah"ın adı olan Hak’kı öğrenmelisiniz. Kimseden beş kuruş para almadan kimsenin adamı olmadan kimseye ağbi demeden ve hepinizin yedi sülalenizin ambargo ve sansürlerine rağmen yazarlığıyla bugün milyonlara seslenen Nihat Genç’e katil, deli, faşist demeden önce, bu çocuk neler yazdı neler söylüyor diyebilmelisiniz. Yedi sekiz kitabım birer birer otuz baskıyı çoktan geçti, yani içinizde bu topraklarda kitapları hikayeleri en çok okunan yazarım. Torpille kayırmayla aylarca çok satan listelerinde baş köşelerde tuttuğunuz boya hamurundan yazarlarınız bu rakamları geçemez. İşte onlarca televizyonunuz var neden içlerinden tek bir tanesi benim kadar dinlenmiyor, izlenmiyor.. Ben insanları ekran başına beyinlerini yıkayarak mı jandarma zoruyla mı getiriyorum, beni dinlemezseniz sizi ülkeden atarım kovarım diye faşist diktatöryal tedbirlere mi başvuruyorum. Ama sizleri yetiştirenler sizlere kendi eserlerini dayatıyorlar kendi proğramlarını onyıllarca sizlere zorla izletiyorlar, okumaz ya da izlemezseniz, size burs vermezler, sizi evlerinden atarlar, sizi işe almazlar ve sizi de şimdi bana yaptıkları gibi ya yok sayarlar ya küfrederler.

Kardeşlerim, yalan söylemek müslümana hiç yakışmaz, işte internet sitelerini yöneten ağbileriniz, benim için AKP seçmenlerine hödük dedi beyinsiz dedi diye manşet attılar.. Konuşmam ortada tekrarını tekrar yayınlarız yine izleyin. Ben böyle bir cümle etmedim. Etmediğim halde bu yalana iftiraya niçin tenezzül ediyorsunuz. Beni gözden düşürmek için mi? Beni sizin gazeteleriniz sizin dergileriniz yazar yapmadı, ben, bu halka hikayeler anlata anlata yazar oldum, boşuna çırpınmayın. Ben konuşmamda, açıp bir daha dinleyin, eğitimsiz okulsuz kitapsız müzesiz kütüphanesiz insanların yoksullukları yüzünden estetik zevkleri siyasi seçicilikleri gelişmez ve beyinsiz bırakırlar, böylelikle bir partiye çabucak kanabilirler, dedim,.Mesela diyelim Batman’da yüzlerce yazar sanatçı olabilseydi Batman’dan bu kadar kolay oy alamazsınız, dedim.. İşte bunları dedim.. Peki neden yalan söylediniz. Fethullah hocanız sizi bu yalanları yönetmeniz için mi oralara yerleştirdi. Türkiye halkından vergiler alınıyor ve bu vergiler TRT’ye yatırılıyor siz bu TRT’lerde başköşelerde yıllar boyu konuşuyorsunuz ve ayrıca cemaatiniz Anadolu halkından zekat alıyor ve bu zekatlar büyük holdinglerinizi gazetelerinizi sıcacık ideolojik evlerinizi geçindiriyor.. Hem devletin paralarıyla hem ideolojinin topladığı zekat paralarıyla geçiniyorsunuz. Bu sizi utandırmıyor mu?

Bir genç insan olarak kendinize şu soruyu niçin sormuyorsunuz, Allah bana bir çift göz sağlam iki kol vermiş ben kimseye muhtaç olmadan kendi karnımı kendim doyururum, demiyorsunuz. Bir başkasından para alırsanız onların dükkanlarına gazetelerine tayinle torpille ideolojik dostlukla gelip yerleşirseniz şüphesiz onların adamı borazanı olursunuz, onlar kime havlarsa hepiniz ona havlarsınız, onlar kime karşıysa hepiniz ona karşı olursunuz. Benim bildiğim insan evladı kimseye muhtaç olmamalı. Birine muhtaç olursa onun kölesi cariyesi köpeği tebaası kulu olur. Bu da insanlığa hiç yakışmaz. O halde hepimize düşen görev müslüman çocukları bu zavallı sadaka dilenci durumuna düşürmeden kendi ayaklarıyla onurlarıyla tertemiz alınlarıyla ülkeye ve kendilerine hizmet etmelerini sağlamaktır. Hepimizin görevi de budur. Bu toprağın çocukları kimsenin adamı olmasın, kimseden emir almasın, kimsenin bekçisi koruması olmasın.

