31 Ekim 2008 Cuma

Dönemin İngiltere Büyükelçisi Percy Loraine'in Atatürk ile ilgili 40 Yıl Sonra Açıklanan Mektubu

Bu mesajı dikkat işaretle[Ne_mutlu_Turkum_diyene] ...Mustafa Kemâl'i öldürtmek için hayatının her anını yakından izleyen İngilizler'in dönemin Ankara Büyükelçisi'nin bu gizli mektubu ilk kez Kuva-yı Medya yayınlanmıştı..30 Ekim 2008 Perşembe, 14:21
Kimden: "BURHAN SAVAŞ" Göndereni Kişiler'e ekle Kime: "yaren14" , "infosolbirlik" , TOPLUMveBARIS@yahoogroups.com, "AVRUPA TÜRKİYEM" , cihan-turk-olsun@googlegroups.com, "NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE" , Ne_Mutlu_Turkum_Diyene@yahoogroups.com...daha fazla bilgi

.
Lenin'i suikastle ölümcül yaralıyarak yokeden İngilizler, Mustafa Kemâl'e de defalarca süikastçi göndermelerine karşın, şerefsizliklerinde başarıya ulaşamamışlardı. .. Büyük Kurtarıcımız'ın hayata vedasından hemen sonra, İngiliz Büyükelçisi Percy Loraine, 40 yıl açıklanmıyacak kaydıyla ve özel kuryeyle, Londradaki hükümetine gizli bir mektup gönderdi. Bu şifreli mektup, Türkiye'de ilk kez, KUVA-YI MEDYA tarafından yayınlanmıştı.. Burhan 30 Ekim 2008 Perşembe 11:12 tarihinde Kemal Simsek yazdı:


"MUSTAFA'NIN MİMARI" CAN DÜNDAR BU GİZLİ İNGİLİZ BELGESİNDEN HABERDAR MI?


Can Dündar'ın dün vizyona giren 'Mustafa' filmiyle ilgili tartışmalar devam ediyor. Film önce sponsorluk tartışmalarıyla gündeme geldi, şimdi de senaryosuyla tartışılıyor.

Filmi eleştirenler, Atatürk'ün kişisel yönlerinin çarpıtılarak verildiğini, sevenler ise cesurca ve farklı bir Atatürk yorumu olduğunu, söylüyorlar.

Bu noktada; Atatürk'ün ölümünden 15 gün sonra dönemin İngiltere Büyükelçisi Percy Loraine'in Londra'ya özel bir kuryeyle gönderdiği ve üzerine " 40 Yıl Boyunca Açıklanmayacak" damgası vurulan mektubu yayınlıyoruz.

İşte 'Mustafa' filmiyle ilgili yaşanan tartışmalara yeni bir boyut kazandıracak o gizli ibareli mektup:



Telgraf No: 608



İngiltere Büyükelçiliği



Ankara, 25 Kasım 1938



Aziz Lordum,

Size Mösyö Kemal Atatürk'ün ölümünü bildiren 194 sayılı telgrafı çok derin üzüntüler içinde sunmuştum.



2. Bu belgeye ek olarak, Büyükelçiliğimiz Müsteşarı tarafından hazırlanan ve Kemal Atatürk'ün geçmişteki kariyerini içeren belgeyi sizlere sunma onuru yanında, bu yazımda, Atatürk'ün yaptığı işleri övmekten çok, onun kişiliği ve bu ülke insanına ne ifade ettiği konusuna değinmeye çalışacağım. Hiç şüphesiz toplum bilimciler ve tarihçiler onun çalışma hayatı ve yaptıklarıyla ilgilenip ayrıntılı bir çalışma yapacaklardır. Ancak bunların çok azı, Atatürk'ün gerçek kimliğini öğrenmeden hazırlanacaktır ki; onu tanımadan yapılacak değerlendirmeler kuşkusuz yanlış olacak ve yanlış yönlendirmelere neden olacaktır.



3. Bu bilginin toplanmasında, ben belki de ayrıcalıklı bir konuma sahiptim. Her ne kadar, rahmetli Cumhurbaşkanı ile çok nadir karşılaşmış olsam da, bu görüşmeler diğer diplomatik temsilciliklerinkine nazaran daha sık ve daha uzun olmuştur. Bütün bunlar bir yana, görevimin ilk günlerinden itibaren Atatürk beni bir dost gibi görmüş, benimle görüşmekten memnun olmuş, görüşme fırsatı doğduğunda bundan hoşnut kalmış, karşılıklı konuşmalarımız esnasında ilgi ve dikkati asla azalmamıştır. Galiba, onun yeteneklerini ortaya çıkartan becerikli yaklaşımlarım vardı, bu yüzden olsa gerek görüştüğümüz konu hakkındaki fikirlerine ya da o konu ile ilgili sunduğu sonuca karşı çıktığımda benim bu tavrıma direnmezdi. Dolayısıyla, kendi özel kimliğini bana, diğer yabancılara gösterdiğinden daha fazla gösterdiğine inanıyorum.



4. Doğrudan edinilen tecrübelerimi sağlayan kişisel görüşmelerimiz dışında, onu çok yakın dostlarından ve hatta aramızdaki dostluğu gördükten sonra benimle onun hakkında konuşmaya hiç çekinmeyen Kabine'deki bazı Bakanlardan da birçok kez dinleme fırsatım oldu.



5. Atatürk'ün müstesna ve takdire şayan bir şahsiyet olduğunu söylemek pek bir şey ifade etmeyebilir. Ancak gerçekten müstesna ve takdire şayan bir kişiydi, neden bu niteliklere sahip bir şahsiyet olduğunu açıklamaya çalışmalıyım.



6. Sanırım bunu temelde "çift karakterlilik" olarak açıklayabiliriz. Bu ülkede nefret uyandıran ve yasaklanan H.C.Armstrong' un Grey Wolf (Bozkurt) adlı kitabını okuyan çoğu insan, çok yetenekli; inatçı bir enerjiye sahip, ancak insafsız, itici tavırları olan, serkeş mizaçlı, gem vurulmamış zevkleri, ahlak dışı ihtirasları olan; dahası, dostluğu tanımayan bir adamın portresiyle karşılaşmaktadır. Bu tesbiti doğrular görünecek kanıtları toplamak hiç de zor olmayacaktır; ancak şahsen ben, bir insanın bu şekilde tanıtılmasını tamamıyla yanıltıcı buluyorum.

Gözle görülen bir dizi kural dışılığı sadece ayrı karakterlilikle anlatabileceğime inanıyorum. Sadece şu veya bu savaşı kazanarak, şu veya bu kanunu çıkararak, harf devrimi yaparak ya da fes giyilmesini yasaklamak veya ülkeyi laik kılarak değil, yüzyıllarca acı çekmiş, ruh karartıcı yönetimler yaşamış bir ırkın dehasına güvenerek, sadece artık kölelik çekilmemesi gerektiğine inandığı için çok sayıda kuvveti harekete geçirip, -bir insanın büyüklüğünün ve sıra dışı görüşünün kanıtı sadece iyiliği ile ölçülebilir- on beş yıl gibi kısa bir sürede bu insan bir çok iyi şey yapmıştır. Gerisi ayrıntıdan ibarettir; sadece dedikoducu zihniyetin üzerinde duracağı ancak bir tarihçinin gerektiği kadarını vereceği ayrıntılar.



7. Atatürk'ün dinamik enerjisi üzerinde durmama gerek yok, bu enerjinin dayanılmaz gücü, Türk ırkının tarihinde şimdiden önemli bir sayfa olarak yer almıştır. Ancak ben, pek bilinmeyen bir başka özelliğine değinmek istiyorum: Bu da; Atatürk'ün doğuştan gelen, belki de farkında olmadan tıpkı sütün kaymağını hemen ayıran aletler gibi, faydasızı faydalıdan ayırma yeteneğiydi.



8. Atatürk'ün tüm karakterinde veya en azından mevcut şeklinde, bazı çelişkilerle karşılaşılmaktadır. İddia edilen acımasızlığı, onu tanıyanların çok iyi bildiği gibi, vatandaşlarına duyduğu sevgiyle uyuşmamaktadır. Tensel günahlar ve geçici ilişkilere duyduğu varsayılan zevklere karşın, toplumda kadının rolü kavramı, halk devrimlerinde en çarpıcı savunmayı ortaya koyduğu kadın hakları ve önemi ile bağdaşmamaktadır. Zira bir iki sene içinde çokeşliliği yasal olarak ortadan kaldırmış ve istedikleri takdirde harem kadınlarına bile devletin liberal mevkilerinin açık olduğunu ortaya koymuştur. (Kimi zaman toplum içinde de olsa) özel hayatını tanımlayan ve göz ardı edilmiş resmiyeti, giyiminin kusursuzluğu, olağanüstü tavırları ve resmi görevlerdeki asaleti ile garip bir çelişki yaratmaktadır. Sadece bir kaç büyük adam daha rahat ve daha güvenli hissetmenizi sağlayabilir; sanırım yok denecek kadar azı da gerektiğinde sizi bu kadar rahatsız hissettirebilir.



9. Atatürk, Batı'da "yes-men " ve uzun süredir Türkiye'de "evetçi" olarak bilinen tarzdan hoşlanmıyor, bu tür insanları aşağılıyordu. Ahmak ve dalkavuklara tahammülü yoktu. Aslında belki de en çok sömürücüleri sevmez, açgözlüleri hor görürdü. Bir insanın onun için çalışıyor olması fikrine hoş bakmazdı. Kendisi zaten ülkesi, ırkı ve insanları için yaşıyor, onlar için düşünüp, onlar için çalışıyordu. Diğerleri bu şekilde davranmıyorsa, görevlerini yerine getiremedikleri kanaatına varıyordu.



10. Korkarım gelecek nesillere Atatürk bir diktatör olarak aktarılacak. Bunun yanlış olacağı kanısındayım. Hem savaşta, hem barışta evet o büyük bir liderdi -ancak gerçek bir diktatör değildi. Ne yazık ki ben, şimdiye kadar onu anlatabilecek diktatör kelimesine ait bir tanımımız olduğuna inanmıyorum. Ancak Hitler ve Mussolini'nin tersine, devlette idari veya yönetim fonksiyonu bulunmuyordu; af yetkisi yoktu; mahkemelere emir yetkisi yoktu; diplomatik misyon temsilcilerini reddetme hakkına sahip değildi. Bütün bu hususlara teknik gözle bakıp bir kenara iter ve tüm devlet meselelerinde onun isteklerinin hakim olduğu konusunda ısrar edebilirsiniz. Doğru, ancak daha çok o konudan sorumlu kişilerin onayının hakimiyeti şeklinde karşımıza çıkıyordu. Olayların gidişi, Atatürk'ün görüş açısının doğruluğunu, verdiği hükümlerin zekice olduğunu ve hata yapmadığını göstermiştir.

Dolayısıyla sıkça fikirlerine başvurulması ve memnuniyetle bu fikirlerin uygulanmasını görmek pek de şaşırtıcı değil. Ancak onu Mussolini, Hitler veya Primo de Rivera gibi diktatörlerden ayıran belki de en büyük özellik, başından beri isteyerek ve çok emek sarf ederek, kendini yaşatacak bir sistem kurmaya çalışmasıdır.

Atatürk'ten sonraki cumhurbaşkanı seçiminin sessizce hallolması ve ölümünden sonra kurduğu rejimin sakince sürmesi bir kriterse, evet başarılı olmuştur.



11. Atatürk'ün idrak gücünde esrarengiz bir yön vardı; küçük şeylere önem vermeyiş veya sinsi olamayışında üstün bir yön bulunuyordu; konsantrasyon gücü olağanüstüydü; şefkat ve ilgi bekleyen bilinçaltının etkileyici yanı belki de şuurlu amacının buz gibi dimdikliğinin bir başka parçasıydı.



12. Müslüman olarak doğmuş, ancak din karşıtı bir kişi olmuştu, doğruluğu sevmiş, günahtan nefret etmişti; işini iyi bilen, istidat sahibi bir askerdi, savaştan nefret ederdi. Bağımsızlığı elde ettiği andan itibaren barışın peşinde koşmuş ve barış ortamını sağlamayı başarmıştı. Türkiye'nin kaderini elleri arasına aldığından beri, Kemalist Cumhuriyet'in dostluk elini uzatmadığı ve aralarında Osmanlı Imparatorluğu'nun düşmanlarının da bulunduğu tek bir komşusu dahi yoktur. Uzatılan dostluk eli çoğunlukla tutulmuş ve sarf edilen çabalar sonunda ülkelerarası sürtüşme azaltılarak, doğunun bu bölgesinde daha geniş kapsamlı barış, dikkat çekici bir biçimde sağlanmıştır.



13. Kemal Atatürk yapılması gerektiğine inandığı şeyleri korkusuzca yerine getirmekten asla vazgeçmemişti.

Hastalığının şiddetlendiği anlarda ölüme çok yakınlaşmış olsa bile, korku asla ne yüreğine ne beynine yerleşmeyi başaramamıştı.

O, Türk Milleti'ne hizmet ederken öldü. Ölüm bile büyük zaferini ondan çalmayı başaramamıştır.

İnsanlara hayatlarını, onur ve şereflerini ve insanca yaşama yolunu vermiş, belki de tüm bunlardan daha önemlisi bu haklarına sahip çıkmalarını sağlayacak bağımsızlığı tattırmıştır.

Lordum, en derin saygılarımla, sizin en sadık ve en mütevazı hizmetkarınız olduğumu bildirmekten şeref duyarım.



Percy Loraine

( www.odatv.com )


--
YETER SÖZ HALKIN!

Aydınlık Günlere
Kemal Şimşek

HİCİV

AMERİKAN KÖPEĞİM! PAPA'MIN 20'İNCİ KARDİNALİ SARIKLI KARDİNALİM! ATTAN DÜŞEN EŞEĞİM! ÖDÜLLÜ SİYONİSTİM!





Papa’mın Kardinali

Sarıklı efendimin

Arkasından gidenin

Kanı bozuk olduğu

Cümle Buş’um biliyor.





Sarıklı Kardinalle

Agopyan’ın babası

Amerikan CİA’sı

Eyler fetva duası

İslâmın Ilımlısı

Amerikan Rüyası





Amerika batarken

Aptal aptal bakarken

Attan düşen Eşeğim

Ödüllü Siyonistim

Eşbaşkan Buş’um hamisi





Amerikan Köpeğim

İmralı’da yatarken

Sarıklı Kardinalim

Buş’la halvet ediyor.





“Papa”mın 20’nci Kardinali

Fettoşumum var iken

Plânım Ortadoğu

Haçlı İrticacımım

Sadık kullarımdan

Tayyibim nutuk atarken

Barzani’mi tanırken

Kabesidir Erivan

Artin’imin Gül’ümün.



31 Ekim 2008

Mekteb-i Mülkiyeli

Zülfükâr



EY TÜRK MİLLETİ! UYAN VE KENDİNE GEL!

Ey Türk Milleti, içinde bulunduğun derin uykundan uyan, gözünü aç; yoksa, uyandığında aziz Vatanımız Türkiye'mizin toprakları ayaklarımızın altından kayıp gidecek. AB-D Emperyalizminin Evangelist-Haçlı İrticasının ve Yahudi din devleti olan İsrail'in vaadedilmiş kutsal topraklarının işgal projesi olan Büyük Ortadoğu Siyonist Projesiyle son sömürgeleri ve esir milletleri kervanına Türk Milletini de katmaya çalışıyorlar. Ey Türk Milleti! Uyan ve kendine gel! Üzerindeki ölü toprağını silkele ve Türkiye Cumhuriyeti'nin Kurucusu Ulusal Kahramanımız, Yüce Önderimiz Gazi Mustafa Kemâl ATATÜRK'ümüzün Bağımsızlık Meşalesine sonsuza değin sahip çık. BAŞKA ÇAREN YOK! Ya İstiklâl, Ya Ölüm! Siyonist-Evangelist Haçlı İrticanın önünde eğilmektense kanımızın son damlasına kadar Türk Milleti'nin insanlık onuruna sahip çıkalım ve Haçlı-Siyonist İrticaya ve işbirlikçilerine karşı direnelim.

Özgürlük Karakterimdir. Ne Mutlu Türküm Diyene!

30 Ekim 2008 Perşembe

AMERİKA'NIN ACELESİ VAR

30 Ekim 2008





Olmak ya da Olmamak

Mehmet Bedri Gültekin





Amerika'nın acelesi var



Genelkurmay Başkanı Sayın Başbuğ'un Aktütün baskını sonrasında malum medyadan yapılan saldırılar üzerine yaptığı konuşma, bir anlamda "son söz" idi. Genelkurmay, bu konuşma ile "sözün bittiği yer"e geldi.



Buna karşılık "Taraf" gazetesinin ertesi günkü manşeti şöyle oldu:

"Tehdidi bırak, hesap ver!"



Deyim yerindeyse Genelkurmay bıçağın kemiğe dayandığı noktada resti çekti. Ama "Taraf" ertesi gün resti gördü.



27 Ekim günü ise Kara Kuvvetleri Komutanı sayın Koşaner, Aktütün baskını ile ilgili olarak yapılan soruşturmanın sonuçlarını açıkladı. Açıklamada dikkat çeken nokta, Kara Kuvvetleri Komutanının; Basında, Aktütün baskını ile ilgili olarak yer alan bilgilerin Genelkurmay'dan sızmadığını; ama Amerika, Emniyet veya İçişleri Bakanlığı'ndan sızmış olabileceğini söylemesi oldu.



Koşaner'in bu konuşması da cevapsız kalmadı. "Taraf" gazetesi ertesi gün, "Saklanamazsın Genelkurmay" manşetini atarak meydan okudu.



Gazete'nin tavrı önemlidir ve bu tavrın Amerika'ya ait olduğu açıktır. Esasen önemi de buradan gelmektedir.



"Taraf" bu tutumunda yalnız değil. Fethullah medyası ve İktidar yandaşı basın, genel olarak aynı tutumu benimsedi: Pervasız ve saldırgan…



ABD'NİN HESABI



Amerika Türk Ordusu'na yönelik bu kışkırtıcı tutumuyla neyi amaçlamaktadır?



Plan şu mudur? Hesapsız bir çıkışa zorlanan Ordu'nun önüne, altından kalkamayacağı sorunları yığarak teslim almak.



Gerçekten de Türkiye'nin önüne konulacak olan sorunlar küçümsenecek gibi değil: Ayrılıkçı terör, etnik çatışma tehdidi, din ve mezhep çatışmaları, ekonomide iplerin tamamen ABD'nin elinde olması dolaysıyla yaratılacak krizler, devletin hemen bütün kurumlarında yarım yüzyıl boyunca gerçekleştirilen örgütlenmenin ABD'ye sağladığı avantaj, Soros vb fonlarla desteklenen sivil toplum örgütleri ağı vb. Bu sorunların altında ezilecek olan TSK'nın teslim alınacağı düşünülüyor.



Veya önündeki sorunların büyüklüğünü gören Ordu'nun, harekete geçmeden önce Amerika ile anlaşması öngörülüyor.



Hesabın bu olduğu anlaşılıyor. Peki bu hesap gerçekçi midir?



Gerçekçi olup olmadığı başka bir yazının konusu olabilir. Burada daha çok Amerika ile Türkiye'deki işbirlikçilerini hesaplaşma tavrına getiren nedenler üzerinde duracağız.



ZORUNLULUK



Amerika'nın zamanı yoktur ve acele etmektedir. Ele aldığımız ve cevabını bulmaya çalıştığımız birçok gelişmenin açıklaması buradadır.



Amerika tarihinin en kritik dönemini yaşıyor. Irak ve Afganistan'daki askeri çıkmaz sadece bazı mevzilerin kaybedilmesi anlamına gelmeyecektir.



Ekonomik kriz ABD'nin hegemonya tahtını sallamaktadır.



Asya önlenemez bir yükseliş içindedir. Öte yandan Avrupa giderek daha fazla bağımsız hareket etme eğilimindedir.



Nazik bir kuvvet dengesinin oluştuğu mevcut koşullarda Türkiye'nin bırakalım saf değiştirmesini, kayıtsız şartsız ABD'nin yanında olmak olarak ifade edebileceğimiz AKP tutumunu reddetmesi bile, dünya dengelerinin köklü bir şekilde değişmesi anlamına gelecektir.



Böyle bir durumda ABD'nin kaçınılmaz çöküşü hemen gerçekleşir. Bu gerçeğin en fazla farkında olan Amerika'dır.



Onun için ABD, deyim yerindeyse Türkiye'yi "sağlama almaya" en büyük önceliği vermektedir. Yani Amerika'nın kontrolü altında olmayan güçler tasfiye edilmelidir ki Türkiye'nin istenmeyen bir tarafa gitmesi önlenebilsin.



Bunun için İşçi Partisi hedef alındı. Çünkü İşçi Partisi Avrasya seçeneğini ve Bölge Merkezli Dış Politika'yı temsil ediyor.



TSK hedef alınıyor. Çünkü TSK, Amerika'nın kontrol edemediği ve elinde silah olan bir güç.



Ergenekon Operasyonu'ndaki akıl almaz kanunsuzluklar ile TSK'yı hedef alan küstahça saldırıların açıklaması budur.



Engeller temizlenir ve Türkiye'nin küresel güç oyununda ABD'nin yanında kalması garantiye alınırsa, ABD önemli bir avantaj elde edecektir.



Aynı hesapla Amerika, Osetya üzerinden Rusya'yı hizaya getirmeye çalıştı. Sonucu gördük.



Ergenekon Operasyonu ve TSK'yı zamansız mindere çekerek ABD farklı bir sonuç elde edebilecek mi? Bu sorunun cevabını da önümüzdeki günlerde yaşayarak göreceğiz.



AKP VE FETHULLAH



Amerika, acele etmekte haklı. Ama acele eden sadece Amerika değil.



AKP'nin de acelesi var.



Ekonomik krizle birlikte işbaşında kalmaya devam eden bir iktidar daha görülmedi. Kriz, Türkiye'yi ufaktan ufaktan yoklamaya başladı. Çanlar AKP için çalıyor.



Halk, ekonomide işler yolunda giderken yolsuzluk olaylarına çok fazla kulak asmayabilir. Bizim halkımızda, "hem yiyir, hem yapir, helal olsun!" felsefesi vardır.



Ama kriz koşullarında ise yolsuzluk; "isyan" nedenidir. AKP şimdi halkın "isyanı" ile karşı karşıyadır.



Bu koşullarda AKP, ancak muhalefeti yok edilmiş bir ülkede iktidarda kalabilir. Onun için bu Parti bugün, bütün varlığı ile ABD'nin yanındadır.



Hem Ergenekon Operasyonunda, hem de Ordu'ya yönelik her saldırıda.



Fethullah Gülen'e gelince;



Daha birkaç yıl önce "ABD'nin daha 50 yıl dünyanın hakim gücü olarak kalacağını ve akıllı bir Müslüman'ın bu durumu görerek ABD ile beraber hareket etmesinin en doğru tutum olduğunu" söyleyen Fethullah'ın başka bir şansı yok.



O, her durumda ABD'nin yanında.

mbgultekin@ip.org.tr

CUMHURİYET BAYRAMI KUTLAMASI

Türkiye Cumhuriyetinin 85. kuruluş yıldönümü ve Cumhuriyet Bayramı kutlu, Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK, şehitlerimiz, ebediyete intikal eden gazilerimiz ve adsız kahramanlarımızın ruhu şad olsun!

Dr. Ali Asker DEMİRHAN
mailto:aademirhan@hotmail.com
http://www.yemin.gen.tr/


__._,_.___

ASKER YEMİNİ

ASKER YEMİNİ
DAYANDIĞI MEVZUAT
4/1/1961 tarihli ve 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu
RESMİ GAZETE TARİHİ
10/1/1961 - 10703
YEMİN METNİ
Madde 37 – Silahlı Kuvvetlere katılan her asker andiçer. And sureti aşağıdadır:Barışta ve savaşta, karada, denizde ve havada her zaman ve her yerde milletime ve cumhuriyetime doğruluk ve muhabbetle, hizmet ve kanunlara ve nizamlara ve amirlerime itaat edeceğime ve askerliğin namusunu Türk Sancağının şanını canımdan aziz bilip icabında vatan, cumhuriyet ve vazife uğrunda seve seve hayatımı feda eyliyeceğime namusum üzerine andiçerim.
Genel Kurmay Başkanlığı internet sitesi için tıklayınız.

29 Ekim Cumhuriyet Bayramı







VASİYET

Vasiyet: LEŞİM KOKSUN KARA TOPRAK ALMASIN...


Tarih : 29/10/2008 - 09:13:12
Malım-mülküm helal olsun millete, Canım kurban olsun ulu devlete, Katlanırsam eğer ben bu zillete, Yere batsın soyum-sopum kalmasın... (Bu şiir, İstiklâl Savaşımız süresince mücadele edip, İzmirin kurtuluşu sırasında şehid düşen bir Mehmetçiğimizin cebinden çıkmıştır.)

“Fedâkârlık denen şey olmasaydı, ne vatandan ne de insanlıktan eser kalırdı.”(Torlakon öğretisi)

VASİYET

Yaşlı anam oğul diye ağlarken,Yeşil yurda düşman ağu çalmasın.Altın ırmak şırıl şırıl çağlarken,Ocağıma düşman ateş salmasın.* * *Malım-mülküm helal olsun millete,Canım kurban olsun ulu devlete,Katlanırsam eğer ben bu zillete,Yere batsın soyum-sopum kalmasın.* * *Ulu Mevla'm şudur ancak dileğim,Bükülmesin boynum,kolum,bileğim,Yas tutmasın evde güzel meleğim,Yanağında taze güller solmasın.* * *Toprağıma düşman tohum atarsa, Mahsulümü malı gibi satarsa,Can yurdumda yerleşerek yatarsa,Dünya benden rahat yüzü bulmasın.
* * *
Düşmanları öne katıp sürmezsem, Defterini birer birer dürmezsem, Öç alarak muradıma ermezsem,Kıblem Kabe dinim İslam olmasın. * * *
Yalın kılıç düşmanıma çalmazsam,Bir başıma ordusuna dalmazsam,Güzel İzmir eğer seni almazsam,Leşim koksun kara toprak almasın…
(Bu şiir, İstiklâl Savaşımız süresince mücadele edip, İzmir’in kurtuluşu sırasında şehid düşen bir Mehmetçiğimizin cebinden çıkmıştır.)


TÜRKÜLERİN DİLİ
Babamız Yemen’de şehid düştüğünde 2-3 yaşında ancaydık.
Birlikte askere giden Mahmut amcamızdan ise hiçbir haber alamadık.
Etrafımızda bizlere kol-kanat gerecek büyüğümüz kalmamıştı.
Felçli dedemizin yanıbaşında büyüdük.
Sefalet çoktu, kazanç diye bir şey zaten yoktu.
Bunların üstüne bir de Yonan işgali…
İşgal yıllarında 3-5 yaşındaydık.
Zaten kıt olan mal-maşat çok değerliydi o vakitler.
İnek ve danasını çifte koşup sürmeye çalışıyorduk toprağı.
Tavukları, koyunları ve danaları “mutfaklık” diye toplayıp götüren düşman,
Öküzleri de nakliye işlerinde kullanmak için alıp götürüyordu.
Korucu Sağır Omar, düşmanın hayvanları doldurduğu yerin kapısını kıytararak(aralık bırakarak) kurtardığı koyunlarımız eve döndüğünde dünyalar bizim olmuştu.
Bizim Gara İbiram da boynuna sarılıp hüngür hüngür ağlamış, “mutfaklık” diye götürülen danası kaçıp tarla yolunda karşısına çıkınca…
Yokluğun, çilenin, zilletin, hasretin hangı birini anlatam?…
Şimdilerde ise yaşamak ne kadar kolay.
Bolluk olunca beğenemez oluyor insanoğlu.
Varlığın değeri yeterince anlaşılamıyor.
Hürriyete ne zorluklarla erişildiği unutuluveriyor.
İnsan önce dinlemeyi bilmeli.
Dinlediğini de iyi duymalı.
Duydukları iyiyse yapmaya çalışmalı, kötüyse bırakmalı.
Göremiyorum, duyamıyorum gayrı.
Eskiden kafamda kalanları anlatabiliyorum sadece.
Bizler bugün var, yarınsa yokuz.
İsteseniz de konuşturamazsınız toprağa girince.
Bizleri anlatacak tek bir şey kalacak geride;
Türkülerin dili…
(Ve başlıyor “Fahrettin Altay Paşa Türküsü”nü söylemeye, Memiş oğlu Halil İbrahim Çavuş)
Editör : TORLAKON

29 Ekim 2008 Çarşamba

FETULLAH GÜLEN AJAN BORSASI (TÜRKİYE'DEKİ ETKİ AJANI BORSASI: FETULLAHÇILAR)

Fethullah Gülen'in ABD ile kurduğu köprü hep işlektir. Gülen, yükselişindeki büyük basamakları Amerikancı liderlere borçludur.