Müslümanlığın çağımızda düştüğü kepazelik işte bu insanlık facialarıdır.

Müslümanlar bağımsız insanlar yetiştirebilmeli.

Müslümanlar onurlarına düşkün olmalı.

Müslümanlar sadece kendi cemaatleri için değil tüm ülke için tüm insanlık için çalışabilmeli. İçinizde yüzlerce tertemiz müslüman çocuğun bu satırlarda dile getirdiğim acıları çektiğini çok iyi biliyorum, bu yüzden sözüm herkese değil, ancak, benim gibi bağımsız konuşan insanlar çoğalırsa belki içinizde bu insanlık acılarını çeken kardeşlerimiz çoğalmış olur. Bir de beni çok uzaklarda biri sanmayın, davet edin geleyim, televizyonlarınıza toplantı salonlarınıza her yere geleyim ve sizinle yüzyüze konuşayım.. Hatta birçok okulunuza gittim konferanslar verdim, ancak, benim rahatsızlığım bana ödül vermeye kalkmanızdır, ben ödül istemem, ben sizinle hepinizle her yerde her şekilde Amerika’yı bağımsızlığımızı müslümanlığımızı dünyamızı döne döne saatlerce konuşmak isterim. Ama konuşturmuyorlar, niçin konuşturmuyorlar, benim etim ne butum ne, işte telefonlarımı polis şefleriniz dinliyor, herşeyimi biliyorlar, benden niçin korkuyorsunuz ve kitlenizden niçin beni uzak tutuyorsunuz anlamıyorum. Anladığım benim söyleyeceklerim özel odalarda beyinleri yıkanarak yetiştirilen gencecik tertemiz çocukları elinizden alacak sizlerden kopartacak ya da bu Amerikancılığınızın ifşası kemiklerinize kadar sizi titretiyor, korkutuyor..

Allah aşkına bu nasıl müslümanlık, Avrupa’dan yanasınız, Amerika’dan yanasınız, Irak’ta milyonlarca müslüman öldürülüyor seyircisiniz, milyarlarca dolarlık holdinglerde keyif içindesiniz..

Baksanıza Aydın Doğan dahi size dokunamıyor, çünkü sizin gazetelerin dağıtım payından yüzde alıyor ve bu yüzdelerle Aydın Doğan bütün medyasının maaşını veriyor, evet, bir hesaplayın, Aydın Doğan medyasının maaş gelirleri Fethullahcı dergi ve gazetelerin dağıtım payından çıkıyor, hadi kaba bir hesap yapalım dörtyüzbin gazetenin ya da ikiyüzbin gazetenin dağıtım payı ne kadardır, ki bu pay bayilere ödenen nakit paradır..

Neyse lafı uzatmayalım. Fethullah hoca Allah’tan peygamberden büyük değildir, Fethullah’ın çizdiği siyasi yol Allah’ın yolu değil Amerika’nın yoludur, pekala Fethullah hoca da yanılabilir, tarihte Deli İbrahimler gibi bir çok İslam halifesinin yanıldığı gibi Fethullah hoca da yanılır. Hepimiz yanılırız. Bu yüzden hepimiz tartışabilmeliyiz. Halkın zekat paralarıyla ideoloji evleri kuruyor güya müslümanlık yapıyorsunuz ve bu ideolojik evlerde çocukların beyinlerini hristiyanlara Amerikalılar’a ittifaklara hazırlıyorsunuz. .

Anadolu halkı size verdiği zekat paralarının Elif Şafaklar’a maaş Nihat Gençler’e küfür hakaret olduğunu ne zaman öğrenecek.

Nihat Genç