Örgütün kuruluşuna harç koyan, 1960'lı yıllarda dönemin uzun süre başbakanlık yapan Süleyman Demirel'dir.

Gülen, uluslararası ölçekte faaliyetini, ABD'nin Türkiye'de en güçlü olduğu yılda, 1980'de başlatmıştır. Devletin içindeki kaynakları o kadar sağlamdır ki, askeri müdahale yapıldığı 12 Eylül'den bir gün sonra 13 Eylül 1980'de, hakkındaki operasyon emrini öğrenip kaçabilmiştir. 12 Eylül yönetimi, bir yandan aranıyor iken onu Çanakkale Merkez Vaizliği'ne atamıştır. 12 Eylül döneminde örgütlenme faaliyetleri katlanarak devam etmiştir. Gülen örgütüne sıçramayı yaptıran, 1986'da yakalanmışken onu İzmir Sıkıyönetim Komutanlığı kuvvetlerinin elinden alan dönemin başbakanı Turgut Özal'dır. Gülen, en büyük gelişmeyi, ABD vatandaşlığı ve CIA görevliliği Genelkurmay Askeri Mahkemesi'nce soruşturulan Tansu Çiller'in başbakan olduğu 1993-1997 yılları arasında yaptı.

Gülen, Çiller iktidarında Türk Silahlı Kuvvetleri'nin terfi ve tayinlerine bile müdahale edecek güce ulaşmıştı. Fethullah Gülen, bir orgeneralin kuvvet komutanı olarak atanmaması için hangi girişimlerde bulunduğunu bizzat kendisi 10 Ekim 1995'te basın toplantısında açıklamıştı.


Okulları ABD'nin Desteğiyle Açıyoruz İtirafı!

1998 yılında Fethullah Gülen hakkında, Türkiye Cumhuriyeti' nin laiklik ilkesini değiştirmek için terör örgütü kurduğu savıyla tutuklama kararı çıkartıldı. Gülen, ABD'ye kaçtı. 6 yıldır ABD'nin Pensyllvania eyaletinde yaşıyor. Gülen, ABD'de uluslararası okulların, ABD’nin isteği ve desteğiyle kurulduğunu itiraf etti.

"Amerikalılar istemezlerse kimseye dünyanın değişik yerlerinde hiçbir iş yaptırmazlar. Şimdi bazı gönüllü kuruluşlar dünya ile entegrasyon adına gidip dünyanın değişik yerlerinde okullar açıyorlarsa, Amerika ile çatıştığınız sürece bu projelerin gerçekleştirilmesi mümkün olmaz."
(Nevval Sevindi, Fethullah Gülen ile New York Sohbeti, Sabah Kitapları, 4. basım, İstanbul, Aralık 1997, s.39.)


Gülen, gücünü ABD yönetiminden aldığını da saklamıyor:

"Amerika şu andaki konum ve gücüyle bütün dünyaya kumanda edebilir. Bütün dünyada yapılacak işler buradan idare edilebilir. Amerika hâlâ bu dünya gemisinin dümeninde oturan bir milletin adıdır. Amerika daha uzun zaman dünyanın kaderinde çok önemli rol oynayacaktır. Bu realite kabul edilmeli. Amerika gözardı edilerek şurada burada bir iş yapılmaya kalkılmamalı "

(Nevval Sevindi, Fethullah Gülen ile New York Sohbeti, Sabah Kitapları, 4. basım, İstanbul, Aralık 1997, s.39.)


Fetullah Gülen ajan borsası
________________________________________
Türkiye'nin ajan borsası ve Fetullah Gülen http://www.fethullahgulen.net.ms/

Fetullah Gülen 6 yıldan bu tarafa ABD'de yaşıyor. Fethullah Gülen, hayat sürdüğü Pensilvenya'daki çiftlikte, korunması ve imkânları ile CIA'nın 'çok özel' himayesinde olduğu biliniyor. Yani Fetullah Gülen görünen o ki ABD'yi mesken tutmuş durumda. Acaba Gülen'i Atlantiğin öte tarafında tutup buraya getirmeyen şey nedir? Gülen kendisine sayfalarını cömertçe açan kartel medyasındaki demeçlerinde bu konuda çelişkili beyanlarda bulundukça milletin kafası iyice karışıyor. Takiyye üstadı Gülen, duruma göre kimi zaman sağlık, kimi zaman sürgün, kimi zaman da şartların elverişsizliği bahanesine sığınıyor.

"Ülke koşulları müsait değil" ifadesi denklemi çözmeye yetmiyor. Çünkü Gülen finans kuruluşları ile, okulları, basını-televizyonu hattâ bakanları-milletvekilleri ile Türkiye'de gerçek anlamda bir iktidardır! Hükümetin en etkili bakanlarından Cemil Çiçek'in ifadesi ile "ne zaman isterse dönebilir" Ancak buna rağmen Gülen dönmüyor? Bu koşullar altında Fetullah Gülen'i CIA'nın himayesine alış, ülkeye dönmekten alıkoyan "derin suç" acaba nedir? Bu sorunun cevabı ANKA AJANSI'NIN 2003 tarihli haberinde gizli. ABD DIŞİŞLERİ'NİN RAPORU: ''FETHULLAH GÜLEN'İ DEVLET DESTEKLEDİ'' başlıklı ve bu güne kadar tekzip edilmeyen haberdeki şu çarpıcı tesbit gerçek her şeyi açıklıyor: "GÜLEN, 1980'LERİN ORTALARINDAN, 1997'YE KADAR DEVLET TARAFINDAN DESTEKLENDİ" ABD Dişişleri Bakanlığı'nın hazırladığı "2003 Uluslararası Dinsel Özgürlük" raporunun Türkiye bölümünde, Tarikatların 1920'lerden bu yana resmi olarak yasak olduğu ifade ediliyor. Ordu'nun, tarikatları laiklik karşısındaki en zararlı tehditler olarak gördüğü vurgulanırken, tarikatların yaşamaya devam ettiği ve yaygınlaştığına dikkat çekildi.

Milli Güvenlik Kurulu'nun, İslami köktencilikle mücadelesinde, tarikatlara karşı daha sıkı önlemler alınmasını istediği belirtilirken, "Bununla birlikte, bazı önde gelen siyasi ve sosyal liderler, tarikatlarla ve diğer İslami topluluklarla bağlantılarına devam ediyor" ifadesi dikkat çekti. Raporun bir diğer ilgi çekici bölümünü ise, halen ABD'de yaşayan Nur tarikatı lideri Fethullah Gülen ile ilgili olan kısım oluşturdu. Raporda, "Gülen, 1980'lerin ortalarından, 1997'ye kadar devlet tarafından desteklendi" denildi. Gülen'in, 2000 yılında Terörle
Mücadele Yasası'na dayanarak 5 ile 10 yıl arası hapis cezasıyla karşı karşıya kaldığı belirtilen raporda, Gülen'in, orduya sızma teşebbüsü içinde olduğu iddiasına da yer verildi. Gülen'in 5 yıl içinde bir başka ağır suça karışmaması halinde, davanın düşeceği de anımsatıldı

ABD Raporunda 1997 yılına kadar Türkiye’de derin devletçe kullanılan Gülen'in bu tarihten sonra ABD- İngiltere- İsrail ve Vatikan dörtgeninde duble ajan olarak kullanıldığından bahsedip deşifre edecek değil herhalde. Bu kritik soruya doğrudan cevap olmak üzere, yazılarının bedeli olarak faili meçhul cinayetin kurbanı olan Dr. Hablemitoğlu'nun yayınladığı "Türkiye'deki Etki Ajanı Borsası: Fetullahçılar" isimli istihbarat raporundan bir bölümü aktarıyoruz: "Bizzat kendi yandaşlarının açıklamalarına göre; hocaefendileri yakın zamana kadar Türk devletinin istihbarat örgütlerine ajanlık yapmaktaydı. Bir başka ifade ile gerekli ve önemli bulduğu sakıncasız bilgileri -sırf gizli ilişkilerin ve amaçlarının örtülmesine yönelik olarak (second cover)-Türk ilgili makamlarına iletmekteydi. CIA ile bağlantının gelişmesinden sonra bu tür enformasyon hizmeti, (double-agent) statüsü içinde bir süre devam etti. CIA bağlantısı, Fetullahçıların ve de Hocaefendilerinin yerinde yani kendi vatanlarında taraf değiştirmesi (defection in place) sonucuna yol açtı.

Ta ki bu çarpık ilişkiyi Türk Silahlı Kuvvetleri ve MİT farkedinceye kadar!" İşte Fetullah Gülen'i Amerikalarda yaşamaya iten gerçek neden bu. Raporun ifadesi ile 'double ajanlık' Fetullah Gülen'in Türkiye'ye dönmesinin önündeki en büyük engeldir! Bir gerçek tüm çıplaklığı ile deşifre ediliyor ama raporun anlattıkları bununla sınırlı değil. İşte bir önemli soru daha: CIA, Fetullah Gülen ve teşkilatına acaba nasıl bakıyor? CIA'nın gözünde bu teşkilatın statüsü nedir? Rapordan izleyelim: "CIA nezdinde tüm Fetullahçılar(walk-in) diye tabir edilen bir kategoride tutulmaktadır. Yani kendi ayaklarıyla ve gönüllü olarak ajanlık hizmetine talip olmuşlardır." Rapora göre hizmet gönüllü gerçekleştiriliyor.

Hani en temel 'kutsalınızı' Ayet-i Kerimenin ifadesi ile 'çok az bir pahaya satma' durumu.. Raporda yer alan çarpıcı notları izlemeye devam edelim. Şu cümleler de hareketin uluslar arası boyuttaki çeşitliliğine ve hizmet zenginliğine! işaret ediyor: "Bir yandan ABD ile ilişkileri sürdüren Fetullahçılar, diğer yandan da Vatikan, Fener Rum Patrikhanesi, Musevi Hahambaşı derken, farklı ülkelerin istihbarat servisleri tarafından yönetilen-yönlendirilen bir yapı olarak paylaşılmaktadır". Peki bu kıymetli hizmetin! içeriğinde acaba neler yer alıyor? Bu hizmeti esas itibarı ile 'coğrafyamızın, Batının taleplerine özellikle dinî ve insanî olarak hazırlanması' olarak ifade edebiliriz ki bunun bir ayağı da Türk dünyasında icra ediliyor. Fetullah Gülen hareketi Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından, Sovyetlerin boşalttığı alana göz diken ABD-İngiltere imparatorluğuna hizmet etmiştir. Türk dünyası için "Ilımlaştırılmış İslam", yani "İslam olmaktan çıkmış İslam" formülünü üreten ABD-İngiltere ortaklığı, doğrusu, Fetullah Gülen'den daha iyi bir adres bulamazdı.

Türk dünyasında bir anda kurulan Gülen'e bağlı okulların sırrı işte bu ince noktadır! Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit o nedenledir ki, yani bu okulların misyonunu, niçin kurulduğunu, izinleri kimin aldığını, arkasında kimlerin var olduğunu bildiği içindir ki ölesiye savunmuştur! Hatta o günlerde doğan tepkiler üzerine Gülen'in "istiyorsanız Türk Milli Eğitimine devredelim" teklifi de aslında okulların arkasındaki gücü hatırlatma ve "zoru gösterme" amacı taşıyordu. Hablemitoğlu bu tesbitlerinde yalnız değildir. 1960'lı yıllardan beri Gülen'in sır ekibinden olan eski misyon arkadaşı Nurettin Veren yolları ayırdıktan sonra içerden gözlemleri ile yerel ajanlıktan sonra küresel ajanlığa terfi etmenin, derin devletten küresel çete ile iş tutmanın hikayesini anlatıyor.

İngiliz Kültürüne Katkı Ödüllü Türk dünyasında kurulan okullar senelerdir Türk dünyasını Batıya, ille de ABD ve İngiltere'ye bağlama vazifesi görüyor. ABD'nin gönderdiği ve CIA pasaportu taşıyan 3000 Dolar maaşlı öğretmenlerin kontrolünde bu okullarda, İngilizce eğitimi ve Batı kültürü aşılanıyor. Yukarıda bahsettiğimiz raporda ve başka kayıtlarda da yer alan şu bilgi her şeyi, bu okulların kuruluş gerekçesini yeterince izah ediyor: "İngiltere, Fetullahçıları desteklemekle Türk Müslümanları konusunda da söz sahibi olma niyet ve iradesini ortaya koymuştur. Lord Rotherham, Londra'da, Gülen ve teşkilatının bu konuda yaptığı hizmetler nedeniyle yapılan ödül töreninde Fetullahçıların okul sayısını kendi okulları olarak kabul ile övünerek '50'den fazla ülkede 500'den fazla okulumuz var' demiştir."

Raporda yeralan ve Lord Rotherham'ı heyecanlandıran, Fetullah Gülen'e övgüler dizdiren ödül töreninin başlığını da eklemeden geçmeyelim:"İngiltere'ye ve İngiliz kültürüne yapılan katkılardan dolayı üstün hizmet ödülü...". İngiliz kültürüne üstün hizmet nedeniyle verilen nişan ve yapılan takdirler sadece Londra'dan değil, Kazakistan'ın başkenti Almatı'daki İngiliz Büyükelçisi tarafından da bizzat ifade edilmiştir. İşte 1995 Ekim'inde Kazakistan'daki İngiliz elçisinin ağzından sarfedilen övgüler:"Bu okulları açmak suretiyle İngiliz kültürüne yaptığınız hizmetler ve İngiliz kültürünü yaymakta gösterdiğiniz katkılar için İngiliz milletinin minnettarlığını bildiriyor ve teşekkür ediyoruz."(Yeni Hayat, 1995 Ekim) Raporda Fetullah Gülen-İngiltere bağlantısına yönelik olarak da şu somut ifadeler yer almaktadır: "İngiltere'de okul açan ve Londra'da büyük bir merkez kuran Fettullahçılar, İngiltere'nin dahilde yabancılara yönelik faaliyet gösteren MI5 ve dış istihbarat servisi MI6'nın Uzakdoğu'ya yönelik faaliyet gösteren departmanı (CIFE) ve Ortadoğu'ya yönelik faaliyet gösteren departmanı (MEIC) ile okullar konusunda ortak faaliyetler yürütmektedirler."

Fetullah Gülen'in özellikle ABD-İngiltere eksenli istihbarat çalışmalarının odak noktası olması ile ilgili olarak ifade edilen rapordaki şu açıklama da galiba Gülen'in misyonunu deşifre ediyor: "Fetullahçılar, Türkiye'nin hasmı olan ülkeler için en uygun ve en zengin ajan borsasını oluşturmuşlardır." Fetullah Gülen'in, "Türkiye'nin hasmı olan ülkeler için en zengin ajan borsasını oluşturması" meselesinin içinin nasıl doldurulduğunu da isterseniz bir başka rapordan izleyelim.1998 yılında yayınlanan MİT raporu, Gülen'in "derin bağlantıları" ile ilgili en ünlülerden birisidir:"Fetullah Gülen'in CIA'in bölgemizdeki en önemli sivil toplum kuruluşu olduğu, Maliye Bakanlığı müfettişlerinin Fetullah Gülen'in mali kayıtlarını incelemesi, İçişleri ve Dışişleri Bakanlıklarının ilgili kuruluşlarla yapacakları koordine sonucunda çözülecektir." Raporun söylediğini bir tek cümlede özetleyelim: Fetullah Gülen CIA'nın bölgemizdeki en önemli temsilcisidir.


Fetullah Gülen ve İslam'ın Protestanlaştırılması

ABD eski başkanlarından Bill Clinton'un danışmanı Eckelman, Fettullah Gülen'i "İslam'ın Martin Lutheri" olarak tanımlıyor. Martin Luther olmak, yani İslamı tahrif ederek, modernleşme-globalleşme tuzağında bozmak... Fetullah Gülen'i en iyi tarif eden kavramlardan birisi belki de budur. Fetullah Gülen'e çok yakın isimlerden, Utah üniversitesinde öğretim görevlisi Doc. Dr. Hakan Yavuz da aynı tarif içinde son derece önemli bir tespit yapıyor: "Turgut Özal ile başlayan İslam'ın protestanlaşma süreci AKP muhafazakarlığı ve Gülen hareketi ile tamamlanmıştır." Fetullah Gülen'in, gerek Eckelman gerekse Yavuz'un tarifi ile Türkiye'de öncülüğünü yaptığı "Protestan islam", "hermenötik/tarihselci" anlayışa dayanır. Bu yorumcu anlayışa göre İslamda hiç bir "kesin" yoktur ve diğer insanları bağlayıcı değildir. Her okuyan bir ayetten ne hüküm çıkarıyorsa gerçek odur ve kimse kimseyi başka bir doğrunun olduğuna zorlayamaz. Amerikalılar temellerini attıkları bu garabete "Light İslam" ya da "liberal İslam" diyorlar. Şu satırlar Light İslam bir başka ifade ile Protestan İslam'ı kurmaya çalışan Fetullah Gülen'e ait.
Hoşgörü ve Diyalog iklimi sayfa 156: "Kanaatime göre, tarihi hadiseleri kendi tarihsellikleri içinde ele almalı, yani her hadiseyi kendi şartları ve konumu içinde değerlendirmeli ve bugünkü davranışlarımızda da bugünkü tavırları esas almalıyız" Fetullah Gülen'in bu cümlelerle önünü açmaya çalıştığı adresin Yahudi ve Hıristiyanlar olduğunu yukarıda aktarmıştık. Gülen, bir taraftan Kur'an'ın Yahudi ve Hıristiyanlarla ilgili ayetlerini sabote etmeye çalışıyor, diğer taraftan da İslamı liberal bir mantıkla anlamaya ve pazarlamaya gayret ediyor. Yani İslam'ı protestanlaştırarak, Kur'an’ın hükümlerini Washington'un-Vatikan'ın taleplerine uygun hale getirme çabası içine giriyor! Hz. Peygamber'i Kelime-i Tevhid'den silen anlayış, Kur'an'ı da tarihin derinliklerinde bırakarak Liberal İslam'ın, bir başka yaklaşımla Hıristiyanlığın önünü açıyor. Impact International dergisinde, Afrika üzerine yaptığı araştırmalarıyla tanınan Amerikalı kadın gazeteci-yazar Elizabeth Liagin bakınız Fetullah Gülen'in yarenlik ve itikad birliği ettiği neo-con'ların "Ilımlı İslam"ını nasıl anlatıyor: "ABD liderleri ve Amerikan dış politikasına yön veren toplum mühendislerinin 'ılımlı İslam'dan söz ederken kasdettikleri şey atıl, pasif ve uysal bir İslam portresidir. Yani Amerikan hegomanyasına karşı çıkmayacak, sınırları Batı tarafından çizilmiş, alanı daraltılmış bir İslam..."Liagin, Batının Hıristiyani işgaline ve talanına karşı çıkmayacak İslam'ın 'en iyi İslam', 'en liberal İslam' olarak görüldüğünü anlatıyor.
Daha doğrusu Neocon-Evangelistlerin nasıl bir 'İslam' kurguladığını deşifre ediyor. İçi boşaltılmış böyle bir anlayışın İslam'la uzaktan yakından hiç bir ilgisinin olmadığını bir kez daha söylemeye bilmiyoruz hacet var mı? Protestan, light yada liberal ne derseniz deyin bunları hiçbirisinin İslamla bağı-bağlantısı yoktur ve de olamaz. Bahsedilen şey bal gibi bir Hıristiyanlık en azından Hıristiyanlığın önünü açmaktır. Ve Fetullah Gülen 'tarihselci' bakış açısıyla, bu büyük 'İslam Bozgununun' kaldıracı ve Martin Luther'i olarak vazife görüyor.


Kim bu gizli Kardinal?

Ronald Kessler tarafindan kaleme alınan "CIA Savaşta "adlı bir kitap bugünlerde çok revaçta. Kitap yaptığı ifşaatlar nedeni ile CIA başkanı George Tenet'in istifasına kadar neden olmuş durumda. Eser oldukça ilginç ve çarpıcı şeyler anlatıyor. Örneğin kitap CIA'nın, yumuşak dini mesajlar vermeleri ve Amerikan karşıtlığını gidermeleri için etkili bazı sözümona İslam sıfatlı dini liderlere para ödediğini ve desteklediğini belgeleriyle ortaya koyuyor. "CIA Savaşta"(The CIA at War), "Islamda, herhangi bir kişi dini lider olarak adlandırabilir" diyor ve ekliyor: "Bu yüzden CIA kendisine bağlı sahte dini liderler yarattı." Sanıyoruz ki bu bilgi epeyce düşündürücü. CIA sahte dini liderler üreterek, Amerika'ya karşı çıkmayacak, Amerikan muhibbi kitleler üretiyor! 'Sahte dini lider' kavramının altını bir kez daha çizerek şimdi de şu satırlara dikkat kesilelim:

"CIA, kendilerini din adamı olarak tanıtan ve Müslüman olmayanlar hakkında yumuşak dini mesajlar verecek görevlileri öne çıkardı..." Şimdi bu çalışmanın, başından itibaren anlattıklarını, dökümanları hatırlayalım ve Kessler'in kitabında 'sahte din adamı', 'görevli', 'yumuşak dini mesajlar verecek lider' gibi sıfatlarla anlatılan tüm bilgileri ekleyerek kritik soruyu soralım:"Amerikan sevgisini, buna açılan yol demek olan Hıristiyan-Yahudi aşkını topluma aşılayan, CIA'nın desteklediği, yumuşak mesajlar veren, sahte din adamı ve görevli acaba kim olabilir? Herşey, psikolojik savaş taktikleriyle örtülmesine rağmen her şey, aslında son derece apaçık bir 'çıplak hakikat' olarak önümüzde durmuyor mu?

"Hıristiyanlar için 'cennete girecek' diyen, daha 1. körfez savaşında Saddam'ın güç bela attığı birkaç füzeden yaralanan İsrailli çocuklar için 'sabahlara kadar uyuyamadığını itiraf eden', İslam dünyası ve Müslüman kavramını 'böyle bir coğrafya yok. Kendi doğrularıyla yaşayan insanlar var' diyerek bir kalemde silip atan, İslam coğrafyasının işgali için bir tek ciddi kelime ederek itiraz etmek yerine ülkelerini savunan müslümanları 'terörist' olarak nitelendiren, daha da ötesinde tüm bu işleri kotaran ülkenin kucağında yatan "bir Rabbin aciz kuluna" işaret etmiyor mu?

Tam da bu noktada araştırmacı Aytunç Altındal'ın çok ses getiren şu satırları akla geliyor: "Papa bu yıl (1998 Şubat ayında) 'kilisenin bağrına bastığı gizli evladı' anlamına gelen 'in pectore' tarzıyla yani gizlice 20 kardinal atadı. Bu kardinallerden 18'inin kim olduğu isim isim biliniyor. Ancak iki tanesi, birisi Çin'de, diğeri Ortadoğu ülkelerinden birisinde bulunan iki kardinal açıklanmadı. Gizli tutuluyor." Evet İslam'ı protestanlaştırma, siz bunu 'İslam'ı tüketme gayret ve saldırısı' olarak okuyabilirsiniz misyonunu üstlenmiş, bir büyük senaryo ile kitleler tarafından kabul görmüş, vazife ve önemine binaen himaye altına alınmış bu isim acaba kim?

Vatikan'ın "Üçüncü bin yılda Asya'yı Hıristiyanlaştıracağız ilk hedef Türkiye'dir" dediği bir ortamda, Papa'nın gizli kardinali acaba kim? Sizce kim olabilir? Size iki ipucu : Papa’ya sunduğu mektupta, Papalık misyonunun bir parçası olarak acizane diyalog misyonuna katkıda bulunmak için görev talep eden ve Papa'ya Vatikan'da ölmeyi arzu ettiğini açıklayan kişi kimdi acaba? Ve Gülen'in göstermelik yargılanıp sayesinde paçayı yırttığı Vatikan'ın Türkiye temsilcisi Maroviç'ın, ' O şeriatı getirmez çünkü Muhammedun resulullah demeyen de cennetliktir' dediği için biz onu çok seviyoruz' diye bağrına basması yeterli delil oluşturmuyor mu? Fethullah Gülen'in duble ajanlığa terfi macerasını içerden tanıklarla, dışardan yürütülen temasların belgeleri ile ortaya koymaya devam edeceğiz.

Fethullah Gülen’in ABD ile kurduğu köprü hep işlektir. Gülen, yükselişindeki büyük basamakları Amerikancı liderlere borçludur.

Örgütün kuruluşuna harç koyan, 1960′lı yıllarda dönemin uzun süre başbakanlık yapan Süleyman Demirel’dir.

Gülen, uluslararası ölçekte faaliyetini, ABD’nin Türkiye’de en güçlü olduğu yılda, 1980′de başlatmıştır. Devletin içindeki kaynakları o kadar sağlamdır ki, askeri müdahale yapıldığı 12 Eylül’den bir gün sonra 13 Eylül 1980′de, hakkındaki operasyon emrini öğrenip kaçabilmiştir. 12 Eylül yönetimi, bir yandan aranıyor iken onu Çanakkale Merkez Vaizliği’ne atamıştır. 12 Eylül döneminde örgütlenme faaliyetleri katlanarak devam etmiştir. Gülen örgütüne sıçramayı yaptıran, 1986′da yakalanmışken onu İzmir Sıkıyönetim Komutanlığı kuvvetlerinin elinden alan dönemin başbakanı Turgut Özal’dır. Gülen, en büyük gelişmeyi, ABD vatandaşlığı ve CIA görevliliği Genelkurmay Askeri Mahkemesi’nce soruşturulan Tansu Çiller’in başbakan olduğu 1993-1997 yılları arasında yaptı.
(washingtonhaber)

Gülen, Çiller iktidarında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin terfi ve tayinlerine bile müdahale edecek güce ulaşmıştı. Fethullah Gülen, bir orgeneralin kuvvet komutanı olarak atanmaması için hangi girişimlerde bulunduğunu bizzat kendisi 10 Ekim 1995′te basın toplantısında açıklamıştı.


Reagan’ın Demokrasi Projesi ve Ulusal Demokrasi Vakfı

Fethullah Gülen örgütünün sıçrama yapmasıyla, ABD’nin dünyadaki etkinliğinin artması arasında bir paralellik bulunuyor.

Gülen örgütü, ABD’de Reagan iktidarında, Sovyetler’i çözmek amacıyla yürütülen ve 1981′de resmileşen “Demokrasi” projesinin bir ürünü olarak serpiliyor. Demokrasi projesi, 1970′li yıllarda, ABD Ulusal Güvenlik Konseyi’nin belirlediği Yeşil Kuşak politikasının bir üst aşamaya çıkarılmış hali.

ABD’nin Çelik Çekirdeği, bir yandan en katı Amerikancı askeri diktatörlükleri ayakta tutarken, bir yandan da örgütlediği CIA muhalefetine “insan hakları ve demokrasi” ihracı görevi veriyordu. “İnsan hakları”ndan kasıt, tabii ki etnik, dinsel ve kültürel haklardı. Dünyanın her yanını saran din ve mezhep savaşları, mikro milliyetçiliğin kışkırtılmasıyla milyonların canına mal olan milli boğazlaşmalar, bu projenin eseridir. Bu projeyi yürütmek için bir de örgüt kuruldu. National Endowment for Democracy. Yani Demokrasi Vakfı. Kısa adıyla NED diye anılan vakfın, CIA’dan daha etkin bir örgüt olduğu Newsweek dergisi tarafından teslim ediliyor.

ABD’nin “Project Democracy”si İslam ülkelerinde “ılımlı İslam”in geliştirilmesi olarak piyasaya sürüldü. Ilımlı İslam ideolojisiyle, hem “dinlerarası diyalog” için zemin oluşturuluyordu, hem de ABD’nin laiklik zemininde yükselen ulusal devletleri tahrip etmesinin aracı olarak işlev görüyordu. Ilımlı sözcüğü, İslam fundemantalizminde bir ılımlılık değildi. Şeriatın koyu iktidarı için mücadele eden Ilımlı İslamcı örgütler, ABD yönetimine ve politikalarına karşı “ılımlı” olmalıydı.

Pentagon tarafından İslam coğrafyasında “ılımlı İslam” hareketinin önderi olarak sayılan Gülen, kendi cemaatine ait Zaman gazetesinin 4 Eylül 1997 tarihli sayısında yayımlanan açıklamalarında, Batı ile ilişkiler hakkında şu değerlendirmeleri yaptı:
“İnanmış bir insanın Batı karşısında, Batı’yla entegrasyon karşısında, Amerika’yla entegrasyon karşısında olması katiyyen düşünülemez.”
(Zaman gazetesi, 4 Eylul 1997)


Gladyo’nun Rolü

Gülen örgütü, 12 Eylül Amerikancı askeri darbesinin “Türk İslam sentezi”ni resmi kültür politikası olarak benimsediği, tarikatların “sivil toplum örgütü” olarak kutsandığı, yeşil sermayenin önünün dizginsiz açıldığı koşullarda gelişti.

Gülen örgütünün gelişmesi, sadece bu iklimin dolaysız sonucu değil. Devlet içinde örgütlenen Amerikancı paralel devletin doğrudan bir müdahalesi var. Gülen’in Ege Ordu ve Sıkıyönetim Komutanlığı’nca yakalanmasına karşın aynı gün serbest bırakılmasıyla, cezaevindeki ülkücü gençlerin gruplar halinde Fethullah Gülen örgütüne intisap etmeleri aynı döneme rastlıyor. Gülen’in, Gladyo’nun tetikçileri Abdullah Çatlı ve Haluk Kırcı’larla ilişkisi de 1980′li yılların sonunda görülüyor. 1980 öncesinde MHP’ye bağlı Ülkü Ocakları Derneği’nin Genel Başkan Yardımcısı Abdullah Çatlı’nın 1996 yılında Türkiye’de büyük yankılara yol açan bir trafik kazasında üst düzey bir emniyet mensubuyla birlikte ölmesiyle, Özel Harp Dairesi’nin yetiştirdiği Gladyo tetikçilerini kamuoyu önüne çıkarmıştı.

Gülen, bu yıllarda cezaevinde mağdur durumdaki sahipsiz ülkücülere büyük maddi yardımlarda bulunuyor. Komünizmle Mücadele Derneği’yle Fethullah Gülen’in ikinci kucaklaşması bu döneme denk düşüyor. MHP’nin ikiye bölünmesi, Muhsin Yazıcıoğlu’nun Büyük Birlik Partisi’ni kurmasında da Fethullah Gülen’in belirleyici rolü saptanıyor.

Büyük Birlik Partisi’nin militanları 1990 sonrasındaki bütün uluslararası etnik terör eylemlerinde rol alıyor: Bosna’da, Çeçenistan’da, Gürcistan’da, Azerbaycan’da, Keşmir’de ve Sincian’daki şeriatçi terör militanlarının kaynaği Büyük Birlik Partisi oluyor.


Moon Tarikatı ve Fethullah Gülen

Fethullah Gülen’in CIA ile ilişkilerini sürdürmede en önemli örtülerinden biri, Dinlerarası Diyalog oldu. Bu örtü de bir ABD imalatı. 1950′lerden itibaren dünyanın efendiliğine soyunan ABD, kıtalararası imparatorluğunu sürdürmek için, her kıtasal din içinde kendisine bağlı bir tarikat örgütledi. Bu tarikatların hepsinin söylemi aynı: Dinlerarası diyalog.

CIA denetiminde yürütülen bu faaliyetin ilk başarılı örneği Moon tarikatı. 1951′de Kore’yi işgal eden ABD, Güney Kore’yi sömürgeleştirirken bir de Hıristiyan tarikatı kurdu. Ve Güney Kore nüfusunun yüzde 40′i, Budistlikten vazgeçip Hıristiyan oldu. Bu başarıdaki en önemli pay, bilinen adıyla Moon tarikatının, Resmi adıyla anarsak; Birleştirme Kilisesi.

CIA’nin kurduğu Kore CIA’nin Washington temsilcisi Albay Bo Hi Pak da, Moon tarikatının en güçlü ismi. CIA, Moon tarikatını kullanarak Dünya Anti Komünist Ligi’ni örgütledi. Türkiye’de kurulan Komünizmle Mücadele Dernekleri de, Dünya Anti Komünist Ligi’nin uzantıları. Moon tarikatı, 1978′de, ABD’de bir Kongre soruşturmasına uğradıysa da etkisini yitirmedi. Reagan döneminde İrangate skandalında boy gösterdiğini görüyoruz. George W. Bush iktidarında Moon tarikatının sahibi olduğu Washington Times gazetesi, neoconservatism ve ABD saldırganlığının başlıca araçlarından biri oldu.

Fethullah Gülen’in Türkiye’de yayınlanan Zaman gazetesi ile Washington Times arasında sıkı işbirliği artarak sürüyor.


İsrail ile İlişkinin Ayırt Ediciliği

Moon tarikatının, Latin Amerika’daki askeri diktatörlüklerle, İsrail üzerinden kurduğu uyuşturucu ve terör bağı dikkat çekici. Fethullah Gülen’in İsrail ile yakın ilişkisi de onun en ayırt edici özelliği. Körfez Savaşı’nda, Irak yönetiminin İsrail’e attığı Scud füzesi üzerine İstanbul’da verdiği vaaz ve döktüğü göz yaşları ve ettiği bedduaların kaseti, İslamcılar tarafından elden ele dolaştırılıyor.

İsrail ile ilişki, ABD açısından kilit öneme sahip. Graham Fuller’in İslamci hareketi konu alan Kuşatılanlar kitabında, İslamcı hareketlerin Batı ile entegrasyon için yapması gerekenlerin başında İsrail ile iyi ilişki geliyor.
(Graham Fuller, I. O. Lesser, Kuşatılanlar, Sabah Kitapları, İstanbul, 1996, s.126.)

Gülen’in İslamci kitleleri kendisinden soğutma tehlikesine karşın, Kudüs Başhahamı ile yakın ilişkisi ve Fethullahçıların işadamları derneği İSHAD’ın İsrail’le bağları, bu politikanın gereği olarak kuruluyor.


“Abramowitz’le Beni Kasım Gülek Tanıştırdı”

Moon tarikatı ile Fethullah Örgütü arasındaki bağ, hedef benzerliğinden ibaret değil. Organik ilişki var. Moon tarikatının Türkiye halifesi, Cumhuriyet Halk Partisi eski Genel Sekreterlerinden Kasım Gülek ile Fethullah Gülen’in dostluğu artık saklanmıyor
Gülen’in reklamını değişik yayın organlarında yapan yazar Hulusi Turgut, 21 Ocak 1998 tarihli Yeni Yüzyıl’da bu ilişkiyi şöyle anlatıyor:
“Kasım Gülek, Fethullah Gülen’le çok iyi dostluk ilişkileri içinde bulundu. Gülen, Kasım Gülek’le sık sık görüşürdü. Vefatı üzerine bu eski dostunun cenaze namazını kıldırmıştı. Fethullah Gülen’e sorduk: ‘Amerika, sizlerle ilgili referansı merhum Kasım Gülek’ten mi aldi?’ Gülen bu konuda şunları söyledi: ‘Kasım Gülek beyin baldızı Amerika’daydı. Yani Pentagon’la irtibatları vardı. Eğer kendisine değişik platformlardan, Beyaz Saray’dan sormuşlarsa ‘Bunlar nedir?’ diye, o da ‘Endişe edilecek bir şey yoktur’ demiştir, referans vermiştir.”
(Yeni Yüzyıl gazetesi, 21 Ocak 1998

Gülen, 1 Eylül 1997 tarihli Zaman gazetesinde bu ilişkiyi şöyle açıklıyor:
“ABD’de görüştüğüm insanlardan biri Abramowitz’di. O, Türkiye’de bir zaman elçi olarak kalmıştı. Müşterek dostumuz Kasım Gülek Bey vardı. Onun vasıtasıyla gıyaben onu tanıyorduk… Türkiye, şimdiye kadar çok ölüm-kalım krizlerine maruz kalmıştır. Bunu isterseniz bir kriz sayın ama bu millet bunu aşar dedim. Hatta bu ses, imkânı varsa Beyaz Saray’a kadar, Kongre’ye kadar, Pentagon’a kadar götürülmeli dedim.”
(Zaman gazetesi, 1 Eylül 1997)

Gülen, 1992 yılında ABD’ye gittiğinde, Kasım Gülek’in, Pentagon’da albay olarak görev yapan, sonra şüpheli bir şekilde ölen baldızı aracılığıyla Pentagon ve CIA yönetimi ile ilişkiye geçtiğini de anlatıyor.

Moon tarikatı ile Fethullah Gülen’i birleştiren bir diğer isim; Gladyo’nun tetikçisi Abdullah Çatlı. Çatlı, 1981 yılında Dünya Anti Komünist Ligi’nin toplantısına katılıyor. 1992′de Gülen’i ABD’de havaalanında karşılayan da, Abdullah Çatlı.


Falun-Gong, Scientology, Moon ve Gülen Birlikteliği

Hızla yayılan ve büyük mali olanaklara sahip CIA bağlantılı bir başka tarikat da, Scientology adını taşıyor. Scientology’nin, gerek ABD’de gerek Avrupa’da en sıkı ilişki içinde olduğu güç, Fethullah Gülen örgütü. Scientology, aynı zamanda Moon tarikatı ile çok sıkı ilişki içinde. CIA’nin denetimindeki bir diğer tarikat da Çin’de faaliyet yürütüyor: Falun-Gong.

Her dört tarikatın da teorisi, dini yorumlayışları, çalışma tarzları ve hedefleri arasında olağanüstü uyum var. Kuşkusuz bunun nedeni, komuta merkezinin aynı olması. Hepsi, CIA’nın örtülü faaliyetleri için kullanılıyor ve yönlendiriliyor.


Hıristiyan Misyonerlerinin Yolunu İzledi

Türkiye’de diğer tarikatlar Kur’an kursu ve imam hatip liseleri gibi doğrudan dini eğitim kurumlarına önem verirken, Fethullah Gülen cemaati, Turgut Özal döneminde, yurtiçinde özel Anadolu liseleri ve kolejler açmaya başladı. Fethullah Gülen, bu okullarda, Hristiyan misyonerlerinin taktiğini izleyerek, temel bilimler alanında eğitime ağırlık verdi.
Osmanlı İmparatorluğu’nda örgütlenmek isteyen Hıristiyan Misyonerleri de, önce teoloji alanında eğitim veren okullar kurmak istemiş, başarılı olamayınca, temel bilimler alanında eğitim veren kolejler kurmuştu. 1915 yılında Osmanlı coğrafyasında, Hıristiyan Misyonerleri’nin Amerika’daki en büyük örgütü American Board’a bağlı 600′den fazla okulu vardı. Amerikan kolejleri, Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasında çok önemli roller oynadı. Atatürk, Cumhuriyet’le birlikte bu okulları kapattı. Türkiye, NATO’ya girdikten sonra bu okullar yeniden açıldı.

Misyoner kolejlerinde Hıristiyanlık eğitimi gizli yapılıyordu. Fethullah okullarında tarikat eğitimi ise yurtlarda ve öğrencilerin barındırıldığı “Işık evi” denen apartman dairelerinde yapılıyor. Üniversiteye girmenin çok zor hale getirildiği Türkiye’de Fethullah Gülen’in kurduğu okullarda, devlet okullarından daha iyi eğitim veriliyor, bu nedenle aileler çocuklarını getirip Fethullah’a teslim ediyorlar. Ancak bu liselerden yetişen çocukların tamama yakını, Türkiye Cumhuriyeti’ne, Atatürk’e düşman hale getiriliyor, ABD hayranı yapılıyor.


Uluslararası Okullar Nasıl Kuruldu?

Sovyetler Birliği’nin çözülmesi üzerine Gülen örgütü uluslararası okullar atağına geçti. Gülen’in öncelik verdiği ülkeler de dikkat çekici: Orta Asya, Kafkaslar, Balkanlar.
1992′den itibaren, öncelikle Orta Asya Türk cumhuriyetleri olmak üzere Kafkas ve Balkan cumhuriyetlerinde, “Fethullahci” diye bilinen vakıf ve şirketler, art arda kolejler açtılar. Ardından Asya ve Afrika ülkeleri geldi.
Şu anda 5 kıtada, 52 değişik ülkede 21 öğrenci yurdu, 6 üniversiteye hazırlık kursu, 257 lise, 21 dil okulu ve 6 üniversiteleri bulunuyor. Okullar için bir yılda harcanan paranın toplamı, Gülen tarafından 1 milyar 205 milyon dolar olarak belirtiliyor.
ABD’nin Soğuk Savaş döneminde, Sovyetler Birliği’ni içeriden çökertmek için örgütlediği ve büyük olanaklarla yürüttüğü “CIA muhalefeti”nin, Gülen örgütünün önünü açtığını saptıyoruz. Sovyet blokuna karşı yürütülen psikolojik savaşın en önemli aygıtı Hür Avrupa Radyosu, Fethullah Gülen’i bültenlerinin baş konusu yapıyor. Amerika’nın Sesi radyosunun değişik lehçelerdeki Türkçe yayınlarında, Gülen ve misyonu döne döne övülüyor.
Osmanlı İmparatorluğu toprakları içinde açılan Amerikan kolejleri kime hizmet ettiyse, Gülen’in okulları da aynı hizmeti görüyor. Bu okullar hep CIA’nın ilgi duyduğu ülkelerde açılıyor. Okullara ABD’deki Yahudi lobisinin de ilgi duyduğuna dikkat çekiliyor.


CIA’nin İlgi Alanlarında

Okulların ülkelere dağılımı şöyle oldu: Kazakistan (28), Rusya Federasyonu’na ait çeşitli bölgeler (24), Özbekistan (18), Türkmenistan (15), Azerbaycan (14), Kırgızistan (11). Bunları Arnavutluk ve Moğolistan (4′er); Afganistan, Irak, Gürcistan, Ukrayna ve Romanya (5′er); Moldova (2); Pakistan, Bangladeş, Makedonya, Macaristan, Fas, Güney Afrika, Sudan, Endonezya, Tayland ve Tayvan birer okulla izliyor.
Dünyadaki uyuşturucu merkezlerinden Tayland’ın sınırındaki Cenday kentine gidip okul ve yurt açmanın Türkiye açısından bir anlamı bulunmuyor, ama CIA açısından çok anlamlı.


Okulları Açan Şirketler

Beş kıtaya yayılan okullar için Türkiye’de şirketler kuruldu. Bu şirketler, yurtdışında açacakları okullar için Türk Milli Eğitimi’ne başvurup, izin aldı. Ardından, görev alacak eğitim ordusu belirlendi. Sayıları 4 binin üzerinde olan öğretmenlerin yaşları 22-35 arasındaydı. Hepsi, çok iyi İngilizce öğrenmişti. Fethullah Gülen’in tavsiye ve teşviklerine uyarak okulları açmak için şu şirketleri kurdular: Çağ Ögretim İşletmeleri AŞ, Feza Gazetecilik AŞ, Şelale AŞ, Eflak AŞ, Kazak Türk Liseleri Genel Müdürlüğü, Sebat AŞ, Silm AŞ, Taşkent Eğitim Şirketi, Serhat Eğitim Öğretim ve Sağlık Hizmetleri AŞ, Tolerans Vakfı, Ufuk Eğitim Vakfı, Toros Eğitim Hizmetleri Turizm ve Ticaret AŞ, Ertuğrul Gazi Eğitim Öğretim AŞ, Karaçay Çerkes Toros Eğitim Hiz. Tur. ve Tic. AŞ, Palandöken Eğitim Öğretim Hiz. AŞ, Dunae 94 Şti., Özel Burg AŞ, Dostluk Yurdu Derneği, İnternational Hope Ltd. Company, Fezalar Eğitim Öğretim Ticaret Limited Şirketi, Çağlar Eğitim Mal. Ltd. Şti, Balkanlar Eğitim ve Kültür Vakfı, S.C. Lumina SA Şirketi, Gülistan Eğitim Yayın ve Ticaret Ltd. Şti., Sema Eğitim Öğretim İşletmeleri AŞ, Samanyolu AŞ, Türkiye Sağlık ve Tedavi Vakfı, Yayasan Yenbu Indonesia Vakfı.


Okulları ABD’nin Desteğiyle Açıyoruz İtirafı!

1998 yılında Fethullah Gülen hakkında, Türkiye Cumhuriyeti’nin laiklik ilkesini değiştirmek için terör örgütü kurduğu savıyla tutuklama kararı çıkartıldı. Gülen, ABD’ye kaçtı. 6 yıldır ABD’nin Pensyllvania eyaletinde yaşıyor. Gülen, ABD’de uluslararası okulların, ABD’nin isteği ve desteğiyle kurulduğunu itiraf etti.
“Amerikalılar istemezlerse kimseye dünyanın değişik yerlerinde hiçbir iş yaptırmazlar. Şimdi bazı gönüllü kuruluşlar dünya ile entegrasyon adına gidip dünyanın değişik yerlerinde okullar açıyorlarsa, Amerika ile çatıştığınız sürece bu projelerin gerçekleştirilmesi mümkün olmaz.”
(Nevval Sevindi, Fethullah Gülen ile New York Sohbeti, Sabah Kitapları, 4. basım, İstanbul, Aralık 1997, s.39.)

Gülen, gücünü ABD yönetiminden aldığını da saklamıyor:

“Amerika şu andaki konum ve gücüyle bütün dünyaya kumanda edebilir. Bütün dünyada yapılacak işler buradan idare edilebilir. Amerika hâlâ bu dünya gemisinin dümeninde oturan bir milletin adıdır. Amerika daha uzun zaman dünyanın kaderinde çok önemli rol oynayacaktır. Bu realite kabul edilmeli. Amerika gözardı edilerek şurada burada bir iş yapılmaya kalkılmamalı “
(Nevval Sevindi, Fethullah Gülen ile New York Sohbeti, Sabah Kitapları, 4. basım, İstanbul, Aralık 1997, s.39.)


ABD Büyükelçisi Mark Parris’in Rolü

ABD ile bağı, onun Türkiye Cumhurbaşkanı’nın korumasına girmesine yol açabilecek kadar güçlüydü.
Fethullah Gülen’e bağlı Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın, 25 Aralık l997 günü düzenlediği “Ulusal uzlaşma, hoşgörü ve diyalog” ödül töreninde, Cumhurbaşkanı Demirel’e de “şükran plaketi” verilmişti.
Oysa o tarihte Fethullah Gülen’in okulları basılıyor, Türkiye Cumhuriyeti karşı faaliyetleri nedeniyle hakkında adli soruşturma yürütülüyordu.
Cumhurbaşkanı Demirel’in, irticaya karşı mücadelede devlet kurum ve kuvvetlerinin bütünlüğünü bozan bu konuma neden geldiği önemliydi.
Demirel’i Fethullah’ın ödülünü almaya ABD Ankara Büyükelçisi Mark Parris ikna etti.
Mark Parris, İran’da 8-11 Aralık l997 tarihleri arasında yapılan İslam Konferansı Örgütü’nün Tahran zirvesinden dönüşünde Demirel’i ziyaret etti. Demirel, IKO’nun Türkiye’ye karşı tutumunu protesto ederek, zirveyi bir gün önce terk etmişti. Parris, Aralık ayının ikinci haftasında yapılan görüşmede, Türkiye’nin Ortadoğu ve Orta Asya’da “Ilımlı İslam”dan yana tavır almasını savundu. Fethullah Gülen’i övdü.
Türkiye’ye gelir gelmez Demirel ile “on gün içinde üç kez görüştüğünü” söyleyen Mark Parris, ABD’nin Çelik Çekirdeği’nin has adamlarından. Beyaz Saray’dan Ankara’ya geldi. Bill Clinton’un yakın ekibi içindeydi. Ulusal Güvenlik Konseyi’nin, Türkiye’yi de kapsayan Yakındoğu ve Güney Asya sorumlusu iken Türkiye’ye atandı.

Mark Parris’in Fethullah Gülen’e ilgisi, Ankara’ya geldikten sonra başlamıyor. Gülen’in, ABD’de devlet ricali tarafından kabul görmesini sağlayan da, Mark Parris’in başında olduğu Yakındoğu ve Güney Asya Bölümü’ydü. Fethullah Gülen’in, Beyaz Saray’ın yol vermesiyle, ABD’de 14 önemli temasta bulunduğu belirtiliyor.
Demirel’e ödül töreni için Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın davetiyesini götüren kişinin, ABD’nin eski Büyükelçisi Abramowitz’in mesajını da ilettiği ifade ediliyor.

Fethullah’ın Okullarında CIA Ajanı Öğretmenler

Fethullah Gülen cemaati tarafından yurtdışında, özellikle de Türk Cumhuriyetlerinde açılan okullarda, diplomatik pasaportlu Amerikalı CIA ajanları, “İngilizce öğretmeni” diye barındırılıyor. Bu işbirliği, Türkiye’de yapılan üst düzey resmi bir toplantıda, bizzat Fethullahçı okul yöneticisi tarafından itiraf edildi. Durum, devletin resmi olarak yayımladığı kitapla da belgelendi.
Tarih, 3 Mart 1997. Yer, Ankara’daki Başkent Öğretmenevi. Önemli bir toplantı yapılmaktadır. Ev sahibi, Milli Eğitim Bakanlığı Yurtdışı Eğitim Öğretim Genel Müdürlüğü. Konu, yurtdışında açılan Türk okullarının sorunları. Toplantıya, başta Milli Eğitim Bakanı Mehmet Sağlam olmak üzere bakanlığın bütün üst düzey bürokratları katılıyor. Dahası; Başbakanlık’tan, MİT’ten, Dışişleri Bakanlığı’ndan temsilciler de katılımcılar listesinde. Ve elbet, yurtdışında okul açmış vakıf ve özel şirket yetkilileri de hazır.

Sıra, Özbekistan’daki 18 okulun sahibi gözüken Silm A.Ş.’nin yetkilisi Mehmet Mesut Ata’ya gelir. Bu okullar da, “Fethullahçılara ait” diye bilinmektedir. Ata, birçok talebini dile getirir. Sözlerini Amerika’nın Özbekistan’daki bir uygulamasını örnekleyerek bağlar. MEB’in yayımladığı Yurtdışında Açılan Özel Öğretim Kurumları Temsilcileri-İkinci Toplantısı adlı kitabın 63-64. sayfalarından okuyalım:
“Amerika Birleşik Devletleri, dostluk köprüsü adı altında getirdikleri 70 öğretmene diplomatik statü kazandırmışlardır. Biz de, eğer devletimiz, büyükelçiliğimiz, bu konuda diplomatik statü konusunda bize yardımcı olursa Türk öğretmenlerinin, Türk eğitim elemanlarının itibarlarının biraz daha artacağını zannediyoruz.”
(Yurtdışında Açılan Özel Öğretim Kurumları Temsilcileri-İkinci Toplantısı, sayfa: 63-64. MEB Yayınları)


CIA’cılar Fethullah Okullarında

Ama ABD, CIA ajanlarını kamufle etme ihtiyacı bile duymamış, hepsinin cebine diplomatik pasaport koymuştu.

Özbekistan’da diplomatik pasaportla bulunan ABD’li “öğretmen”lerin çoğu, Fethullah Gülen cemaatinin okullarında çalışmaktaydılar. İngilizce dil “öğretmeni” olarak gösterilmişlerdi.
Kırgızistan’da da 50-60 kadar Amerikalı “öğretmen” vardı. Bunlar da diplomatik pasaportluydu. Ve Kırgızistan’da “Fethullahçı” diye bilinen okullarda “öğretmenlik” yapıyorlardı.
Fethullah Gülen’in okulları, eğitim dili olarak da Türkçeyi değil, İngilizceyi kullanmaktadır. Özellikle hazırlık sınıflarında haftalık ortalama 24 saati bulan İngilizce derslerine, çoğu okulda ABD’li ve İngiliz “öğretmenler” giriyor.


CIA, Fethullah’ın Ögretmenlerine Resmi Pasaport Veriyor

Olayın ABD cephesi ise, 1 Mart 1998 tarihli Aydınlık’ta Doğan Duyar’ın haberiyle irdelendi. Nur tarikatının başı Fethullah Gülen’in yurtdışındaki okullarında çalışan bine yakın ABD’li öğretmende, yalnızca devlet görevlilerine verilen ABD resmi pasaportu var. Çoğunluğu Türk Cumhuriyetleri’nde faaliyet yürüten okullardaki ABD’li öğretmenler, İngilizce adıyla “official passeport” sahibiler. Amerikan Eğitim Bakanlığı personeli olmayan ABD’li öğretmenlerin, normal olarak turist pasaportu sahibi olmaları gerekiyor. Ancak, Amerikan devleti, Gülen’in okullarında çalışanları resmi görevli sayıyor. Bu nedenle diplomatik pasaportla eşdeğerdeki resmi pasaport veriyor. Türkiye’deki karşılığı “yeşil pasaport” olan “official passeport”, ABD’li öğretmenlere diplomatik dokunulmazlık sağlıyor.
Amerikalı kaynaklar, bu pasaportların CIA’nın talimatıyla düzenlendiğine işaret ediyorlar.


Prosedür Nasıl İşliyor?

Gülen’in okullarında görev yapan ABD’li öğretmenler, bu pasaportları özel bir işlem sonucu elde ediyorlar. ABD’de, Türkiye’den farklı olarak, özel kesimden bir kişi, belli bir süre için devlet memurluğuna getirilebiliyor. Bu statünün kazanılması için, ilgili bakanlıkta bir komisyon oluşturuluyor. Komisyon, kişiyi sorguladıktan sonra, görev için uygun olup olmadığına karar veriyor ve atamasını yapıyor. ABD’de büyükelçilik görevine bile, ayni yöntemle özel kesimden kişiler atanabiliyor.

ABD Adalet Bakanlığı’na yakın kaynaklar, öğretmenlere resmi pasaport verilmesi konusunda Aydınlık’a şu bilgiyi verdiler:
“Gülen’in okullarında görevli Amerikalı öğretmenlerin büyük bir kısmı Eğitim Bakanlığı personeli olmadığı halde memur pasaportu taşıyor. Eğer bu öğretmenler özel kesimden alınıp görevlendirildiyse, normal prosedüre göre bir komisyonda dinlenmeleri (hearing) gerekirdi. Oysa bu öğretmenlerin atama öncesi sorguları yapılmamış. Bu normal olmayan bir durum.”
Amerikan bürokrasisinde normal olmayan durumlara sıkça rastlanabiliyor. Ancak bu tür olağanüstü uygulamalar, devreye gizli servislerin girmesiyle mümkün oluyor. Gülen’in okullarında görevlendirilen öğretmenlerin, ABD Eğitim Bakanlığı’nın ilgili komisyonunda dinlenmeden resmi pasaport almaları için, CIA’nin devreye girdiği belirleniyor.
(Aydınlık, Doğan Duyar, 1 Mart 1998


Alman Dergisi: Fethullah’ın Sermayesi Amerika’dan

Alman “Yeni Sağ”ının en önemli yayın organı sayılan, Almanya’nın Berlin kentinde yayımlanan Junge Freiheit (Genç Özgürlük) dergisinin 26 Haziran 1998 tarihli sayısında, Fethullah Gülen’le ilgili bir makale yer aldı. Orhan Çandar imzasıyla yayımlanan yazının başlığı şöyle: “Karanlık bir Keşiş. Türkiye’de Amerikan menfaatleri: Fethullah Gülen ve ‘Ilımlı İslam.’”

Fethullah Gülen tarikatının, ABD’nin bölgedeki “Sivil Toplum Kuruluşu” olduğu belirtiliyor.
Dergi, Gülen’i yerine oturtuyor:
“Ne var ki Gülen, askerleri ve politikayla ilgilenen Türkleri, gözyaşlarıyla dolu vaazları veya dört bir yöne gönderdiği tolerans mesajlarından dolayı rahatsız etmiyor. Onları rahatsız eden, Hoca’nın politik hedefleri. Daha doğrusu: O’nun ‘Allah’ın bereketiyle’ akan sermayesinin gerçek kaynağı olan bir yabancı gücün varlığı. Genelkurmay bünyesinde İslamcı faaliyetleri izlemek üzere kurulan Batı Çalışma Grubu’nun bir raporuna göre, Hoca’nın çoktan iflas bildiriminde bulunması gerekirdi. Zira, onun sadece yurtdışı okullarının masrafı, taraftarlarının bağışlarından her yıl on milyonlarca dolar daha fazla. Bundan başka, bir dizi hayli tuhaf olay var. Örneğin, birtakım gizli raporlara göre Hoca’nın okullarında bir kuruş maaş almaksızın çalışan yüzlerce Amerikalı İngilizce öğretmeni veya Orta Asya Türk cumhuriyetlerinde birçok yeni binanın karşılıksız olarak Amerikan misyon teşkilatlarınca Fethullahçılar’ın emrine verilmesi.”


“Yahudi Lobisi, Hocaefendi’nin Kitaplarını Bedava Basıyor”

“Böylesine cömert bir yardımın, ‘dinler arası diyalog’ çerçevesinde verildiği, Türk makamlarına inandırıcı gelmiyor. Ayni şekilde Bnai-Brith’in (ABD’de faaliyet gösteren Yahudi lobisine bağlı bir kuruluş. Dünya çapında, basın yayın organlarında Musevilere karşı faaliyet gösteren ve yayın yapan kuruluşları rapor ediyor) Hocaefendi’nin tüm eserlerini (bedava!) İngilizce olarak yayımlama kararı alması da, uzmanları hayrete düşürüyor. Çünkü Gülen, vaazlarında ‘Dünya Museviliği’ hakkında pek yenilir yutulur şeyler söylemiyor. Özellikle Orta Asya’da faaliyet gösteren Gülen teşkilatının mazhar olduğu bu yabancı destek, büyük bir ihtimalle Şiiliğe ve her zaman güvenilir olmayan Vahabi İslamına karşı, bu dinin ‘Ilımlı’ bir türünü piyasaya sürmeyi hedefleyen Amerikan planıyla yakından ilintili. Oysa, ABD’ye sıkı sıkıya bağlı, son derece güçlü, sözde dinsel bir NGO’dan, Türkiye’nin bekleyebileceği bir menfaat olamaz. Kaldı ki, eğer bu teşkilat, Türkiye’yi Kafkaslar ve Orta Asya için bir modele dönüştürmek, Türkiye’yi bir laboratuvar gibi kullanmak niyetindeyse…”
(Junge Freiheit, 26 Haziran 1998


Irak’ın Kuzeyinde Fethullah Okulu

Fethullah Gülen, dünyanın dört bir yanında okullar açıyor. Okulların açıldığı ülkeler, aynı zamanda ABD’nin nüfuz alanı yaratmaya çalıştığı ülkeler. Bu okullardan biri de, Kuzey Irak’ta. Gülen, Gülçin Tahiroğlu ile yaptığı ve Aktüel dergisinin 19-25 Eylül 1996 tarihli sayısında yayımlanan röportajında, Erbil’deki okulun MİT desteğiyle kurulduğunu açıklıyor:
“Erbil’de Türkmenler için okul açtığımız zaman orada Barzani ile Talabani hakimdi. Ben Sayın Cumhurbaşkanı’na sordum o meseleyi. Devletin burada okul açmasını zaruri görüyorum, aksi halde, oradaki Türkmenleri Kürtler eritir dedim. Eğer siz yapmayacaksanız bilin ki biz yapacağız dedim. Onlar da ‘Nasıl istiyorsanız öyle yapın’ dediler. Onun için MİT de, oradaki istihbarat örgütleri de bu işin hep yanında oldular. Ve Erbil bombalandığı halde bizim okula bir şey yapmadılar. Irak da yapmadı, Barzani de… Orada eğitim devam ediyor. Hatta ikincisi, üçüncüsü açılması bahis mevzuu.”
(Aktüel dergisi, 19-25 Eylül 1996)

Fethullahçıların, Kuzey Irak’ta Erbil kentinde üç eğitim kurumu bulunuyor. Bu okullar, CIA’nin isteği üzerine açılıyor. Okulların parası da, CIA’nin kontrolündeki Ulusal Demokrasi Vakfı (NED)’den alındı. Para, Fethullahçıların ABD’deki vakıflarından biri üzerinden Kuzey Irak’a aktarıldı. Fezalar Eğitim ve Öğretim Ticaret Limited Şirketi’ne kayıtlı olan bu kuruluşlardan Özel Işık Koleji ile Özel Nilüfer Koleji, Anadolu Lisesi statüsünde. Işık Türk Dil Merkezi ise kayıtlarda “dil kursu” olarak görünüyor.

1994 yılında faaliyete geçen Özel Işık Koleji’nin 140 öğrencisi, 16 personeli bulunuyor. 1995 yılında kurulan Işık Türk Dil Merkezi’nde iki kişi çalışıyor. Özel Nilüfer Koleji ise 1996 yılında faaliyete geçti. 44 öğrencisi, 8 personeli bulunuyor.


PKK’ya 15 Bin dolar Verdi

Fethullahçılar Özel Işık Koleji’ni açacakları dönemde, Erbil, Talabani liderliğindeki Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB)’nin denetimi altındaydı. Fethullahçılar, okulun özgürce faaliyet göstermesi ve bir müdahale ile karşılaşmaması için PKK ile anlaştılar. Işık Koleji’ni temsil eden kişilerle PKK arasındaki ilişki, Erbil kalesinin hemen altında bulunan Taurus Oteli’nde kuruldu. PKK’ya 15 bin dolar para yardımı yapıldı.

PKK’nın okula müdahalede bulunmama koşulu, Fethullahçılar’ın Türkiye Cumhuriyeti devletinin sivil ve askeri istihbarat personelini okula sokmamasıydı. Fethullahçılar’la PKK, Türkiye’ye karşı bir ittifak oluşturmuşlardı. Nitekim CIA, okulu üs olarak kullandı. PKK’nın da buna bir itirazı olmadı. Bunun karşılığında okul, faaliyete başladı. Okulun öğrencileri, Türkmen ve Kürt aşiretlerinin zengin kesiminin çocuklarından oluştu.

Fethullahçıların PKK’ya yardımı, bütün ayrıntılarıyla Genelkurmay istihbaratı tarafından saptandı.
Aydınlık, 14 Eylül 1997


Asya Finans: Para Aklamada Yeni İstasyon

Fethullah Gülen’in, ABD’den Malezya’ya 200′e yakin okulu var. Okulların yoğunlaştığı alan; Doğu Avrupa ülkeleri, Rusya ve Türk cumhuriyetleri. Okullar, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ya da uzanıyor.

Okulların bir başka kullanımı var ki, hiç bilinmiyor. Fethullahçılar, okullar aracılığıyla kara para aklıyor ve yasadışı para transferi yapıyorlar.

Başlangıcı şöyle, Rusya ve Doğu Bloku ülkelerinden yabancı döviz çıkartılamıyordu. Döviz kıttı. Orta asya ülkelerinin parasıyla ticaret yaparsanız da zarar ediyorsunuz. Çünkü o paralar sürekli ve çok hızlı değer kaybediyor.

Fethullahçı okul yöneticileri, işadamlarına “komisyon karşılığında” ticaretten kazandığı dolarları Rusya’dan çıkarıyorlar. Sistem şöyle çalışıyor: Yabanci ülkelerdeki okullar, kâr amacı gütmeyen vakıflar tarafından kuruluyor. Bu ülkelerin çoğunda, bu tür vakıflar mali denetimin dışında. Türkiye’den götürülen öğretmenlere, 12-15 bin dolar arasında maaş ödeniyormuş gibi gösteriliyor. Bu para, Türkiye’ye transfer ediliyor. Türkiye’de de öğretmenlerin hesabına 500-600 dolar yatırılıyor. Geriye kalan, ilgili yerlere aktarılıyor.

Fethullahçılar, Asya Finans’ı kurmadan önce yurtdışındaki işlerini Faysal Finans aracılığıyla yürütüyorlardı. Son dönemde, Faysal Finans’la sorunlar çıktığı ve bu yüzden Asya Finans’ın kurulmasına karar verildiği belirtiliyor. Gülen, Para dergisinden Gülçin Tahiroğlu’na Asya Finans’ın kuruluş gerekçesini şöyle açıklıyor:
“Dünyanın değişik yerlerinde okullar, müesseseler açılınca para transferi gibi, teminat mektubu gibi bir şeye ihtiyaç duyuluyor. Asya Finans’ın güçlü bir finans olacağı kanaatini taşıyorum. Dışta yapılan işleri daha rahat götürmek için finans kaynağı olsun, teminat mektupları sağlansın, dışta bankalardan kredi almak kolaylaşsın…”
Asya Finans’ın kuruluş kararı verilince, kısa sürede 2 trilyon toplanıyor. İlk toplantılara Fethullah Gülen de katılmış. Katılışını, “Arkadaşlarımız bunu bir uğur saydılar” diye açıklıyor.
(Para dergisi 22 Eylül 1996)

Fethullahçılar Türk Cumhuriyetlerinde daha çok petrol ve madenciliğe el atmışlar. Önce okullara giriyorlar. Medya sektörüne de ağırlık veriyorlar. Zaman gazetesini bir örgütlenme aracı olarak kullanıyorlar. Ticari bağlantı yaptıkları Türk Cumhuriyetlerinin çoğunda Zaman basılıyor.


Rusya, Fethullah okullarını kapatıyor

Rusya yönetimi, 2002′den başlayarak Fethullah okullarına karşı operasyon yapıyor, Rusya Devlet Başkanı Putin’in emriyle 2004 yılı sonunda ülke içindeki Fethullah Gülen okullarını kapatmak için harekete geçti. Gülen’e bağlı çeşitli şirketleri yakın takip altına alan Rus yönetimi, okulları “Amerikan ve İngiliz casusu yetiştirme merkezi” olarak görüyor. Rusya yerel yöneticileri arasında bu okullarda okumuş bazı görevlilerin de işine son verilmesi için hazırlıklar yapılıyor.
Birçok bölgede, yerel yöneticilerin çocuklarını İngilizce eğitim vermesi nedeniyle bu okullara gönderdiğine dikkat çekilerek, Fethullah Gülen okullarından yetişmiş ve bazı yerel devlet dairelerinde çalışan kadroların da önemli bir tehlike olarak görüldüğü belirtiliyor.
Moskova’da yayımlanan Nezavisimaya gazetesi, Haziran 2000′de Fethullah Gülen’in Rusya’daki taraftarlarının iktidar organlarına sızdığını yazdı.
Söz konusu okulların önce Rusya’nın Türkçe konuşan bölgelerinde kurulduğunu bildiren Nezavisimaya, Tataristan’da 8, Başkırdistan’da 4, Karaçay-Çerkez, Çuvasya ve Yakut-Saha’da da birer okul bulunduğunu yazdı.
Astrahan ve Dağıstan’da da lise ve kolejler bulunduğunu yazan Nezavisimaya, bu okulların Nurcular, Serhat, Toros, Palandöken, Feza ve Çağ Öğretim İnternational gibi değişik adlardaki Türk şirketleri tarafından finanse edildiğini bildirdi.
Gazetedeki yazıda, okullarda “radikal İslam ve tek İslam devleti kurulması propagandası” yapıldığı belirtilerek, bu kuruluşların denetlenmesi istendi.


FSB: Casusluk Yapıyorlar

Rusya İç Güvenlik Örgütü FSB Başkanı Nikolay Patrusev, 17 Aralık 2002′de Türk basınında yer alan açıklamasında, gerçekleştirdikleri en başarılı etkinlikler arasında Türk casusların deşifre edilmesini de saydı. FSB Başkanı 2002 yılı etkinlik raporunda Fethullah Gülen okullarında çalışan öğretmenlerin casusluk faaliyetlerinin deşifre edildiğini belirtti. FSB Başkanı, açıklamasında, okulların sahibi konumundaki Tolerans, Serhat ve Ufuk vakıflarının isimlerini verdi.

Rusya’nin Başkırdistan Özerk Cumhuriyeti’nde Fethullah Gülen okullarındaki 10 öğretmen Haziran 2003′te sınırdışı edildi. Ayrıca Başkırdistan Milli Eğitim Bakanlığı’nın sınırdışı edilen öğretmenlerin görev yaptığı okulu kuran ‘Serhat’ vakfı ile tüm anlaşmalarını iptal ettiği de belirtildi. Bu olaydan sonra, Buryatya Cumhuriyeti’nde de, Fetullah Gülen okulu hakkında soruşturma başlatıldı.

Milliyet gazetesi Moskova muhabiri Cenk Başlamış, 7 Eylül 2003 tarihli haberinde, Rusya’da Fethullah Gülen okullarının temsilcisi konumundaki Tolerans Vakfı Başkanı Mustafa Kemal Şirin’in sınırdışı edildiğini duyurdu. Tolerans Vakfı Başkanı Şirin, Rusya’nın Türk okullarıyla bağlantılı olarak şimdiye kadar sınırdışı ettiği en üst düzeydeki temsilci.”
Yine aynı haberde Rusya Federal Güvenlik Servisi FSB’nin Başkanı Nikolay Patrusev’in yaptığı açıklamanın ardından, Rusya Eğitim Bakanlığı’nın Fethullah Gülen okullarına karşı kapsamlı bir soruşturma başlattığı belirtiliyor. Bu çerçevede Rusya’nın değişik bölgelerinde 10′a yakın okul kapatılırken, 50′den fazla Türk vatandaşı sınırdışı edildi.
(Aydınlık, 5 Eylül 2004)


AKP Hükümetiyle Gelen Sıçrama

Fethullah Gülen, Çiller iktidarında gücünü artırdı. Ancak 28 Şubat 1997′deki askeri müdahale ile etkinliği ağır darbe yedi. Fethullah Gülen, Türkiye’yi terkedip ABD’ye kaçmak zorunda kaldı. ABD yönetimi Türkiye’nin iade isteğini kabul etmedi.
AKP hükümetinin oluşturulmasında Fethullah Gülen, CIA’nın başyardımcısı idi. Tayyip Erdoğan’ın parti kurmasında ve Erdoğan’ın TUSİAD ile bağlantı kurmasına aracı oldu. Fethullahçılar seçimlerde AKP için olağanüstü çaba gösterdi, büyük paralar aktardı. Tayyip Erdoğan Nakşibendi müridi olmasına karşın, kabinesini bir tarikatlar koalisyonu olarak kurdu. Hükümete, Fethullah tarikatına bağlı dört bakan aldı:
Devlet Bakanı Mehmet Aydın,
Turizm Bakanı Erkan Mumcu,
Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik
Ekonomi Bakanı Ali Babacan.
Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül de, Fethullah tarikatıyla yakın bağını her dönem sürdürdü. Gül’ün bakanlığından sonra Fethullahçı kadrolar Dışişleri Bakanlığı’nda yükseltildiler.
Ekonomi Bakanı Ali Babacan, Fethullah Gülen’in işadamları örgütü İSHAD ile yakın bağı bulunuyor. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül 7 Nisan 2004 günü, Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan ise 21 Eylül 2004 günü İSHAD üyeleriyle yemekli toplantıda buluştu.
Fethullah Gülen’e bağlı işadamları AKP hükümeti tarafından kayırılıyor. Banka kredileri ve devlet teşviklerinden öncelikli olarak yararlandırılıyorlar. Erdoğan’ın yurtdışı gezilerine katılıyorlar.

AKP iktidarında öncelikle İçişleri, Milli Eğitim, Maliye, Dışişleri bakanlıkları bürokrasisi Fethullah Gülen tarikatının egemenliğine sokuldu.


Poliste Fethullah Örgütü Egemen

İçişleri Bakanı Abdulkadir Aksu da Nakşi olmasına karşın, Fethullahçıların Emniyet Genel Müdürlüğü’ndeki örgütlenmesini takviye etti. İçişleri Bakanlığı’nın bütün kritik mevkilerine Fethullahçılar egemen oldu. Fethullah Gülen, AKP’nin Fethullah tarikatına mensup Eskişehir Milletvekili Muharrem Tozçöken’in başında bulunduğu bir özel örgütlenme ile Emniyet’e hükmediyor. Tozçöken, milletvekili olmadan önce Emniyet Genel Müdür Yardımcısı idi.
AKP hükümetinin Adalet Bakanı Cemil Çiçek de, davaları devam etmesine, hakkında gıyabi tutuklama kararı olmasına karşın Fethullah Gülen’in Türkiye’ye gelmesinin önünde bir engel bulunmadığını söyledi.


Sürgünde Doğu Türkistan Hükümeti bir CIA-Fethullah-AKP yapımı

ABD’nin Wisconsin Eyaleti’nde, 14 Eylül’de kurulduğu ilan edilen “Sürgünde Doğu Türkistan Hükümeti”nin kurulmasında Fethullah Gülen tarikatının ve AKP hükümetinin tayin edici rolü var. Kukla Hükümetin Başbakan ve Dışişleri Bakanı Enver Yusuf Turani, Fetullah Gülen Tarikatı mensubu.
1962 doğumlu Enver Yusuf, Çin’den Suudi Arabistan’a kaçtı. 1983-1985 yıllarında Türkiye’de ikamet etti. Turani soyadını Türkiye’de iken kullanmaya başladı. İstanbul’da dil öğrenmek için kaydolduğu İngiliz Kültür kanalıyla ABD’ye gönderildi. 1998 yılında ABD vatandaşı oldu.
Türkiye’ye getirildiğinden bu yana Fethullah Gülen örgütüyle içiçe. Enver Yusuf, ABD’de “Doğu Türkistan Özgürlük Merkezi”ni kurduğunda Fetullah Gülen tarikatının yayımladığı Zaman gazetesi 25 Kasım 1996′da tam sayfa röportaj yayımladı ve Enver Yusuf’u Uygurların ABD’deki lideri gösterdi.
Enver Yusuf, 11 Eylül 2001 tarihine kadar Mclean’de çok lüks bir villada yaşıyordu. Suudi Arabistan’dan düzenli para alıyordu. Son üç yılda Fethullah Gülen tarikatında etkin.
Uygur örgütleri arasında fazla ağırlığı bulunmayan Enver Yusuf’un “başbakan” atanmasında. Fethullah Gülen tarikatı ile bağının kilit önemi var.
Enver Yusuf, Fethullah Gülen’in Papa ile buluşmasında ön ayak olan ve görüşmede çevirmen olarak bulunan Rüştü Kalyoncu ile ortak. Rüştü Kalyoncu, 1931 İzmir doğumlu Hukuk Fakültesi mezunu. İzmir’de ticaret yapan ağabeyi Fethullah’ın en önemli maddi destekçilerinden biri. Rüştü Kalyoncu, uzun yıllardır ABD’de bulunuyor. Bir dönem Amerikan Adalet Bakanlığı’nda çalıştı. Fethullah Gülen’in CIA ve Pentagon’la bağlantılarını sürdürüyor.
Kukla hükümet tezgahının her boyutunda Fethullahçılar devrede. Fethullah’ın Virginia’da kurduğu Amerikan Türk Dostluk Derneği de (American Turkish Friendship Association) kukla hükümetin ilk toplantısının düzenlendiği Fairfax Kütüphanesi’nin kiralanmasında rol aldı. Kukla hükümetin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı üyeleri İsmail Cengiz, Abdülveli Can, Hızırbek Gayretullah’ın da Fethullah teşkilatı ile yakın bağı var.
Kukla Hükümetin “Basın Sözcüsü” ve “Turizm Bakanı” İsmail Cengiz, Doğu Türkistan Göçmen Dernekleri binasında basın toplantısı yaptı. Aydınlık’ın, “AKP hükümetiyle görüşüldü mü? sorusuna, Cengiz şu cevabı verdi. “Şahsi dostlarım var. Onlarla konuştum. Avrasya’yı; Çin’i, Rusya’yı iyi tanıyan hocalar var, araştırma merkezleri var onlara danıştım.”

http://www.acikistihbarat.com/Haberler.asp?haber=5420

23 Ekim 2008 Perşembe

Tayyip ve Küçük kız

[Ne_mutlu_Turkum_diyene] Tayyip ve küçük kız

22 Ekim 2008 Çarşamba, 17:13
Kimden:
Kime:
kimliği açıklanmayan alıcılar
Halkın 3 kg.kömür alamayanı, gerçekleri görüyor işte.......... .



Tayyip ve küçük kız…….


T
ayyip Erdoğan'ın Diyarbakır gezisinde bir kızla diyaloğu

Tayyip : Kedi mi büyük, köpek mi?
Kız : Köpek

Tayyip : Peki at mı büyük eşek mi?
Kız : At

Tayyip : Erdoğan mı büyük, Baykal mı?
Kız : Ben o iki hayvanı tanımıyorum ki !!!!!!!!!!!!

PKK'ya baskın yapacaktık, CIA planı sızdırdı


<>[DipDalgasi:4175]<> Fwd: Aktütün olayının içyüzünü Aydınlık yazdı

23 Ekim 2008 Perşembe, 13:11
Kimden:
Göndereni Kişiler'e ekle
Kime:
kimliği açıklanmayan alıcılar



---------- Yönlendirilmiş ileti ----------
Kimden: Ali Serdar Bolat <serdarbolat@superonline.com>
Tarih: 23 Ekim 2008 Perşembe 12:13
Konu: Aktütün olayının içyüzünü Aydınlık yazdı
Kime: Undisclosed-Recipient



PKK'ya baskın yapacaktık, CIA planı sızdırdı
Aktütün olayının ayrıntıları
E. Dz. Bnb. Erol Bilbilik yazdı
+++++++++++++++++++++
Türk Silahlı Kuvetleri, PKK'nın 300 kişilik bir ekiple Aktütün'ü ele geçirmek üzere hazırlandığı istihbaratını edinmişti.
Ani bir baskınla terörist ekibi imha etme planı hazırlandı.
Sabit Aktütün Karakolu'nun güvenliğini sağlayan seyyar Bayraktepe Karakolu operasyona hazırlandı.
Bu karakolda bir bölük civarında kuvvet var.
Jandarma özel harekat timi de bir gün önce Bayraktepe'ye çağırıldı.
PKK'ya baskın 3 Ekim gecesi yapılacaktı.
Ancak öğleden sonra, bir askerimiz bir hareket gördü ve ateş etti.
Bunun üzerine zaten Bayraktepe'ye yaklaşmış olan PKK hemen saldırıya geçti.
Ancak Bayraktepe'yi ve Aktütün'ü ele geçiremediler.
Genelkurmay 2. Başkanı Org. Hasan Iğsız:"Çatışmanın gündüz başlaması örgütün tercihi değil" derken ve "talihsizlik"den söz ederken bu durumu kasdetmişti.
Ancak, 17 şehit vermemizin ve planın uygulanamamasının asıl nedeni bu erken ateş değil.
Karşı tarafa CIA ve MOSSAD tarafından istihbarat verildiği anlaşılıyor.
Genelkurmayın başlattığı soruşturmanın nedeni bu.
CIA ve MOSSAD bölgede rahatça hareket edebiliyor
++++++++++++++++++
Genelkurmay telefonları 2003'den beri dinleniyor. Tüm uğraşılara rağmen bu dinleme engellenemedi.
Amerikan istihbaratı CIA ve İsrail istihbaratı MOSSAD hem Kuzey Irak'ta hem de bizim tarafta rahatça hareket ediyor.
Amerika ve İsrail zaten başından beri Barzani yönetimi ile stratejik ortak olduklarından Kuzey Irak'ta serbestçe dolaşmaları doğal. Barzani kuvetlerini ve PKK'yı da zaten onlar silahlandırıp eğitim veriyor.
Bizim topraklarda serbestçe dolaşmaları ise AKP hükümetinin Amerika ile yaptığı "İstihbarat Paylaşım Anlaşması" sayesinde...
Amerika, bu istihbarat faaliyetini Türkiye aleyhine kullanıyor.
TSK, Amerika'nın bu faaliyetini önleyemiyor.
Bölgede hem Genelkurmayın, hem de Amerika-İsrail'in insani istihbarat ağı var.
Bizim insani istihbaratımız daha güçlü ama Amerika'nın AWACSları ve insansız uçakları onların istihbaratına hız kazandırıyor.
Amerika, Türkiye'ye AWACS ve insansız uçak satmıyor
++++++++++++++++++++
Genelkurmayın yıllardır süren talebine ve Savunma Sanayi Müsteşarlığı'nın ihaleye çıkmasına rağmen, stratejik müttefikimiz Amerika ve İsrail bunları bize satmamakta ısrar ediyorlar.
Elimizde bu yüzden insansız uçak yok.
Bize tahsis edilmiş bir tane var, ama o da İsrail'in mülkiyetinde ve tam kontrolumuzda değil.
Sınırın her iki tarafından elde edilen istihbarat, gerçek stratejik ortakları barzani ve PKK'ya aktarılıyor, yalandan stratejik ortak Türkiye'ye ise sadece görmemizi istediklerini veriyorlar.
CHP Milletvekili Şükrü Elekdağ, son tezkere uzatma toplantısında Meclis kürsüsünden şöyle demişti:
"Türk Silahlı Kuvvetleri, Amerika neyi göstermek isterse sadece onu görüyor.
Amerika'nın gösterip vurdurttuğu, terör ağacının gövdesi ve kökleri değil, sadece dalları"
PKK, Kongra-Gel, Pejak ve Barzani peşmergeleri ABD kontrolünde.
Hem ABD, hem de İsrail PKK saldırıları içinde yer alıyorlar.
Kuzey Irak'ı da, PKK'yı da Amerika yönetiyor.
İlk amaç, Barzani Devletini Türk Ordusu'na kabul ettirmek
+++++++++++++++++++++
AKP yöneticileri Oval Ofis'te Buş ile anlaştı.
Genelkurmay temsilcisinin odaya alınmamasının nedeni bu.
Tüm planlar, TSK'nın direncini kırarak Barzani Devleti'ni kabul ettirmek üzerine kurulu.
Amerika'nın bize AWACS ve insansız uçak satmaması, lazer güdümlü ve benzeri gelişmiş silahları vermemesi hep Türk Ordusu'nu başarısız kılma planlarının parçaları.
TSK planını PKK'ya sızdıran CIA-MOSSAD, "Taraf"tar medyaya da bir takım belgeler sızdırarak kamuoyunda Türk Ordusu'nun saygınlığını yok etmeyi planlıyor.
"Golf" ve benzeri yaygaraların amacı da bu.
Orduya karşı ordu. Özel Tim'in uğursuz görevi
++++++++++++++++++++++
Eşzamanlı olarak, Türk Ordusu'nu Kuzey Irak sınır bölgesinden çekmek için AKP kontrolünde sözde teröre karşı bir Özel Tim kurulması için düğmeye basıldı.
ABD'nin ve BOP Eşbaşkanlığı partisi olarak AKP'nin amacı, "Türk Ordusu bu işi beceremez" dedirtip, Emniyet'e bağlı olarak yeniden oluşturulacak Özel Timlerle, ABD ile eşgüdüm içinde Güneydoğu'yu kontrol etmek.
Güneydoğu'da kontrol Türk Ordusu'nun denetiminden çıkınca, bu durumu pekiştirmek ve Özel Timlerin Türk Ordusundan daha başarılı olduğu kanısını güçlendirerek Ordunun itibarını tamamen kırmak için, bir süreliğine terör durabilir.
İşte o zaman Erdoğan, "TC'nin terörü çözen tek Başbakanıyım" diye ortaya çıkacak, ve BOP Eşbaşkanlığını 15 sene daha Başbakan olarak devam ettirmek üzere yelkenleri şişirmiş olacak.
Bu 15 sene zarfında bölge Türk Ordusu'nun etkisinden tamamen arındırılacak, Kuzey Irak'taki Kukla Devletle birleşmesi için gereken altyapı adım adım sağlamlaştırılacak.
İşte plan bu. Özel Timlerin canlandırılmasının nedeni de bu.
Planı özetleyen ve Tayyip Erdoğan, Cemil Çiçek ve diğer AKP kurmaylarının yaptığı konuşmalar mealen şöyle:
"Biz Genelkurmayın bütün malzeme, cephane, araç gereç taleplerini yerine getiriyoruz. 'Yeter ki PKK terörünü bitir' diyoruz, emir veriyoruz, sınır ötesi harekata geç diyoruz."
Söylenmeyen ama söylenmiş gibi algılanan sonuç şu: "Ama görüyorsunuz, bitiremiyor"
+++++++++++++++++++++++++++++++++++
AYDINLIK, 19 Ekim 2008
+++++++++++++++++++++++++++++++++++